26 Aralık 2016 Pazartesi

Güneş ışığı

Allah’ın bildiğini kuldan saklayacak değilim, depresif bir ruh hali içindeyim. Aslına bakarsan şahsi hayatımla ilgili ciddi bir sorunum yok çok şükür. Benim, ailemin sağlığı, huzurumuz, düzenimiz yerinde. Gel gör ki, mutlu olacak şükredecek çok sebebimiz olmasına rağmen en küçük bir olumsuzlukta – ki bu bizim ülkemizde hemen her gün oluyor – bir el boğazıma sarılıyormuş gibi hissediyorum. İç dünyamı dengelemekte zorlanıyorum.

Burada bile defalarca anlattığım gibi kendimce kuyruğu dik tutma gibi önlemlerim var. Bu önlemlerin en sonuncusu sosyal medyada denk geldiğim bir aldatma ve linç etme olayıydı. Konuya özne bilmemnemom kişisini tanımıyorum, hatta varlığından bile haberdar değildim ta ki bir sosyal medya hesabında bahsini okuyana kadar. Sonra bile isteye, olayın içine daldım. Evet bu benim için ilginç bir durum zira mümkün mertebe sosyal medyanın bu gibi tuzaklarına düşmem. Ne var ki, gündemin ağır gerçeklerinden kaçmak için, sosyolog mu psikolog mu neyse, bir diploma sorununu incelemek cazip geldi. Bir süreliğine kafayı düzelttim. Bana böyle gündemlerle gelin! 

22 Aralık 2016 Perşembe

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.24

Arca okumaya başladı beridir, bu seriyi refleks olarak sınırlandırdığımı fark ettim. Halbuki benim salaklıklarım sınır ötesi. (Birazdan anlatacağım) Ve benim salaklıklarımı okumasına gerek yok evladımın, zira bizzat şahit oluyor (onu da anlatacağım) ama gel gör ki anasıyım, atsan atılmaz satsan satılmaz. (Şimdi Arca bu cümleyi okuyor olsa, Letgo ile satılır derdi, ıyyy neyse ki benden aldığı tek kötü özellik salaklığım değil, espride yeteneksizliğim)

Parantezler yazıda arttı mı anla ki, gevezeliğim üzerimde. Okumaya niyetlenenlerin işi zor fakat bu yazıda en azından küçük bir kahkaha vaat ediyorum, pişman olmayacaksınız.

20 Aralık 2016 Salı

Küçük sevinçleri ve küçük kederleriyle, herhangi bir günü daha bitirmek dileğiyle…

Dün akşam bütün hafta sonu yıkanan ve kuruyan çamaşırların ütü günüydü. Ütüde bir Türk dizisi ne bileyim bir romantik komedi film arıyor gözler. Genelde Perşembe akşamlarına sallamamın sebebi bu aslında. Ama bu defa İlker çalışacaktı, benim de yapacak daha iyi bir işim yoktu, ütü masasını televizyonun karşısına koyuverdim. Dizi bulamadım, film kanallarına geçtim. Epey dandik bir Noel filmine denk geldim. Bu ay konsept bu. Arca da arkamdaki sehpada yılbaşı kartı hazırlıyor, hummalı bir çalışma var evde, herkes kendi halinde.

Tutunmaya çalışanların hafta sonu kişisel gündemleri

Arca geçen haftanın ortalarından itibaren bir sirk gösterisine gitmek isteyip duruyordu. Okuldan davetiye dağıtmışlar, illa gidelimmiş.

Küçükken ailecek gittiğimiz sirkte sahnedeki kaplanın biri suratıma işemişti. Akabinde burnumun üzerinde çıkan çilleri de o sidiğe yormuşlardı. Ben böyle hatırlıyorum ama tabii geniş hayalgücümün bir saçmalaması olabilir. (Bilginin doğruluğunu anneme teyit ettiremeyeceğim, he deyin geçin) Çillerimin sidikle ilgisi yoktu bence, o yaz güneşin altında çok kalmıştım bütün yüzüm soyulmuştu ve çiller şahsıma sevimli bir hava veriyordu. Uzun lafın kısası, benim sirklere mesafem hayvan hakları savunucularının ateşli muhalefetinden evveline dayanıyor.

Yine sallamaya çalıştım, alternatif etkinlikler sundum ama hayır. Sirk de aslında öyle çok gösterişli bir şey değil, illüzyonist var, cimnastikçi bir kız var, lastik gibi, yılanlı bir gösteri, palyaço filan… Neyse gittik.

13 Aralık 2016 Salı

Kötülük bizim normalimiz

Bazı sabahlar metroda uzun süre ayakta dikilmek zorunda kalırım. Bazı sabahlar ayazda aktarma otobüsünü eklerim dakikalarca, sırtıma buzlar sürülür. Ama bugün o sabahlardan biri değildi, şanslıydım.

Şanslı olduğumu düşünmek için acele ettiğimi çok yakında anlayacaktım ama o an, o an için şanslıydım.

Metroda iki durak sonra oturmuştum, kitabımı okumuş, hatta birkaç duraklık sürede kestirmiştim. Şanslıydım, öyle ki, ofise götürecek aktarma otobüsüne son anda yetiştim ve önümdeki çocuk üç durak sonra inince de oturabildim. Tıngır mıngır giderken, bir anda bam diye bir ses ve sarsıldık.

Kaza.

12 Aralık 2016 Pazartesi

"Ruh sıkıntısına iyi gelecekler" reçetesi

Hafta sonu için ciddi bir reçete hazırlamıştım.

Balığa giden İlker’in yerine annemler Arca’yı servisten aldılar, ben de hem özlemişim bahaneyle görmüş oldum hem de mis gibi anne yemeğiyle karnımı doyurdum. Aile, psikolojiye bire bir!

7 Aralık 2016 Çarşamba

"Ruh sıkıntısına iyi gelecekler" listesi

Bu akşam kitap kulübünde Lolita akşamıydı. Kitabı okumakta ne kadar zorlandıysam, duygularımı anlatmakta da o kadar zorlandım, hatta anlatmadım, anlatmamayı tercih ettim. Konuşmaktan ziyade yazarak kendini ifade edenlerden olduğum için belki de... Yok ya ondan değil normalde her toplantının gevezesi cıvıtanı olurum, bu defa düşüncelerimi toparlamakta zorlandım, lafı evirip çevirmenin manası yok.

Roman, hastalıklı bir ruhun bir çocuğa aşkıydı, bu kadar aslında. Nefis bir anlatım, harika tasvirler, aklında canlandırması bile içinin daralmasına sebep olurken okumadan edemiyorsun. Bu kadar. Nabokov, bir dahi. Lolita ise bir dahinin elinden çıkma bir şaheser. Kabul etmeyeceğiz de ne yapacağız? Okunmalıydı, okunurken anlatımın "mürekkep yalamış" damaklarda tat bıraktığı kabul edilmeliydi. Okundu, kabul edildi.

6 Aralık 2016 Salı

Osurmak aşkı öldürür mü?

İsmini burada ifşa etmeyeceğim bir arkadaşımın, eşinin yanında asla osurmadığını öğrendiğimde kulaklarıma inanamamıştım. Yanında yapmayınca, eşin senin o işi hiç yapmayan biri olduğunu mu sanıyor? Ne yanılgı.

Şahsen ben de tuvalette rahat bırakılmanın önemine inananlardanım, dolayısı ile kendimle baş başa kalabildiğim o nadir anların bir cüce veya babası tarafından bölünmemesi için son derece katı olabilirim. Ama osurmak öyle mi ya?

5 Aralık 2016 Pazartesi

Nadas

Kadınların beyinleri aynı zamanda birçok şeyi düşünebilme özelliğine sahiptir. Şimdi kaynağını hatırlamadığım birkaç yazıdan ama en çok da kendimden biliyorum ve bu blog benim şahsi sallama alanım olduğu için rahatlıkla genelleştirebilirim. Ben taş atayım da, dileyen çıkarmaya uğraşsın.

Bu, aynı anda çok şey düşünebilme özelliğinden daha evvel bahsetmiştim, tekrar aynı detaylara girmeyeceğim, multitasking hakkında merakı cezbolan kimseler bunu ve şunu tıklamak suretiyle bilgilerini tazeleyebilirler.

Yazıları adam akıllı okuyanların da rahatlıkla anlayabileceği gibi, bu özellik iyi değil, kötü hatta lanet bir özelliktir, yani kadın olduğumuz için övünmenin manası yok, saçmalamayalım.

Lanet derken?

2 Aralık 2016 Cuma

Umut

Neyin nereden aklına ne getireceği belli olmuyor. Bir şey okuyorsun ve birkaç cümlesi sana farklı bir taraftan bakmanı sağlayacak bir fikir veriyor.

Blogcu anne Elif’in ÇıtırÇıtır Felsefe serisinin yazarı ile yaptığı söyleşiyi okuyordum. Okuyordum çünkü – tamam öncelikle Elif’in yazdıklarını hep okumaya çalışırım sonra – bu serinin ilk kitabını geçen sene almıştım Arca’ya fakat pek heyecanlanmamıştı, yani acaba yaş mı acaba neden şeklindeki sorularıma cevap alabileceğimi ve yazarı tanıyabileceğimi umdum. Seriye tekrar ilgi duymamı sağlayan başka bir şey de Arca’nın televizyon izlerken “felsefe nedir?” diye sorması oldu, zamanı gelmiş miydi acaba?

Hayata dair olguları küçük yaştan itibaren kavranmasına çok önem veriyorum, zira şimdiden düşünen özgür bireyler olmalarına bu kavramanın bir zemin oluşturacağına inanıyorum. Umut işte…

Umut bu aralar, fakirin bile ekmeği değil. Umut bu aralar aslanın ağzında adeta.

1 Aralık 2016 Perşembe

Lavinia bizi kurtarır mı?

Hafta kötü başlıyor. Hastalıkla devam ediyor. İşler öyle birikiyor ki, bir gün daha rapor alsan - ki aslında ihtiyacın var -, boş veriyorsun, biliyorsun ki evde raporlu otursan yine çalışacaksın, kurtuluşun yok git bari işinin başına.

Gün kötü başlıyor. Her an yürek burulması. Eskiden de böyle miydi yoksa anne olduğumuzdan, yaş almaya başladığımızdan beri mi böyle? Daha bir ağrılı oluyor bu yürek çarpıntıları?

Gün zor devam ediyor, yığılan işler, kontrolünden çıkmış işler ve hemen hiçbir şeye konsantre olamama hali. Tuvalette, iki arada bir derede oyalanayım diye eline aldığın sosyal medyada yurtdışına taşınmış uzak yakın tanıdıkların "ah evropa" temalı paylaşımları... Iyyy... Almanya merkezde bile işe alımların durdurulduğunu öğrenmek ise tuz biber...

29 Kasım 2016 Salı

Hastayım hasta

Siz benim böyle bol bol okuduğuma bakıp da beni kültürlü entel bir şey sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Yok aslında tam olarak yanılmıyorsunuz, kendime göre sınırlı bir entelektüelitem var bence. Biri bir filme, bir kitaba atıfta bulunduğunda mal mal bakmıyorum en azından, ucundan kıyısından bir muhabbet yakalayabiliyorum. Ama abartmaya gerek yok.

27 Kasım 2016 Pazar

10 yaş hamile pantolonu

Arca, dün tüm günü karın ağrısı ile geçirdi. Arada klozette rahata kavuşan cücenin evin içinde iki büklüm gezinmesine içim burkuldu. Akşam üzeri karnına sıcak havlu koyarak biraz rahatlamasını sağladım hatta bir yarım saat kadar uyudu.

19 Kasım 2016 Cumartesi

Çorba pişirmenin iyileştirici gücü

Kötünün de kötüsü günlerden geçiyoruz. Daha kötüsü olamaz dediğimiz her olayın daha kötüsünü yaşıyoruz. Gözümüze sokar gibi...

Bugün Arca ile baş başa evdeyiz. Dışarı çıkabilirdik, markete gidip alışveriş yapabilirdik ya da erkenden alışveriş merkezine gidip ablamın gecikmiş doğum günü hediyesini alabilirdik, aklımda birkaç şey var. Hiçbirini yapmak istemedim.

#tecavüzmeşrulaştırılamaz

Öyle bir ülke haline geldik ki, birilerine tecavüzün suç olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, tecavüzle rıza ve çocuk aynı cümle içinde hem de devlet yetkilileri tarafından dile getirilebiliyor.
Ülke boka battı, kokuyor, elle tutulacak hiçbir yeri kalmadı. Kadınlar ve çocuklar sürekli taciz ediliyor, tecavüz meşrulaştırılıyor. Benim artık midem, psikolojim hiçbirini kaldırmıyor.
Umudun kalmadığı yerde gelecek sis bulutlarının ötesinde.

17 Kasım 2016 Perşembe

Dawson's Creek

Pazar sabahıydı, gevrek almaya çıkarım diyen muhterem baktım, “beraber çıkalım boyoz yer döneriz”e dönmüş, demek ki canı çıkmak istemiyor, bizi de sürükleyecek. Arca evvela istemedi, tembel teneke. Sonra Poyraz’ları da alırız teklifine balıklama atladı. Şanslıyız ki, pazar sabahın köründe uyandırıp “kalkın boyoz yemeye gidelim” dediğimizde küfür etmeyecek arkadaşlarımız var.

Boyoz yanına fırında pişmiş yumurta, of ki ne of. Gerçi beni yağlı hamur işleri beter ediyor, bütün gün midem ağzımda geziyorum ama o lezzete karşı koymak imkansız. Sahi İstanbul’da neden boyoz fırını açmıyorlar? Ne biçim iş yapar? O biçim! (ıy iğrencim evet)

Ha bu arada sabah kafamızı çıkarıp, boyozumuzu tıkınıp, sabah kahvesine Zeyneplere geçesiye kadar son haftaların en felaket yağmuruyla ıslandığımızı da belirteyim. Öğlen olmadan eve döndük ve şansımıza hava açtı. Mayışan Arca ve İlker’in bana katılmayacaklarını bile bile sordum: “yürüyüşe çıkıyorum, gelen var mı?”

16 Kasım 2016 Çarşamba

Dumur diyalog #163

Bizi asla bırakamayacağını bildiğimiz için çocukların kabul edilmediği bir düğün yalanını uydurdum. Hayır utanmıyorum, belki biraz. Neyse konumuz o değil. 
Biz İlker ile gecikmiş kutlamamızı yapacağız, Arca anneannesinde kalacak, plan bu.
O sabah servis beklerken İlker'le sohbet ediyorlar:

14 Kasım 2016 Pazartesi

6 dakika: "düşünmeden"


Burada yazdığım 6 dakika başlıklı yazılar,  Macera Kitabım'ın yazarı Özlem Öztürk 'ün gönderdiği Yeşim Cimcoz'un 6 dakika kartlarından çektiğim kelimelerle başlıyor. 

Bir kelime ve hiç aralıksız, 6 dakika boyunca aklına geldiği gibi yazmak. Bir oyun da diyebilirsin bir terapi de (oyun zaten terapi değil midir:))

12 Kasım 2016 Cumartesi

Memelere dikkat

Geçen mayıstı. Yıllık olağan kontrol için jinekoloğuma gitmiştim. Doktorun bana "her şey yolunda ikinci isterseniz, yapın, sonra geç kalmış olabilir ve üzülebilirsiniz" öğüdüne, teşekkür edip "almayayım kalsın" demiştim kibarca.

Birkaç yıldır meme ultrasonu için bir talep kağıdı yazdırıyorum doktoruma, halamın meme kanserinden vefat etmiş olması, bir risk unsuru, ihmal etmemek lazım. Ablama da sık sık hatırlatıyorum.

11 Kasım 2016 Cuma

6 dakika: Ayakları

Ayakları kokuyordu. Eminim! Çünkü özel tasarlayıp çizip ürettirdiğimiz o kırmızı köşeli kanepeyi içeri taşımalarından önce böyle bir koku yoktu. Bence dünyada böyle bir koku yoktu, evi sardı yavaş yavaş ama bir anda değil, inceden ortamın atmosferinin içinde yayıldı ve koku molekülleri havada asılı kaldı. Bir an evvel çıkmalarını istedik. Çıkar çıkmaz da pencereleri açtık o Aralık soğuğuna rağmen. Bugün ne zaman ayaklarım koksa – ki bu kış aylarında her gün – o hamal aklıma gelir. Ne saydırmıştım adama, yeni gelin evimi kokuttu diye, insan bir yıkanmaz mı diye… Bugün hani o çıplak ayağa giydiğim spor ayakkabılarım var ya hah işte onları ayağımda gören ilker ve arca birbirilerine kaş göz yapıp yanımdan kaçıyorlar, pisler! Ve ben her allahın günü yıkıyorum ayaklarımı, ama yine de kokuyorlar, hamalın ayakları gibi!