8 Ekim 2015 Perşembe

Kısa #9: Gülümsemek

Bazı günler kötü geçer. İşler yolunda gitmez bazen. Dün mesela, sabah ofise gittiğimde hiç keyfim yoktu. Hatta tüm gün kendimi çok gereksiz hissettim. Bir türlü motive edemedim kendimi. Birkaç iş hallettim, bir tanesi süründü elimde. Diyorum ya keyifsizdi! İnsan bir işe yaradığını, bir şeyleri hallettiğini, tamamladığını hissettiğinde kendi de tamamlanmış gibi oluyor. Neyse ki evde tamamlanmayı bekleyen işler vardı. Sabahtan ıslatılmış nohut ile çözdürülmüş etten ertesi güne yemek yapılacaktı. Ütüler vardı, İlker’in ve Arca’nın t-shirtleri…

Dumur Diyalog #148

Okulda hafta sonu kurslarına kayıtlar başlar. Arca uzun bir süre basketbol ve lego arasında kararsız kalır. Fikir sürekli değişir, karar verme sürecinde bir gün:
A: Basketboldan vazgeçtim.
Y: Neden?

7 Ekim 2015 Çarşamba

antikapitalist monologlar

Çok değil, bundan otuz yıl önce hazır giyim bugünkü kadar yaygın değildi. Özellikle çocuklar için. Annem dikerdi giysilerimizi, ablandan küçülenler zaten sana kalır… Hatta hiç unutmam, anneannemlerin Akhisar’da Hashoca mahallesindeki müstakil evinin sokağında bir komşuları vardı. Evinin bodrum katında örme tezgahı vardı ailenin ve hazır triko gibi birer hırka ördürülmüştü bize orada. Belinin arkasında kuşak olan, yakalı, kırmızı nefis bir hırka. O kadar şanslıydım ki, kendimize ait olanlar küçülünce bir süre daha ablamdan kalanı da giymiştim. Annem yakasına üç tane inci işlemişti, çok zarifti. O hırkalarda kimselerde yoktu, özeldi. Üniversite yıllarına kadar annem bana elbiseler, bluzler dikmeye devam etti. Sonra konfeksiyon git gide ucuzlamaya başladı, ulaşılabilir, erişilebilir oldu. Bugün büyük mağaza zincirlerinin hemen hepsi çocuk koleksiyonu bile çıkarıyor. Ama ne var ki, herkes birbirinin aynı giyinir oldu. Partilerde pişti olursun ya hani, benim öyle birkaç entarim var, metroda bile pişti oluyorum.

Saçında Gün Işığı

... Vücudunu kıza göre konumlandırdı. Başı hafif öne eğik, eli kızın yüzünü güneşten korumak için aralarında bir gölgelik oluşturuyor. Nafile bir jest. Sadece sessizlik. Kızın saçında gün ışığı...

Kitabın son satırları…

Bayılırım bir filmin ya da kitabın sonunu söylemeye. Evet pisliğim biliyorum. Ya da şöyle kıvırayım; “mühim olan süreç, sonucun önemi yok, okumanın tadına varmak için sonunu bilmemeye ihtiyaç yok..”

Tamam, boş ver. Yukarıdaki satırlar kitap hakkında hiçbir ön bilgi vermiyor. Cümleten sinirlerimiz yatışabilir. Alıntılamaktan hoşlandığım birkaç cümleyi de yazmış olabilirdim. Ama en hoşuma giden cümleyi yazar sona bırakmış, elden ne gelir:)

6 Ekim 2015 Salı

kısa #8 : İran'laşıyor muyuz?

Yıllar önce henüz Türkiye’nin İran’a dönüşeceğine ihtimal vermediğimiz zamanlarda İran’lı bir arkadaşım vardı: Salome. Öğrenci değişimi programı ile staj için İstanbul’a gelmişti, bizim yurtta kalıyordu. Anneannesi azeriydi ve çok iyi bir Türkçesi vardı. İran’lıydı fakat islami devrimden önce ailesi Avusturya’ya kaçmıştı, yani aslında Salome orada doğmuştu ve Avusturya vatandaşıydı. Mimarlık okuyordu, stajı bitince İran’a akrabalarını ziyarete gidecekti. Bize orada giyeceği çarşafı göstermişti, tüylerim diken diken olmuştu. Bir de çok ince olduğunu hatırlıyorum, içini gösterecek kadar ince. Işık vurdu mu içini gösteriyor zaten demişti, ama bunu giymek şart.

2 Ekim 2015 Cuma

Ekim'de neler yapmalı?

Ekim bizim buralarda sonbaharın yeni yeni hissedildiği ay. Geçen hafta denize girdik yav:) İlk defa bu hafta sabah üzerime bir hırka aldım. Ekim tam da artık “sonbahar geldi” dediğimiz ay…

Düzen kışa kayınca, ister istemez yapılacaklar listesi de kabarıyor. Özellikle yazdan erteleneneler. Ekim’de ne yapmalı diye liste çıkarırken bir de baktım, ucu bucağı görünmüyor. Önce haftalara böldüm sonra da lokma lokma günlere, bitecek gibi değil!

1 Ekim 2015 Perşembe

Dizi

Akşam maç izlemeye Zeyneplere gitmiştik, gitmişken pideleri üzerine mis gibi kahveleri götürdük, İlkerle Tufan maç izler, Arca ile Poyraz oynarken biz de Zeyneple oturduk, sohbet ediyoruz, televizyon da açık. Poyraz Karayel diye bir dizinin geçen bölümünün özeti vardı. Hani Tutunamayanlar’a “Poyrazcığım Karayel” şeklinde, bokunu çıkarırcasına gönderme yapan dizi. Merak ediyorum, kaç kişi anladı o göndermeyi ve kaç kişi merak edip de Tutunamayanları okudu sonrasında? Yoksa sadece dizi ekibinin “müthiş enteliz” mesajı mıydı göze sokulan? Sahi neydi?

30 Eylül 2015 Çarşamba

Eylül biterken…

Her ay bir şeyler karalamalı aslında. Dönüp geriye bakmalı, neler yaptık, önümüzdeki ay neler yapsak? Sahildeki ev diye bir blog var, nefis fotoğrafları için tıklıyorum, her ay neler yapmalı diye aldığı notları okuyorum. Çok başka çok keyifli bir emeklilik hayatı, içimi açıyor. Sonra bugün Gülçin yazmış, eylülden neler öğrendiğini anlatmış. İki fikri harmanlamış gibi oldum. Hayır, challenge değil, o işi elime yüzüme bulaştırdım ben! Olsun, boyumdan büyük işlere kalkışmamayı da öğreniyorum böylece, bahane yok.

Eylül, çok büyük değişikliklerle geçti. Taşınma, Arca’nın okula başlaması, bakıcısız/yardımcısız bir hayatla tanışma, yeni düzeni oturtmayla geçti.

Ben bu eylül en çok organizasyonu öğrendim, organize olabildiğinde, iyi ve uygulanabilir bir plan yaptığında işlerin tıkırında gittiğini fark ettim. Haftalık menü, alışveriş, çamaşır, ütü… Hepsini detaylıca planlarsan bir şekilde halloluyor. İlk zamanlar her işi tek günde yapmaya kasıyordum. Artık öyle değil, bugün ütü ise, yarın iki kap yemek…

Eylülde biraz daha düzenli olmayı öğrendim. (yani bence:P) Marie Kondo’nun kitabında öğrendiklerimi hayata adapte etmeyi başardım. Aldığımı yerine koymaya, fazla eşya ile evi doldurmamaya, kısacası sadeleşmeyi evin her köşesinde uygulamaya dikkat ediyorum. Olacak bence olacak…

Eylül bu yoğunluğun arasında bence okumaktan yana verimsiz geçti. Sema Kaygusuz’dan Barbarın Kahkahası’nı, Murat Menteş’ten Ruhi Mücerret’i okumuşum. Ve yazın ilk cildini bitirdiğim Don Quijote’nin ikinci cildi. Kitap kulübü okuması olmasa bitirmeye bu kadar kasar mıydım bilmiyorum. Aslında keyifli de gidiyor ama sanırım çok uzadı.

Kitap kulübünün atölyesi müthişti, Sıla ve Efe bize unutamayacağımız harika bir akşam yaşattılar. Tüm detayları anlatmak için beş saat kadar süren bu gerçek atölye deneyimini iple çekiyorum, umarım ayarlayabiliriz. Kulüpte Eylül ayının kitabı “Renklerden Moru” idi. Ertesi gün İstanbula gidecek olmasam sabaha kadar konuşurdum kitaptan, yazık ki benim için o akşam çabuk bitti.

Arca okuluna alıştı gibi. Arkadaşlarından ve öğretmeninden bahsederken gözleri gülüyor. Galiba o da Eylül’de en çok görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyi öğrendi. İlker’le akşamüzeri programlarına uyuyor, erken yatmaya arıza çıkarsa da ödevlerini bitirmeye gayret ediyor. Çabasının hayranıyım. Aramızda inişli çıkışlı bir ilişki var, eylül biterken tüm ay bizi sarsan çatışmaları da bitiririz umarım.

Arca piyano derslerine yeniden başladı bu ay. Tüm yaz çalışmadığı için bocalıyor ve korktuğum gibi soğuma emareleri gösteriyor. Evde çalışmaya direniyor, hep müzik okulunda çalışacakmış, evde piyano çalmak hiç eğlenceli değilmiş, oldu, her akşam oraya götürelim seni:P

Eylülün en güzel kazanımlarından biri kalamar tavayı sonunda adam akıllı yapmayı başarmak (yumuşacık ve lokantalarda yediğimiz gibi) bir de tarator sosunda ustalaşmak oldu. Bir ara tarifini vereyim.

Ve sonunda kuaföre gidebildim! Bu çok mühim bir haber zira en son aylar önce gitmiştim, röflemin diplerinin çıkmasını bırak diplerim güneşten bile açılmıştı:) Sık sık kuaföre gitmeyi gerektirecek (röfle, kesim) bir saç modeline sahip biri için kuaföre gitmekten nefret etmek nasıl bir çelişkidir!

Eylül yeni bir mevsimle beraber, yeni bir düzeni, yeni bir yaşamı da beraberinde getirdi, giderken bize Ekim’i bırakıyor.

Peki, Ekim’de ne yapmalı?

O da başka bir posta kalsın:)

28 Eylül 2015 Pazartesi

Ben sana doyamadım doysun sarı yapraklar

Tekneyi çıkardılar denizden, römorka bağladılar, temizlediler, İlkerle Emre. Epey uğraştılar. İşleri bitince Emreler gitti, biz de toparlandık, çıktık yola. Arca daha Zeytinler kavşağını göremeden uyumuştu. Sağımdan akan yolu ve rüzgâr türbinlerini seyrediyorum, aklıma Don Quijote ve yel değirmenleri geliyor. İki cilt öyle uzun sürdü ki serüvenleri, sanırsın Don Quijote bizim uzaktan enişte. Kanımca çocuklar için olan versiyonda yel değirmenleri serüvenine kadar yazılmış, gerisi atlanmış. Yel değirmenlerinin üzerine 700 sayfa okudum hala bitmedi. 

Ben buralarda yokken…

Gerçek dünyadaydım. 

Gerçek dünya, Arca’nın okula başlayıp iki gün sonra 9 Eylül (sahi bizim zamanımızda İzmir'in kurtuluşu tatil değildi) tatili, iki hafta sonra da kurban bayramı tatili ile okul hayatını azıcık kokladığımız amma velakin bir türlü içine giremediğimiz dünyaydı. Bugün tam anlamıyla girdik.

Gerçek dünyada okullar var. Allah biliyor ya, yaz tatilinin uzatılmasına öğrenciler kadar sevinen bir turizm bakanlığı, bir bu kararı tek başına almanın verdiği haklı gurur yüzünden okunan başbakan bir de ben ve benim gibi toplu taşıma ile işine gidenler vardı... Ama metroda oturduğum, aktarma otobüsüne binebildiğim günler bitti, gerçek dünyada öğrenciler ve toplu taşımayı bir türlü düzeltmemiş belediyeler var!

17 Eylül 2015 Perşembe

küçük dertlerimiz

Annemler, üniversiteye kayıt için İstanbul’a gittiğimde yanımdalardı. Fakültenin bahçesindeki vakıf yurduna da kaydettirmişler, bir banka hesabı açtırmışlar, dualarını üzerimden eksik etmemişlerdi. Okula başladım. Hem yalnızdım, ailemden ilk defa ayrılmıştım, hem değildim, pek çok arkadaşım vardı. Ama ne kadar donanımlı da olsan o yalnızlığı hissediyorsun.

O yıllar bu grip aşıları yeni çıkıyor, yurt köşelerinde, soğuk İstanbul’da gripten cılkım çıkmasın diye aşı olayım diyorum. Bir boş dersimde tek başıma Taksim ilkyardıma gidiyorum. Salağım biraz evet, ama daha çok safım ve kırılganım. Bir memur bana carlıyor, hatırlamıyorum şimdi, aptalca bir soru sormuşumdur belki. Oradan oraya koşmuşum bir işi halledememişim, bir de azarlanmışım. Bir banka oturdum ve tüm kırılganlığımla içli içli ağladım. Ağlarım ben içim açılır ağladıkça, iyi gelir gözyaşları…

Orta yaşlı bir kadın oturdu yanıma. “Ağır hastan mı var kızım?” diye sordu. Yok, dedim, ağlıyorum ama hala. O anlattı, çıkmaz dedikleri hastası varmış. Günlerdir gidip geliyorlarmış ama nafile… Anlatamadım, o kadına, utandım, ağladığıma da saçma sapan gözyaşı döktüğüme de utandım, kendime kızdım, bu defa da kadın için ağlaya ağlaya okula döndüm. 

15 Eylül 2015 Salı

Koşulsuz Ebeveynlik

"Ebeveyn eğitim kitapları gerekli" yazısına yorum bırakanlardan Petek, bir kitaptan bahsetmişti. Koşulsuz ebeveynlik. Aynı günlerde, Görünmez Adam yayınevi sahibi Yiğit bey’den bir mail aldım. Kitabı okumam için göndermek istiyordu, yorumlarımı paylaşırsam sevineceğini söylüyordu. Asıl ben çok sevindim. Kitap dedin mi bende akan sular duruyor, düşünsene bir de bir anne tarafından tavsiye edilmiş…

Biz X kuşağı olarak kariyerimizde olduğu kadar özel yaşamımızda da kayıp bir nesiliz bence. Daha doğrusu arada kalmış, iki arada bir derede bir nesiliz. Çocukluğumuzun ebeveynliğini net hatırlamak ve uygulamalarımızda izlerini taşımakla kalmıyor, kendimizi geliştirmek için ebeveyn eğitim kitaplarına sarılıyoruz. Geleneksel yöntemler ile kitaplarda önerilenler arasında kimi zaman bocalıyoruz. Yazık bizim çocuklara:)

Alfie Kohn, bizi bu bocalamadan “koşulsuz ebeveynlik” önerisi ile kurtarabilir mi?

14 Eylül 2015 Pazartesi

BİZ!

Arca henüz ek gıdalara yeni geçecek, demek ki altı aylık civarında. Doktoruna gittik, nasıl heyecanlıyız, o güne kadar anne sütünden gayrı tek damla bir şey içmemiş bebek, katı gıdalara geçecek, oh gelsin meyveler, gitsin sebzeler (gerçi o günden sadece iki ay sonra Arca finger food olarak direkt pirzolaya geçmişti ama konumuz Arca’nın iştahı değil) …

Dumur diyalog #147

Arca, Piyano dersine başlayacağını son anda öğrendi.
(Yazlığa gitmemeye karar verince dersi iptal etmekten vazgeçtik.)
Tüm yazı göçebe ve haliyle tek tuşa basmadan geçiren cüce, sabah notalarını bulamadı.
Y: E Arca ne yapacaksın şimdi? Notaların bile yok?

11 Eylül 2015 Cuma

her istediğimiz olmuyor

Kendi küçük ve basit dünyamdan haberler vermek istiyorum. Arca’nın okulunu, öğretmenini, ilk gününü anlatmak istiyorum.

Artık sabah kahvaltılarını birlikte yapıyoruz. Ağzında büyüyor lokmalar, bense aceleyle evden çıkmanın derdindeyim. İlker garibim zor uyanıyor ama hep beraber kahvaltı edelim diye mutlaka sofraya oturuyor. Onlar için şimdilik zor ve onlar bunun benim için aslında ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlar. Umarım alışırlar, çünkü tüm o hadi’lere ve çemkirmelerime rağmen birlikte kahvaltı etmek, beni sabahın köründe herkes uyurken evden çıkıyormuşum hissinden kurtarıyor ve kendimi daha iyi hissediyorum.

İşte böyle ufak tefek mutluluklardan bahsetmek istiyorum.

8 Eylül 2015 Salı

Ben utanmışım

Pazar günü, erkenden eve döndük, pazartesi Arca ilkokula başlayacaktı, bir hazırlık yapılmalı, bir motive olunmalıydı. Çamaşır makinesi sürekli çalışıyor, bir yandan yemek hazırlıyorum bir yandan etrafı düzenliyorum, temizlikti, ütüydü, derken akşamı etmişim. Annem aramış birkaç defa duymamışım. Çamaşır asarken kulağım maçta.

3 Eylül 2015 Perşembe

Mutfak düzenleme sanatı

Madem mutfağı tasarladık, bir de sanatımızı konuşturalım, düzenleyelim değil mi ama?
O kadar Marie Kondo okuduk, o kadar araştırdık, uyguladık, paylaşmazsak yazık olur.

Aslında bildiğin mutfak düzenleme. Ama kıçına "sanatı"nı koyunca daha havalı oluyor.

2 Eylül 2015 Çarşamba

5 adımda kullanıcı dostu mutfak tasarımı

Önceki yazıda ana hatlarıyla mutfak tasarımındaki püf noktaları sıralamıştım.

Gelelim tasarımın kullanım ile ilgili detaylarına. Günümüzde tasarımcılar tarafından çok tutulmasa da bir dönem “mutfak üçgeni” denen tasarım kavramı pek trendmiş. Kısaca ocak-buzdolabı-bulaşık makinası üçlüsü etrafında dönen, mutfak içinde daha az yürümek, daha pratik olabilmek için önerilen bir tasarım. 

Bizim koca mutfakta her şey tek bir tezgaha dizili olduğu için zaten geometrik olarak mümkün değilmiş. Hem dediğim gibi bu üçgen meselesi de tasarımcılar tarafından artık pek tutulmuyormuş. Kullanım kolaylığına sahip olması için bir mutfağın illa ki bu üçgeni oluşturmasına gerek yokmuş. Uzmanlar bu mutfak üçgeni tasarım konseptini evrimleştirmişler. Daha kullanıcı dostu bir tasarım sistemi oluşturmuşlar.

Mutfak tasarlarken nelere dikkat edilmeli?

Büyük bir mutfağımız vardı (evin planı aynı olduğu için hala var), inkâr eden taş olur. Amma ve lakin müteahhit fazla tezgah koymamış, dolap desen pek kullanışlı değil, eh biz de kiracıyız diye orasını burasını kurcalamadık tabii. Uzun lafın kısası koskoca mutfağı yıllardır piç etmişiz! Yazık lan, ağlar o mutfak! Hayır, bir de karı koca mutfaktan müthiş keyif alan tipleriz, nasıl bu kadar oluruna bırakmışız hayret.

1 Eylül 2015 Salı

Taşınma serüveni

Aynı apartmanda ev taşımanın türlü kolaylıkları var. Nakliye firması ile uğraşmıyorsun. Tabak tencereleri kolilemek zorunda değilsin, tepsi tepsi taşıyorsun. Sonra kıyafet bavuluna da gerek yok, kucaklayıp götürüyorsun. Kitap DVD kolileri ile kapağını bile bantlamaya gerek duymadığımız her odaya ait ufak tefek eşya kolileri vardı. Bir de Zeynep, Tufan, Gül ve Orçun gibi bir porsiyon pideye bunları aşağı indiren arkadaşların oldu mu, tamam :)

Kitap kolilerini taşırken canı çıkan Tufan derhal ve şiddetle bir kindle edinmemi tavsiye etti, kıyamam mahvoldular.

27 Ağustos 2015 Perşembe

İki havlu, bir t-shirt, bir plaj elbisesi ve bir...

Zeynep’le telefonda konuşuyoruz:
“çıkıyorsanız biz de çıkalım buzluğa içecekleri koyalım, ısınmasın beklerken” diyor.
Sıcak bir Çeşme günü. Bu yaz zaten hemen her gün çok sıcak. Tekneyle Paşalimanı açıklarına yol alıp, iki aile yüzüp geleceğiz, plan bu yani öyle Yunan adaları filan değil, Eşek adası bile değil. Maksat fazla da uzaklaşmadan sakin ve temiz açıklarda kulaç atmak.

Sahile evvela ben vardım, ancak benzin alınacakmış, İlker elime bidonları tutuşturdu. İyi o zaman buzluğu bırakıyorum, Zeynep gelince içecekleri koysun, dedim, buzluğu sahilin denize en yakın kısmına bıraktım.

Sema Kaygusuz okumak

Sema Kaygusuz okumak, yemeğin en sevdiği tarafının tabağına düşmesi gibi… Ve tadını çıkara çıkara, lezzetine vara vara tabağındakini yalayıp yutmak gibi…
Barbarın Kahkahası
Bu yargıya varmak için yazarın biri roman iki kitabını okumak, iki kitabını okumak da bundan sonra yazarın tüm eserlerini okumaya karar vermek için yeterli oldu.

25 Ağustos 2015 Salı

Ev, tatil, yaz

Evin tadilatı bitti. O kadar uzun sürdü ki, aylar önce banyoya seçtiğim seramikleri unutmuşum.
Günlerimiz plan, program, detayla geçiyor. Elimde metre, kalem kağıt, neyi nereye yerleştireceğimin planını yapıp duruyorum. Dördüncü sekizinci kat arası mekik dokuyorum. Sürekli notlar, çizimler, sürekli bir bilgi alışverişi, elimiz kolumuz dilimiz sohbetimiz ev.

21 Ağustos 2015 Cuma

Belki de...

Uçak ikramlıklarının içinden çıkan peçeteyi uzattı, kafam kitaba gömülü, bir teşekkür mırıldanıp aldım. Bunu hep yapıyorum, yolculukta sanki etrafımda hiç kimse yokmuş gibi hareket ediyorum, yüzüme krem sürüyorum, ayakkabılarımı çıkarıyorum, rahatça uykuya dalıyorum. Farkında değilim belki burnumu bile karıştırıyorumdur, sanki koca uçakta tek başımayım. Şimdi de ağlıyorum, aferin! Kimse fark etmeyecekti sanki!

Az önce koltuk ekranını tepsi sanıp önüme açarken müdahale eden, tepsinin kolçağın içinden çıktığını gösteren adamdı, bu. Elinde İngilizce kitap görmüştüm de, turist sanmıştım, hani. Ağladığımı fark ettiğinde, o elimdeki kitaba nasıl merakla baktıysa, ben de yanımdaki koltuğun önündeki cebe sıkıştırılan kitaba öyle bakmıştım. Çünkü okumayı sevenler, diğerlerinin ne okuduğunu merak ederler, refleks gibi bir şey. Bu sadece kitapla sınırlı bir refleks değil, balık tutmayı çok seven İlker, sahilde yürüyüş yaparken oltasını denize atanların yanında duran kovalara bakmaktan kendini alamaz mesela… Öyle bir şey işte, tutkunun merakını körüklemesi…

Çeneme kadar akan gözyaşımı ve sümüklü burnumu sildim.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Tea & Pot artık online satışta!

Yaklaşık beş yıl önce küçücük bir café olarak başlamışlardı.
Enfes çayları, zevkli bir atmosferde, keyifli sunumlarla misafirlerine ikram ediyorlardı. 

Derken büyüdüler, çaylarını, tecrübelerini daha geniş bir platforma yaymaya karar verdiler.

Ve şimdi çay workshoplarıyla, toptan satışlarıyla ve daha da iyisi bir tıkla elimizin altındalar:

teapot.com.tr :)



Bu arada ben de en çok sevdiklerimi yazayım, ne tavsiye edersin diyenler olabilir:

Milk Oolong: Ödem attırıcı olarak Nihan tavsiye etmişti, kokusu bir garip geldi, küçük bir numune almıştım ama tadı nefis. Müthiş faydalıymış. Gerçi bütün çaylar faydalı:)

Detoks: İlker bile öle bayıla içiyor, nefis bir karışım, diyet döneminde çok işe yarıyor.

Noel çayı: Kışın seviyorum, tam da soğuk havalara göre bir çay.

Meditasyon çayı: Regl dönemi öncesi kurt kadına dönüşen ben bir fincan meditasyon çayı ile pamuk kıvamına geliyorum:)

Teapot karışımı: Hah işte bu nefis bi'şey! Hatta sinirli bi'şey! Beyaz çay var içinde ve daha neler neler... nefis. Bak ben bundan her gün içiyorum, hem de günde birkaç defa demlemek için aynı çayı kullanabiliyorsunuz.

18 Ağustos 2015 Salı

Kitap yorumu: Renklerden Moru

İyi ki okumuşum dediğiniz kitaplar olmuştur mutlaka. Benim de var, hem de çok. Ama bugün sadece bir tanesinden bahsedeceğim.

“Renklerden Moru”.


Baştan söyleyeyim, basımı tükenmiş. Sonra aradık, bulamadık diye sitem istemem, baştan söyleyeyim. Ben kitaptan önce filmiyle tanışmıştım, tamam izlemedim ama çok ses getirdiğini hatırlıyorum, bir edebiyat uyarlaması olduğunu da. İyi ki de izlememişim, izlesem kitaptan bu kadar keyif alır mıydım? Bilmiyorum.

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Dumur diyalog #146

Gökyüzündeki uçağa takılıyor gözümüz,

A: Uçak nereye gidiyor acaba?
Y: Bilmem belki çok uzaklara gidiyordur
A: Holibuda gidiyordur belki?!
Y: Holibud neresi annecim?
A: aa bilmiyor musun?! Amerika'nın bir ilçesi

-------------------
O, "oreo yemek istiyorum" diyor, ben "daha yeni sofradan kalktın, doymadıysan yemek ye, oreo yok!" diyorum. O "televizyon izleyeceğim" diyor, ben "Deniz gelmiş, oynayın televizyon izlemek yok" diyorum. Didişiyoruz.
Sonunda patlıyor!
A: aaa ne istesem yapmıyorsun, biz böyle nasıl aynı evde yaşayabiliriz, söyler misin?!
Y: ayrı evlerde mi yaşayalım?
A: e gideyim ben Poyrazlarda, Denizlerde filan yaşayayım!

--------------------
Babaannesi ameliyat oldu ya, sürekli yatıyor ve kitap okuyor, kendisine tabii ki kitaplığımın nadide parçalarından ödünç veriyorum. Sonra da konuşuyoruz kitaplar hakkında.
Y: Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan kitabını da oku, Kürk Mantolu Madonna'yı sevdiysen, o da çok güzel. Bir de bende öykü kitabı var, vereyim mi?
B: Verme, öykü sevmiyorum
Y: ben de pek sevmiyorum.
Biz Arca'yı lego yapıyor sanıyorduk, meğer bizi dinliyormuş:
A: Hmm bakıyorum da siz ikiniz aynı şeylerden hoşlanıyorsunuz.

---------------------
Babaannesi cüceye kız tavlası öğretmiş, erkek tavlası da öğreteceğini söylüyor,
Arca'nın cevabı: "vayy babaanne, sen sürprizlerle dolu bir babaannesin!"
----------------------

Özgüven bombası arca resim yapar veövünür: bu resmi ressamlardan bile iyi yaptım. Çok özendim çünkü çoook!
Y: özellikle mi beyaz bıraktın oraları? 
A: yeşil boya bitmek üzereydi baktım beyaz da güzel duruyor, bıraktım. 
(Evet cidden süper bir özen:)))

11 Ağustos 2015 Salı

Yas

Sosyal medya mecralarında paylaşılan mutlu aile fotoğraflarını, kocişiyle sevişgen pozlarını koyanları eleştiremiyorum. Çünkü bence insanlar artık eski fotoğraf albümlerini arka odaya bir yerlere kaldırdı, aynı güne ait yüzlerce fotoğraf koyarak sosyal medyayı albüm olarak kullanıyorlar. Allah aşkına hangimizin eski albümlerinde asık yüzler var? İnsanoğlu mutlu anlarını hatırlamak istiyor, o yüzden en güzel, en mutlu hallerini koyuyor albüme (profiline), yadırgamıyorum.

Yadırgadığım tek şey, o fotoğrafları dikizleyenlerin o fotoğraflardan gülümseyen insanların hep ama hep mutlu oldukları yanılsamasına kurban gitmeleri. Belki de sosyal medya araçlarının kullanıcılarına “like”, “fav”, “rt” gibi olumlamalar dayatması insanların kafalarında hep bir pozitif düşünce bulutuyla dolaşmasına neden oluyor. İşte sanal dünyayı, yalan dünya yapan şey bu bence. 

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Yeni başlayanlar için 15 maddede yazlıkçılık rehberi

Babam hala oturdukları yazlığı inşa etmeye başladığında ilkokul birinci sınıftaydım. O yaz daha kepenkleri ve korkulukları bile takılmamışken evin, biz taşındık. Otuz sene olmuş, bizim oralar hep dutluktu:P.  Sadece bizim oralar mı? Şimdi Alaçatı denen yer köydü mesela. Hani zilyon liralar bayıldığın o Alaçatı beach’leri filan var ya, kimseler girmezdi orada denize. Alaçatı’lı arkadaşım Gül anlatır, kışın Alaçatı’da oturanlar, yazın Ilıca’daki yazlıklarına geçerlermiş. Geçen instagram’da biri “Alaçatı’nın en güzel sahili Ilıca” deyince bana bir gülme geldi ama ses etmedim, eli dili sürçmüştür dedim, İstanbulludur dedim, geçtim.

Ne diyordum? Yazlıkçılık… Otuz yıldır Özdere’de, dört yıldır da Çeşme’de yazlıkçılık yaptığımıza göre ben bu işin kitabını yazarım dedim. Hadi kitabını yazamasam da el kitabını yazarım, yok abartma dersen, peki rehberde anlaşalım. Maksat okuyucu da tecrübelerimizden faydalansın naçizane...

Günün çorbası “yeni başlayanlar için on beş maddede yazlıkçılık rehberi”ni iftiharla sunar!

9 Ağustos 2015 Pazar

An itibariyle...

Çamaşırları asmak için balkonu yıkasam mı, içeri mi assam kararsızım. Yoldayken havai fişek gibi şimşekler çaktı şehrin bir yerlerinde. Nerelerinde? Bilinmez, gece biz uyurken bizim semte de uğrayabilir, yaz yağmurudur, her şey beklenir.

4 Ağustos 2015 Salı

Ebeveyn eğitim kitapları gerekli!

Geçen yazıda "ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?" diye sormuş, "okusan da olur, okumasan da olur" listesi çıkarmıştım. Okuyucuya katkılarım bu kadarla kalacak sanıyorsan yanılıyorsun bacım! 

Okuduklarım arasından şiddetle tavsiye ettiklerimi de listeledim, allahım bu kadar fayda sağlayan başka bir blog daha bilmiyorum ve bekle beni, kollarımı açtım sana geliyorum!

Ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?

Bu satırları okumaya başlamış insan, beni az buçuk tanıdıysan, okuma manyağı olduğumu biliyor, beni böyle seviyorsundur. Sevmiyorsan canın sağ olsun da, konumuz o değil.

Umumiyetle edebiyat eserlerini tercih etmeme rağmen ara sıra dellenip kişisel gelişim kitaplarına da el attığım olmuştur. Ana baba eğitim kitaplarını kişisel gelişim türünden sayarsak hatırı sayılır adette kişisel gelişim kitabı okuduğumu itiraf etmem yerinde olur. Tabii geliştik mi gelişmedik mi bilemem, onu zaman gösterecek.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Sandık

Yıllar evvel, o zaman distribütörlüğünü yaptığımız markanın tüm dünya ülkelerinden temsilcilerini topladığı bir haftalık forumlara katılırdım. Dünyanın her yerinden farklı kültürlerde insanlarla tanışmak benim için bulunmaz bir tecrübeydi. Tarih bilirsiniz, okulda okutmuşlardır, savaşlar, antlaşmalar, yenilgiler, başarılar… Ama insanları anlatmaz tarih. Yıllarca savaştığımız, üzerlerinde egemenlik kurduğumuz veya kardeşçe yaşadığımız insanları anlatmaz. O toplantıların birinde Macar bir bey ile kahvaltı sohbetimizi unutmuyorum. Türk olduğumu öğrenince, dillerimiz ne kadar farklı olsa da ortak çok sayıda kelimemiz olduğundan bahsetmişti. Pabuç mesela.

Bu aralar, elimde Macar yazar Magda Szabo'nun "Iza’nın Şarkısı" kitabı var. Okurken, sık sık o beyle olan sohbetimizi hatırlıyorum. Ülkelerin kültürlerini, coğrafya veya tarih derslerinden değil, eğer oralara gidemiyorsak, insanlarıyla tanışamıyorsak, edebiyatları aracılığı ile öğrenebiliriz. Ve fark ettim ki, her ne kadar Türk yazarlara öncelik versem de aslında en keyif aldığım kitaplar, farklı coğrafyaların yazarlarının eserleri…

29 Temmuz 2015 Çarşamba

kısa #7

Sabah daha dokuz olmamış, karşımdaki memurenin evden çıkmadan duş aldığı aşikar, düşün ki daha saçları kurumamış. Nüfus kağıdıma bakıyor, bir de bana ve “bu size hiç benzemiyor” diyor, üslup oldukça ters. Şakaya vuruyorum, eh on beş sene önceki fotoğraf, benzemez tabii, diyorum. İlker, “bak yaşlandın işte gördün mü” diye dalga geçiyor, ıslak saçlı memure bizim latifelerimize gülümsemeyi bırak, vaktini çaldığımız için sinirli “ehliyet filan yok mu” diye soruyor. Bakıyorum aynı fotoğraf eh ehliyeti de on beş sene önce aldım, o varmış, onu koymuşum. Uyuzuna denk geleceğimi bilsem pasaportumu taşırdım yanımda. Cüzdanı kurcalıyorum, ilkyardım sorumlusu kartımı buluyorum. “Niye bunu veriyorsunuz ki” diye soruyor beriki; tamam artık geriliyorum “inanmadınız ya, son fotoğraflı kimlik” derken içimden daha fazla terslenemediğime kızıyorum. Ama kimse kusura bakmasın, sabah nemrutu ben bile bu kadar uyuz olamam. Memure o kadar bezgindi ki, yürümeye mecali yoktu, fotokopi çekmeye değil de sanki çile çekmeye gidiyordu, Allah çektirmesin.

İlker’le aynı şeyi düşünmüşüz, göz göze geldiğimizde “insanlar sabahın bu saatinde neden bu kadar bezgin olur?” diye sordu.

Ve oyuncaklar da sadeleşmeden nasibini alır...

Marie Kondo, kitabında çocuklardan, oyuncaklardan, mutfaktan(!) bahsetmeyi unutmuş! Hanım hanım benim kitaplarıma laf edeceğine mutfak eşyalarına el ataydın! Ama işte bunlar hep Japon. Bunların 1934723974 parça yemek takımları, zilyon tencereleri, her gördüğünü isteyen bebeleri yok tabii!

İşin şakası bir yana, Marie Kondo bahsetmemiş ama oyuncak ciddi bir mesele. Marie Kondo yazmadıysa da siz "Daha sade bir hayat" kitabını okuyun, (ya da benim kitap hakkındaki uzun yazımı okuyun:P) bakın görün evi oyuncaklardan yana sadeleştirirken nasıl da cesaretiniz yerine gelecek.

Sadeleşme dedin mi bacım elini korkak alıştırmayacaksın.

24 Temmuz 2015 Cuma

Çeşme’de hayatta kalma rehberi

İzmir’de tatil demek, aslında deniz demek. Bayramı birleştirmek, bir haftalık “her şey dahil” otellere taşınmak, daha doğrusu “tatile gitmek” İzmir’linin lügatında yok, “denize gider” İzmirli. Yazlığı olmasa da, içine mayosunu giyer, arabası olmasa da belediye otobüsüne biner ve “denize” gider. Bu da bu şehrin güzelliği…

Ya da laneti mi demeli?

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Marie Kondo ile "hayatı sadeleştirmek için derle topla rahatla"

Marie Kondo, “derle topla rahatla” demiş ama önce atıyorsunuz! Yani kitabın adı “at, derle, topla, rahatla” olmalıymış. Evet, her şeyi atıyorsunuz, sonra kalan sağlarla yeni bir düzen oturtacağınız ve o düzenin devamlılığı vaat ediliyor kitapta. Her şeyi atmanın bin bir türlüsünün anlatıldığı uzunca bölümü okurken sık sık, “yav benim muhterem de atıp duruyor, at demek ne zamandan beridir üç milyon sattırdı” diyor, allah biliyor ya anlamıyordum. O kadar attıktan sonra yani evde tek çöp eşya kalmadıktan sonra düzenin bozulmasına imkan var mı? Yok! Yani olmaması lazım.

Çocuklar öldü ama hadi biz sistem geyiği çevirelim. Kitap yorumu: Çi



Çocuklar öldü.
Çok sayıda genç insan öldü.
Gülümseyen, geleceğe umutla bakan, içinde sadece umut olan çocuklar öldürüldü.
Allah biliyor ya, ne için Suruç'a gitmişler, alt kimlikleri ne imiş, isimleri ne imiş, umrumda değil. Ben o fotoğraf karelerinden gülümseyen gözlerin artık olmadığını biliyorum, bu da yeter, yetmez mi?

İyi o halde sizi klavye başında sosyal medya makaleleri derlemesi, farkındalık curcunasına buyur edelim: Çi.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Süper kadın... mı acaba?

Bu aralar bana biri süper kadın filan derse, tevazu göstermeyeceğim, müsterih olunuz.
Zira dötümde motor, köpeğin kuyruğu duruyor ben durmuyorum, allah biliyor ya, bu halime kendim de şaşırıyorum. Çarşamba günüydü, akşam ofisten en son ben çıktım. Eh bayram öncesi cümle alem arazi… Baktım ofisin önünde kargo arabası, benim bikiniler vardı, verin bakalım paketimi dedim çocuklara. Yapma abla, nasıl bulalım dediler, araba ağzına kadar silme paket. Tınmadım, o araçta benim paketim, girer kendim ararım dedim. Adımı sordular, duyunca bir tanış hissettiler, sohbete daldık. Bir tanesi, “abla sana ne geliyor böyle ya, sürekli kargo sürekli kargo” “vakitsizlikten kıçımdaki dona kadar internetten alıyorum” demedim tabii ki elin kargocusuna, “aa n’apayım bütün alışveriş siteleri de sizin şirketle gönderiyor” dedim, ay babasının şirketi sanki, bir aidiyet duygusuyla şişindi seninki, paket derhal bulundu. Arca donlarına ben de bikinilerime kavuştuk neyse ki… Don derken abartmıyorum yani, vakitsizlik derken hele hiç abartmıyorum.

14 Temmuz 2015 Salı

Yaptığın anana, öğrendiğin karına

Annemin bizi ev işlerine dahil ederken söylediği çok veciz bir söz vardır, "yaptığın bana, öğrendiğin kendine". Ergenken gıcık olurdum, halbuki ne kadar manalı bir söz!

Yaptığını ettiğini boş ver, eminim yaptığımızın ardından anneme daha fazla iş çıkarıyorduk ama ses etmezdi. Arca yaşlarında mutfakta görev almanın benim için ne kadar önemli bir sorumluluk olduğunu hatırlıyorum. O yoğurda sarımsağı ezmenin, o salatanın marulu yıkamanın, o çorbayı karıştırmanın verdiği "büyüdüm, başarabiliyorum" hissini tüm dünya bir araya gelip sırtını sıvazlasa ve aferin dese, veremez. 

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Bizim evin halleri, tatil ve diğerleri

Allah biliyor ya, çok yoruldum. Yazlık tatili çocuklar için ne kadar eğlenceliyse, anneler için o kadar yorucu. Hele ki yazlığa hepten taşınmamışsan ve birkaç günlüğüne gitmişsen. Yazlığa okullar kapanır kapanmaz giden ve tüm yazı orada geçirenler yazlık temposuna bir şekilde alışmış oluyor, günlük rutinine ayak uydurabiliyor. Ama benim gibi kendine dinleneceğim diye manasız hedefler koyarsan fena halde ters köşe olursun. Baştan kabullen bacım, dinlenemiyorsun. En azından vücuden dinlenemiyorsun.

9 Temmuz 2015 Perşembe

Dumur diyalog #145

Arca şantiyede çalışmaya gitmiştir, heveslidir, lakin hava çok sıcaktır.
Güneş tepeye çıktığında İlker, oturmasını dinlenmesini söyler.

7 Temmuz 2015 Salı

Herkes köşe yazarı olabilir

Bizim gibi blog köşelerinde köşe yazarcılık oynayanlardan değil, bundan para kazananlardan bahsediyorum. Hele ki anne-çocuk köşesi filan yazıyorsan, daha da kolay. Biraz klavye tıngırdatman, biraz da facebook’tan makale okuman, azıcık yabancı yayınlardan araklaman (pardon kaynaklaman) yeterli. Hatta kaynak, uzman görüşü filan bildirmene bile gerek yok. Temcit pilavına çevireceğin konuyu sosyal medya mecralarında ses getirecek cinsten seçtin mi, sırtın yere gelmez. Herkesler senden bahseder, sakız olur uzarsın…

Geçen çok dikkatimi çeken bir hatta birkaç olaya denk geldim, ve taşları yerlerine yerleştirince fark ettim ki, herkes köşe yazarı olabilir.

Nasıl bak anlatayım.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Küçük siyah elbise

Evdeki sadeleşme girişimleri tam gaz devam ederken sıra fotoğraflara geldi. Bir kutuya elimize ne geçerse atmışız, eski yeniler… Karmakarışık. Annemin çeyizim için özel boyadığı bir sandık var, onu fotoğraf sandığı yapmaya karar verdik. Güzel olacak, eminim. Taşınma öncesi dağınıklık olmasın diye, salondaki çerçeveli fotoğrafları da koyuvereyim, yerleşirken yine konsolun üzerine koyarız dedim. Tam toparlayacağım… gözüme bir şey ilişti.

2 Temmuz 2015 Perşembe

Cesur Yeni Dünya

Huxley, bireyin önemsizleştirildiği, toplumun yüceltildiği, herkesin herkese ait olduğu bir dünya yaratmış: Cesur Yeni Dünya.

Burada sanat yok, düşünmek yok, tüketim var, mutluluk var. Ama bizim anladığımız anlamda mutluluk değil.

29 Haziran 2015 Pazartesi

Sadeleşmek mi? Sanata, sanatçıya ihanet mi?

“Hobisini işe dönüştürmek” diye bir tabir var ya, gerçek anlamda yapmak istediği şeyi değil de başka işleri meslek edinmiş kimselerin hayalidir, etrafımızda pek çok örneğini görürüz. Peki ya “işini hobiye dönüştürmek”? Sizi bilmem ama benim aklıma bu sınıflandırmaya giren tek kişi geliyor: babam. Emekliliğini ilan ettiğinden beri işi tamamen hobiye dönüşmüş durumda. Yıllardır atmadan biriktirdiği her parça malzeme, eşya da bu hobi öyküsünde birer karakter. 

24 Haziran 2015 Çarşamba

Kıskançlıktan ağladığın oldu mu?

Benim oldu ve inanır mısın gözyaşlarım kitabı tutmakta olan elime damlayıncaya kadar ağladığımın farkında bile değildim. Üstelik durum çok komikti. Yani düşününce, duyguların boyutundan aklın boyutuna inince, neden ağladığımı fark etmek komikti.

Hani televizyonda skeçlerin oynandığı bir şov var, Kemal Sunal’ın oğlu (allahım o adam yaşlandıkça babasına benziyor ve ben onu yaşlandıkça daha çok seviyorum) sunuyor. Hah orada kemgöz Şevket diye bir karakter var. Gözlerini belertip “kişke benim olsa” cümlesini patlattı mı, kıskandığı şeyin başına bir şey geliyor. Oyuncunun da karakterin de hastasıyım.

O gün, kıskançlıktan ve sinirden gözyaşlarımı tutamadığım o gün, biraz daha keyifli bir günümde olsaydım, zırlamak ve zırlamam karşısında şaşırmak yerine, muhtelemen bir “kişke benim olsa” patlatır neşemi bulurdum. Çünkü saçmaydı.

Saçma olduğu için de şu anda burada rahatlıkla yazabilirim.

22 Haziran 2015 Pazartesi

Kurtlarla Koşan Kadınlar : Veda

Birlikte okumak çok güzel ama bazı kitapları birlikte okumak çok daha güzel.

Bir buçuk yıl kadar önce yıllardır okuma listesinde öylece duran “Kurtlarla Koşan Kadınlar”ı elime aldım. Geç bile kalmıştım. O kadar etkilendim ki, blogda birkaç kelam ettim hakkında. Derken yorumlarımı okuyan kitap kulübünden Banu, “kulüpte okuyalım” dedi. Olmaz, dedim. Bu öyle roman gibi okunup tartışılacak kitap değil dedim. Bölüm bölüm okuyalım dediler, hatta Sıla “ben size masalları canlandırırım, oynarım” dedi, bir heyecan dalgası sardı cümlemizi.

19 Haziran 2015 Cuma

Yaz

Bir fittiri yazı atıp hop “ben artık sosyal mecralarda takılamayacağım” mesajı veren ama günde bilmem kaç defa sosyal medyayı dikizleyen tipişkolardan değilim ama son bir haftam böyle geçti. Çünkü kafa binbeşyüzdü!

Nasıl olmasındı?

16 Haziran 2015 Salı

Biraz müsaade

Hayatımız karıştı. Karmakarıştı. Bırak bloga yazı yazmayı, dünyam şaştı. 

Hiç bu temada bir yazı yazacağım aklıma gelmezdi ama ben biraz düzenlenesiye kadar bana müsaade...

En kısa zamanda görüşmek üzere...