12 Mayıs 2016 Perşembe

Dağıldım, toparlanıp dönücem

Kelimenin tam anlamıyla dağıldığımı hissediyorum.
Hani nereden tutarsan tut elinde kalır ya öyle bir şey işte.

Üstelik derleyip toplayanım da çok ama neden böyle oluyor bilmiyorum.

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Cesur Yanınızı Kucaklayın, Brene Brown

İncinebilirlik.

Hayatımda duyduğum en insani kelimelerden biri.

Yaralar alacağını bilmene rağmen kendini ortaya koyarak, duygusal risk alma cesaretini gösterebilmek.

3 Mayıs 2016 Salı

Nisan mimozaları, mor salkımlar, park dutları, Mayıs gülleri

Sabah caddeye indiğim patika üzerine birkaç tane mimoza ağacı var. Daha bir hafta  öncesine kadar bunlar sapsarı, top top çiçekliydi. Bugün baktım hepsi dökmüş çiçeğini. Ama giderken dut ağaçlarına ve mayıs güllerine terk etmiş sahneyi. Bizim parkta dut ağaçları da var, dalları önce göğe yükseliyor sonra salkım söğüt gibi toprağa meylediyor. Her kış o dallar kupkuru ve baharla yeşillenip mayısla meyveleniyor. Biz de iki dal bitki gördüğümüze seviniyoruz avanaklar gibi. Mor salkımlar da bitti galiba, pek görmüyorum. Ama mayıs gülleri her yerde, yıkılıyor dallar. Lazım o dallar bize, Hıdrellez’e hazır olsunlar, dileklerimizi yazıp asacağız dallarına, tez olacak tüm isteklerimiz, inşallah… 

Dumur diyalog #158

Tabağına peynir koydum. Çeçil peynirinden iki parça gibi görünüyor ama bitişik birbirine ayırmayıverdim. Hemen pazarlığa başladı: "İki peynir koymuşsun, bir tane yiyecektim?"

Y: Onlar tek parça Arca bak bitişik.
İkna oldu gibi...

1 Mayıs 2016 Pazar

Yaşın hep ...

Diyet etkinlikleri kapsamında, muhterem bir gün eve bir tartı ile geldi. Birkaç hafta oluyor. Evdeki basküle artık güvenmediği için değil, bunun başkaca tespitleri var. Mesela vücut yağ, su, kas oranlarını filan söylüyor. Yani sen kilo veriyorsun ya, dıııtttt dur bakalım orada, nasıl kilo veriyorsun, nereden veriyorsun? Yağından mı, kasından mı, yoksa su mu kaybediyor vücut? Aman allah göstermesin. Yağdan vereceksin. Yağdan verip vermediğini de işte bu mucize baskülden öğreneceksin. Mühim bir icat, gavur yapmış, biz de kullanıyoruz. 

29 Nisan 2016 Cuma

Aynı otobüsün yolcuları

Her sabah en geç yedi buçuk civarı evden çıkıyorum. Caddeye inen ağaçlı bir patika var, şanslıysam sokak köpekleri çetesine rastlamadan metroya kadar bir beş dakika kadar yürüyorum.

Her sabah ablamların evinin önünden geçiyorum, çoktan işin okulun yolunu tuttuklarını bilmeme rağmen pencerelerine bir bakmadan geçmiyorum. Bazen şanslıysam Mustafa’yı görüyorum, enişteyle ablamlara selam gönderiyorum.

Her sabah çantamdan kent kartımı çıkarırken gişenin önündeki saate bakıyorum, 07:40’ı geçmediyse, tamam, aktarma otobüsüne muhtemelen yetişirim.

26 Nisan 2016 Salı

An itibariyle

Sabah kalkıp işe gitmek, işte işten başka hiçbir şeyle ilgilenmemek ve müthiş konsantrasyon gerektiren bir şeylerle uğraşmak, tüm günün yorgunluğu üzerine eve gelir gelmez birkaç lokma atıştırıp sızmak... Sabaha karşı tuvalete kalktığımda saati özellikle altıya kurdum. Böylece kendime bir kahve yapıp aheste kahvaltının tadını çıkaracaktım. Nerde? Bir ara bizim yatağa sıvışmış cüceyi yanımda bulunca boşvermişim kahveye, uykuya devam. Ama pişman oldum. Sanki iş ile uyku arası hiç yaşamamış gibi hissettim kendimi. Üzerine okuldan okuma bayramı kıyafet parasını haber veren kağıdı okumak ve hatta daha yeni siyah ayakkabı almışken bayrama beyaz ayakkabı istendiğini öğrenmek hiç hoş olmadı söyleyeyim. Bir çocuğun kaç farklı renk ayakkabısı olacağını düşünüyorlar acaba? Hepi topu birkaç ay giyeceği bir ayakkabıdan birkaç renk kim alır?

22 Nisan 2016 Cuma

6 dakika: Yaralı

yaralı bir yanım var, kırık kanat gibi. Yarama ulaşamıyorum, göremiyorum ama biliyorum orada. Romatizmanın yağmur öncesi sızım sızlaması gibi, sızlıyor inceden. hissettiriyor kendini, buradayım diyor, hey, unutma beni. Unutmam ne mümkün? Unutmayı denemediğimden değil hani, allah biliyor ya çok denedim. Lakin unutamadım, unutturmadılar. Tam unutmaya muvaffak olacağım, bastılar üzerine acıttılar. Gözyaşlarımı içime akıtırsam dindiririm sızımı dedim, olmadı. Gözyaşlarım yaramı onarmadı, dağladı. Yaralı bir yanım var, ne vakit sokakta ağlayan hırpani birçocuk görsem sızlar, yağmur öncesi romatizmalı eklemlerim gibi, inceden. 

21 Nisan 2016 Perşembe

Dumur diyalog #157

Y: Yarın akşam yokum Arca, kitap kulübüm var, geç gelirim.
A: Gitmesen olmaz mı? Okuduğun kitabın fotoğrafını instagrama koy paylaşmış olursun.

------------------------

6 dakika: Gitsek



"Gitsek" diyorum, "yav deli misin otur oturduğun yerde nereye?" diyorsun.
"Şu karşıki dağlara uzansak, kaybolsak, gideceksek birlikte gitsek" diyorum, "iyiyz böyle" diyorsun. "sen iyisin, ben değil, sen rahatsın ben değil. Benim gitmelerim geldi, benim kaçmalarım var şimdi aklımda, kolumdan tutsan da kalamam ki, gitmem lazım, gitmek lazım. Uzamak uzaklara, bilinmeze uzanmak lazım. Aramadan bilemezsin neyi bulacağını, bulmak için gitmek lazım. Nefesler dar geliyor, mekanlar sıkıyor, kalk gidelim! kalmalar bize göre değil" demek istiyorum. Demiyorum, diyemiyor, susuyorum. Bir sözcük çıkıyor iki dudağımın arasıından cılız: Gitsek?

20 Nisan 2016 Çarşamba

Etkili bir silah: Muhterem

Bizim evde çok tehlikeli bir şahıs var: muhterem.
Kocam diye demiyorum, bir sesi var…
Tamam, baştan başlıyorum, toplaşın anlatacağım.

Geçtiğimiz günlerde, “dünya liderine :P” terörist diyen bir grup protestocuyu ABD sokaklarında PHUSFMSDKAFM şeklinde bastırmaya çalışan korumalar, bir tür geri püskürtme silahını sahada mı deniyorlar diye şüphe ederken, benim muhteremin sesinin de benzer bir silaha dönüşebileceği geldi aklıma.

Hayır, benim muhterem öküz değil, böğürmüyor, onun silahı daha etkili.

19 Nisan 2016 Salı

Hafta sonu, kitap fuarı ve başka şeyler

Senelerdir (10 seneden fazla oldu) blog yazarım, yorum kısmı denetimsizdir, gelişine sallayabilirsin yani. 
Şimdiye kadar küfür de yazıldı, laf da edildi yorumlarda, Allah biliyor ya bir tarafıma sallamadım, cevap yazmaya tenezzül bile etmedim. 
Düne kadar. Dün maillerimi açtım bir baktım bloga yorum gelmiş, seneler evvelki bir yazıya. 
Bana kendince had bildiriyor. Beni ettiğim laf konusunda terbiye edecek aklı sıra. 
Hayatımda ilk kez çemkirdim. Oh be.

15 Nisan 2016 Cuma

6 dakika: Fotoğraf

Bir bankta oturmuş sohbet ediyorduk. Altıncı sınıfların rehberlik dersinde küçüklerin sınıflarına gelip öğretmenlik yaptıklarını anlatıyordu, boyamalarına yardım ediyorlarmış mesela ya da Almanca konuşuyorlarmış onlarla. “Siz küçükken okulunuzda var mıydı böyle yapıyor muydu büyükler?” Pek hatırlamadığımı söyledim, belli ki bu uygulama hoşuna gitmişti, sordum, evet dedi, onayladı, eğlenceli oluyormuş. Birlikte parkın içinden geçenleri izledik bir süre. Sonra baktım gözlerini kapatmış. “N’oldu uykun mu geldi?” diye sordum, o yokuşu çıkmak yedi yaşında bir çocuk için kolay değil biliyorum. Hayır, dedi. "Fotoğraf çekiyorum, bu anın fotoğrafını çekiyorum, sonra birlikte bakarız."

14 Nisan 2016 Perşembe

Farkındalığın da farkında olmak

Blogda arama kısmı var, sağ sütunda, “farkındalık” kelimesini arattığınızda onlarca defa tanımlamış, cümle içinde kullanmış, güya içselleştirmişim bu kelimeyi. Günlük yaşamımda da kullanıyorum, yani “blogda neysem yaşamda da oyum” mesajını alınız lütfen.

Derhal birkaç örnek sunuyorum, aralarında çok eğlenceli yazılar varmış, yazdığımı bile unutmuşum, epey eğlendim okurken:) (“siz de okuyun!” mesajını alınız lütfen:P)

Burada analık mertebesinden tanım yapmışım;

Burada farkındalığa çok pis sövmüşüm:

Burada da ahkam kesmişim:

Ve daha onlarca defa yazmışım ama sorun şu ki; ben bu kelimeyi tam anlamamışım.

6 dakika: Doğarım

Ben her sabah yeniden doğarım, küllerimden.
Her gece tüm dertlerimi rüyalara yükler, her sabah güneşe doğarım.
Her uykuda ölür zihnim her sabah doğumumla canlanır, yeniden hem ruhum hem bedenim.
Yüzüme çarptığım bir avuç su cansuyum olur, ensemden süzülür damlalar.
Damla damla tekrar doğarım, her sabah ve her sabah ömrümün kalanının ilk gününe doğarım. 
Her gece ne kadar sancılıysa yok oluşum, o kadar huzurlu olur sabaha doğuşum, sancısız, sükunetle her sabah yeni bir zihne doğarım.

12 Nisan 2016 Salı

Napoli Romanları serisi

Bazı günler kitapların etkisinden çıkmam zor oluyor. Kitap bittiğinde, düşsel bir bulutun puf diye kaybolduğunu ve atmosfere dağıldığını hissediyorum. Düşsel bulutun arkasında kalan şey ise gerçeklik. Daha doğrusu bizim adına gerçek dünya dediğimiz farklı bir düzlem. Bazı günler, ne okuyor olursam olayım, bir polisiye, bir aşk, bir kişisel gelişim ya da teorik bir öğreti kitabı fark etmez, bu düşsel bulut dağılması çok uzun sürüyor ve samimi olmak gerekirse, hiç bitmesin istiyorum.

Napoli Romanları serisi denen 4 cilt kitabı bitirdiğimde de benzer bir bulut tarafından uzunca bir süre sarmalandığımı fark ettim. 

8 Nisan 2016 Cuma

6 dakika: RUHUM

Babam telefon etti. Tahta bavulunu anlattığım yazıyı kahkahalarla okumuşlar sabah, paylaşmak istemiş. Sen nasıl yazıyorsun öyle dedi, nasıl zaman buluyorsun ve birkaç satır değil ki cidden uzun uzun yazıyorsun dedi. (Bir mühendisin, bir teknik adamın yazmaya yaklaşımını okudunuz:) )

Cevap veremedim. Cevap veremezsin. Yazmak yaşamsal ihtiyaçlarından biri ise, cevap veremezsin.

Yazmanın benim için bir terapi olduğunu unutmuşum. Bir süredir yazılarımın seyrekleştiğini ve değiştiğini fark eden sevgili Ahu’nun, “hayırdır, neyin var” diye sorduğu mailine cevap yazarken fark ettim. Önce yoğunluk, iş güç dedim ama ben bundan bile daha yoğun olduğum zamanlarda birkaç satır olsun yazmayı ihmal etmemiştim. Sonra fark ettim ki, gündem beni çok yaraladı, çok ağır geldi bana. Bombaların ardından bomba gibi düşen çocuk tecavüzlerinden çok etkilendim. Her zamankinden daha fazla. Bu ister istemez her şeyime, yazılarıma bile bir şekilde yansıdı.

Halbuki yazmak benim için terapi ve bu blog bir özgürlük alanı. Yazdıklarımın beğenilip beğenilmeyeceği kaygısını duymadan yazıyorum ve koyuyorum, beğenen payına düşeni alıyor, beğenmeyenin canı sağ oluyor. Galiba benim özgürlüğüm burada başlıyor, kimse için değil kendi iyiliğim için yazmakta başlıyor, en büyük özgürlük başkaları ne düşünür kaygısında sıyrılmakmış meğer.

5 Nisan 2016 Salı

Hangi nesil daha şanslı?

“On bir yaşımda elimde tahta bavul, ayağımda lastik ayakkabılarla İstanbul’a okumaya gittim, sene 1956…”

Babamı tanıyan herkes, hayatında en az bir defa bu cümleyi kendisinden duymuştur. Ben, defalarca… Ve sadece bu cümleyi değil, Beyoğlu’na takım elbisesiz çıkılmayan günleri, İnönü Stadında kaşar ekmek satarak maçları izlediğini de çok defalar dinledim. Hayatta en sevdiğim anılar, sanırım babamın İstanbul anılarıdır. "Eski zamanlar ne güzelmiş" dedirtir.

29 Mart 2016 Salı

Ne var ne yok?

Bizim yer cücesinin bu yılı antibiyotiksiz kapatacağına dair, kalbimin ıssız bir köşesinde, betondan fırlamış ot gibi yeşermeye çabalayan umudum, bir “kulağım biraz ağrıyor annem” cümlesiyle bin parçaya bölündü. Ateş ve ağrı nöbeti, saatlerin ileri alınmasına ulanarak uykusuz bir haftaya başlangıç yaptırdı, hayırlara vesile…

Arca’nın hastalanmasının İlker’in balığa çıkmasıyla yüzde binbeşyüz ilgisi var. En son ateşi kırklara çıktığında da balıktaydı, ateşe çevirmeyen fakat gecemi öksürüğe teslim eden o ne idüğü belirsiz hastalık zamanında da… Bu defa da İlker’in telefonundan rüzgar tahminlerine bakarak “tam balık havası” lafını mırıldandığını duyan mikroplar alarma geçti ve daha çocuk bir fırk burun çekmeden orta kulak enfeksiyonuna teslim oldu. GAG! (gençler bilmez, Gülse Birsel’in şeker gibi programı Garip ama Gerçek’in kısaltılmışı)

24 Mart 2016 Perşembe

10 Maddede gündemden kopma yolları

Şiştiniz mi? Al benden de o kadar. Hafta başından beri o facebook senin bu twitter benim, içim şişti yeminle. Bu kadar mı kötülük olur, bu kadar mı yobazlık sapıklık, pislik olur bir memlekette. En son çocuk tacizlerinin incelenmesinin meclise getirilmesi, akepe tarafından reddedilince bende asfalyaları attı. Kenardan dikiz usulü takip ettiğim mecralarda çok ağır küfürlerle trollere hedef olmamak için sükunetimi korumam, oralardan acilen uzaklaşmam lazım. Ve tabii hayata dönmek için gündemden kopmam lazım.

Neyse bacım, sadede gelelim. Günün çorbası blog hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak siz sevgili okuyanlarına bir süredir çıkmak için çırpınmakta olduğum gündemden kurtulma önerilerini sunuyor naçizane…

22 Mart 2016 Salı

kısa #15 : Kıyamet bu olsa gerek

Brüksel'de onlarca insanın canını aldı terör. Bizim istihbaratımıza b.k atıyorlar ya, yuh onlara, dört gün öncesinden uyardı bizim dünya liderimiz, patlar dedi, Brüksel çok mu farklı dedi, önlemlerini alsalardı. Ama kanımca kendi ülkesinin istihbaratını Almanya'dan öğrenen bir milletin liderine kulak asmadılar.

Güvenliğimizi Almanya'ya ne kadar borçluysak, adaletimizi de o kadar ABD'de arıyoruz. Allah biliyor ya, o rıza denen hırsız Türkiye'de yakalansaydı bu kadar sevinmezdim. Eh yani, üç güne kalmaz salınır, onu içeri atan savcı görevden alınırdı.

Savcıyı görevden almak deyince, Ensar vakfındaki tecavüz olaylarını yargıya taşıyan savcı görevden alınmış diye duydum. Sonra biz dünyaya sapıklığımızı şikayet ediyormuşuz diye ayıplanmışız, tabii ya kol kırılır yen içinde kalır değil mi? Hem bi' kereden bi'şeycik olmaz. Hayır bunu ben demiyorum, Aile Bakanı bir kadın diyor. Bak haberi de burada;

Hizmetleriyle gurur duydukları Ensar Vakfı’yla ilişkilendirilmek istenmesinin kötü niyetli insanların suistimali olduğunu savunan Bakan Ramazanoğlu, “Buna bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” dedi.

Zaman zaman düşünüyorum. Hep bu kadar korkunç muydu bu ülke? Hep sıkıntılar vardı ama bu kadar sapkınlık, bu kadar kötülük, bu kadar cahillik, pislik var mıydı yoksa biz mi daha bir farkında olmaya başladık? Devlet mensubu olmasını bırak, bir insan kırk beş çocuğun tecavüzünün ardından nasıl hala leş bir kurumu savunur? 

Kıyamet bu olsa gerek.

21 Mart 2016 Pazartesi

Ümitsiz vaka

“En çok hangi rengi seversin?” diye soruyor, “kırmızı” diyorum. Renkli yara bantlarının içinden arayıp kırmızıyı buluyor, gözleri parlıyor.

Parmağımı rendeye kaptırmışım, acıyor. Birlikte sarıyoruz parmağımı, güzel oldu diyor. Kapıda sarılıyoruz.

Sineklerin Tanrısı

Sineklerin Tanrısı’nı google’layınca çevirisini yapan Mina Urgan’ın “son söz”ü de dahil olmak üzere pek çok bilgi bulabilirsiniz. Simgesel bir kitaptır, son derece basit ve net bir şekilde bize, aslında en vahşi yaratık olduğumuzu çocukluğumuz üzerinden anlatır.

18 Mart 2016 Cuma

“Ben başıma gelen şeylerin sonucu değilim, ben, olmayı seçtiğim kişiyim.”

Hiç tanımadığımız ve belki de hiç yollarımızın kesişmeyeceği insanlarla ortak yanlarımızın olması çok ürkütücü değil mi?
Tornadan çıkmış gibiyiz.

Otuz yaş civarı plaza insanları hakkındaki gözlemlerini çok isabetli aktaran bir blog yazısını ortak paydaya alan o kadar çok insan vardı ki… Ben de dahil olmak üzere, birbirimizde bulduğumuz benzerliği yakınlığa dönüştürdük ama herkes o kadar yakın hissetti ki, kimse benzerliğin bu kadar üzerinde durmadı.

Gerilim filmlerini aratmayacak ürkütücülüğüyle hepimizin aynı olduğu gerçeği,  suratımıza tokat gibi çarparken, el yordamıyla kurduğumuz hayallerin bile birbirinin benzeri olmasına ne demeli?

Ne ara hayal gücümüzü elimizden aldılar acaba? Yaratıcılığımızı ne zaman yok ettiler ki, girdabın içinden çıkma çabalarımız bile bir örnek?

16 Mart 2016 Çarşamba

"So what?! You have robot, we have Allah!"

İzmir’deki havaalanında güvenlik kontrolünü teke düşüreli epey olmuştu. Dün sabah baktım, yine kapı girişine dizmişler. Unutmaya gayret etsen de, terör her yerde, kanıksaman için tüm evren el ele vermiş.

İstanbul’da metroya binerken belli belirsiz bir tereddüt geçti hissiyatımdan, sonra dedim ki; İzmir’de her gün en az iki defa biniyorsun hem de en işlek duraklarından, tırsacaksan her gün tırs. Hatta artık her gün kocanla evladınla helalleş.

İşe gitmek var dönmek yok…

10 Mart 2016 Perşembe

Kimle yemeğe çıkmak isterdiniz?

Sosyal paylaşım siteleri her zaman tukaka değil. Mesela facebook’ta çok güzel makaleler çok iyi videolar bulma şansınız olabiliyor. Geçen akşam bir video izledim. Bir araştırma için sanırım, katılımcılara “ölmüş veya yaşayan herhangi biriyle yemek yeme fırsatı verilse, kimi seçerdiniz?” diye soruyorlar.

9 Mart 2016 Çarşamba

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.23

 Az sonra yazacaklarımın benim entelektüel kişiliğimle uzaktan yakından ilgisi yoktur, tamamen salaklığımla ilgisi vardır, kayıtlara böyle geçsin lütfen.

Bendeniz kitap okumayı pek severim, sanırım burayı okuyan herkes bilir. Kitaplardan yazarlardan edebiyattan sohbet etmeyi de pek severim. Güya tanırım da hani yazarları…

Sanıyordum. Pabucumun enteli!

Vicdanın sesi radyosu

Bazı günler Arca ile anlaşmak imkansız oluyor. Defalarca yapmaması konusunda uyarmış olduğumuz bir şeyi inadına gibi yapabiliyor. Bazen de ben müthiş gergin ve sabırsız oluyorum ve herkes gibi Arca da bana sürekli batıyor. Geçenlerde bir cumartesi ateşlendi ve evden çıkmamaya karar verdik. Meğer ben bu cüceyi kurs kapılarında beklemekten hoşnutmuşum. Eh yani kim kitap okuyup kahve içmek istemez? Kim kendi ile baş başa kalmak istemez?

O gün onunla evde tıkılı kalma psikolojisinden nefret ettim. Bir de üstüne “birlikte zaman geçirelim” demez mi? Çocuk sanki sülaleme küfretmiş gibi bir başladım bağırmaya: “ben senin arkadaşın mıyım? Benim canım oynamak filan istemiyor”, “bıktım, yoruldum, sıkıldım, beni rahat bırakın” bunlar hatırladıklarım. Bir de kim bilir hatırlamadığım neler var. Kendimi tuvalete kapattım ve Arca’nın beni merak etmesine yetecek bir süre orada kaldım.

8 Mart 2016 Salı

kutlama?

Günün anlam ve önemine istinaden bir "Dünya Emekçi Kadınlar günü" yazısı patlatmalıydım.
Ne yazsam diye düşündüm. Karşıyaka belediyesinin #sanane afişlerini mi, bunları üzerine alınıp çatanları mı, neyi anlatsam dedim. Bir tarafta bir günlüğüne çiçek böcek muhabbetleri bir tarafta daha eşitlikçi kutlama mesajları…

Arkama dayandım ve baktım.

3 Mart 2016 Perşembe

Bok mu yiyelim?!

Haftada bir pazara gitmezsem kendimi eksik hissediyorum. İlla gideceğim, tanıdık tezgahlardan hem alışveriş yapacağım hem sohbet edeceğim satıcılarla. Geçenlerde bizim Üçkuyular pazarının son günleriymiş diye yerel bir gazetede okuyunca soluğu Göztepeli patates soğancı abide aldım. Nasıl ki Göztepenin oyuncularını biliyor, maçlarını portatif radyosundan takip ediyor, bizim mahallenin insanı, bu olayı da bilse bilse o bilir dedim. Yanılmamışım. Biliyormuş. Yanılmışım daha onlara çık diyen yokmuş. Belediye başkanı ulaştırma bakanıyla konuşup birkaç alternatif yerden birini ayarlayacakmış bizim pazara. O Binali bizim hayrımıza pek bir şey yapmaz ya – defalardır seçmiyoruz o da haklı bir yerde – neyse… umudumuzu yitirmedik. 

2 Mart 2016 Çarşamba

Yaşlanmak

Bir gün “estetik ameliyata gidiyorum” ya da “botox yaptırmaya karar verdim” gibi cümleler duyarsanız benden, bu yazıyı koyun önüme, ciddiyim.

Benim yüzümde, özellikle de göz çevremde çok fazla kırışıklık var. Yaşıtlarımdan daha fazla. Eh ben çok gülümseyen, mimiklerini çok kullanan birisiyim. Sonra açık tenliyim ve cildim kuru. Yani benim göz çevrem kırışmayacak da seninki mi kırışacak? Yok, vallahi bırakmam!

Kozmetiğe çok para harcamadım (harcayamadım) ama cildimi de nemsiz bırakmadım Allah için. Zaten yakın çevremden son on senedir uyarı alıp duruyorum, “cildin çok kırışacak, çok çabuk yaşlanacaksın…” İyi de ne yapayım? Genetik olsun, mimik olsun hep aleyhime çalışıyor, şerefsizler! 

1 Mart 2016 Salı

Tohum

İğne oyalarının, saten yorganların yanı sıra eskiden köy yerinde kızların çeyizlerine tohum koyarlarmış, ya da çiçek soğanı. Annemin çeyizinden kalma zıpçıktılarınhikayesini anlatmıştım. O tohumlardan tohumlar üretilir, yüzlerce yıl boyunca sürdürülebilir bir gıda temini sağlanırmış.

“Mış” diyorum çünkü artık böyle bir şey yok!

29 Şubat 2016 Pazartesi

Şubat biter, Mart gelirken...

Şubat biterken…

Ne yaptım değil, ne yapmadım diyeceğim…

Mesela hala yılbaşı ağacını kaldırmadım. Arca’nın yoğun muhalefeti normalde bana sökmez ama işte serde tembellik olunca…

Sonra hala bisikleti bakıma alamadım. Halbuki nefis bir hava var. Henüz işe gidip gelirken kullanmak için erken olsa da bir Pazar günü sahilde turlayabilmeliyim. Zira bizim evin erkekleri Pazar günleri zinhar dışarı çıkmıyorlar. Bense bir pazara gidip geliyorum, biraz da bisikletle gezsem fena mı olur?

Kilo veremedim, hatta üstüne aldım. Bu vakitler yıllık olağan “kilo vermeliyim, yaza şurda ne kaldı” gündemini çoktan yakalamalıydım. Hafta içi evden ofise götürdüğüm ev yemekleri, ultra hareketli bünyem ve mümkün mertebe sağlıklı beslenme ile en azından kilomu korurum diyordum ama hafta sonu içilen biralar bana yol su elektrik göt ve göbek olarak geri döndü. Kaç kilo fazlam olduğunu bile bilmiyorum zira hayatımda ilk defa tartıya çıkmaya korkuyorum.

Dinlenemedim. Katiyen! Hemen her hafta şehir dışı (hatta bazen haftada iki) ve ev işleri sebebi ile hiç dinlenemedim.

27 Şubat 2016 Cumartesi

Dumur diyalog #156

Okuldan geldiğinde babasıyla ödev konusunu konuşuyorlar.
İ: Bugün ödev var mı?
A: Okuma ödevi var.
İ: aa matematik veya yazma ödevi yok mu? Onlar eğlenceli oluyor.
A: Bir şikayetin varsa öğretmenimize iletebilirsin.

21 Şubat 2016 Pazar

Sevdiğin işi yapmak çözüm mü?

Birkaç yıl önceydi, çocuktan sonra iş hayatını bırakan tanıdığımın hobisi olan el sanatlarını iyice ilerlettiğini ve artık işi haline getirdiğini İlker’e anlatıyordum. Ne güzel, diyordum, ne şanslı, hobisini işi haline getirdi. İlker benimle aynı fikirde değildi. Hobini işe dönüştürmenin artık onu hobi olmaktan çıkaran bir bedeli olduğunu söyledi. İş iştir, hobi hobidir. Hobin işe dönüşürse artık hobin olduğu zamanlardaki kadar sevemeyebilirsin, çünkü artık parasal bir çıkar işin içine girmiştir. Yani uzun lafın kısası, özgünlüğün gider. Dememişti ama böyle demek istemişti. 

Muhteremin kesin sınırlarını seviyorum. Ama o gün, hayallere dalmış olduğumdan mıdır, tanıdığım adına heyecan duyduğumdan mıdır bilinmez, bu düşüncesini sevmemiştim.

“Sevdiğin işi yaparsan, ömür boyu çalışmak zorunda kalmazsın” dayatmasının tam tersi bir düşünce.

20 Şubat 2016 Cumartesi

Kitap yorumu: Napoli Romanları serisi

Bu ara kendimi deli gibi okumaya verdiğimi kabul ediyorum.
Aslında kafa yorucu veya edebi yoğunluğu fazla olan kitaplar değil bunlar. Özellikle de Napoli romanları serisi. Şimdilerde çok satanlar listesinde olan “Benim olağanüstü arkadaşım”, “yeni soyadının hikayesi”, “terk edenler ve kalanlar” sırasıyla dört cildin ilk üçü.
An itibariyle üçüncüyü okuyorum.

Şık ve Kullanışlı Mutfak Takımları

Masa ve sandalye seçimi mutfak dekorasyonu için oldukça önemlidir. Mutfağınızda şık bir görünüm

yaratmak, yemek yediğiniz ve misafirleri ağırladığınız yere estetik bir görünüm kazandırmak için doğru

masa ve sandalye takımlarını seçmeniz gerekir. Bu seçimi kendi zevkinize veya mutfağın genel

dekorasyonuna uygun bir biçimde yaparak şık bir uyum yaratabilirsiniz.

Masa ve sandalye seçiminde görsellik kadar malzeme kalitesine de dikkat etmeniz gerekir. Mutfakta

kullandığınız malzemelerin küflenme, çürüme, paslanma gibi deformasyonlara uğramaması sağlığınız

açısından son derece önemlidir. Ayrıca yemek yediğiniz yüzeylerin kolay temizlenebilir olmasına da önem

vermeniz gerekir. Bu bakımdan mutfağınız için sandalye ve masa alırken tercih ettiğiniz mağazaya dikkat

etmelisiniz.

Türkiye’nin ilk ev dekorasyonu sitesi olan Evmanya’nın kataloglarında mutfak dekorasyonu için harika

ürünler bulunuyor. Site üzerinden mutfak için masa ve sandalyeye ulaşabilir ve zevkinize uygun,

kullanışlı sandalye takımları bulabilirsiniz. Firma kataloglarında klasik yemek odası takımlarından minimal

ve modern bir şekilde dizayn edilmiş takımlara kadar birçok mobilya takımı yer almaktadır.

Evmanya’da bulacağınız yemek masası takımları mutfağınızda olduğu kadar balkon, teras, salon gibi

alanlarda da şık bir görünüm yaratacaktır. Eğer yemek masası takımlarınızı yalnızca çeşitli öğünlerde veya

misafir ağırlarken kullanmak istiyorsanız açılır-kapanır masaları ve üst üste konulabilen sandalyeleri tercih

edebilirsiniz. Bu eşyalar kullanılmadıkları zaman yer kaplamayacak şekilde tasarlanmıştır.

Yemek masası takımları seçerken görsellik kadar dikkat etmeniz gereken bazı unsurlar bulunuyor.

Öncelikle besin konulan yüzeylerin kolay temizlenebilir olması gerekir. Ayrıca küflenme, çürüme,

paslanma gibi dezenformasyonlar gerçekleşmemelidir. Evmanya tarafından satışa sunulan yemek masası

takımlarının tamamı kaliteli malzemeden imal edilmekte ve hijyenik bir kullanım olanağı sağlamaktadır.

Firma katalogları üzerinden mutfak için masa ve sandalyeye ulaşabilir ve onları güvenle kullanabilirsiniz.

Farklı zevklere hitap eden eşya takımlarıyla bilinen Evmanya, birbirinden güzel yemek masası takımlarını

beğeninize sunuyor. Yapmanız gereken tek şey beğendiğiniz ürünü internet üzerinden seçmek ve sipariş

vermek. Satın aldığınız ürün veya ürün takımı kısa sürede adresinize ulaştırılacaktır. Evmanya kalitesinden

memnun kalacağınızdan emin olabilirsiniz.

19 Şubat 2016 Cuma

geldiği gibi

Akşam Arca uyuduktan sonra kahve yaptım, İlker kendisi için kaydettiğim Poyraz Karayel dizisini izlerken ben de Napoli Romanları serisinin üçüncüsünü okuyordum. Televizyon açıkken bile okunabilen kitapları seviyorum.

Elena’nın var olma çabasını okumak beni kendi gerçeğimle yüzleştirdi. Birinin annesi ve birinin eşi olmak için mi okuyor, kendimizi yetiştiriyorduk? Neden hiçbir erkek birinin babası ve birinin eşi olmuyordu da bu birinin bir şeysi olma sorgulamasını biz yükleniyorduk? 

18 Şubat 2016 Perşembe

Hal gidişat

Ülkenin durumu malum. Hani o ülkeden ne yapıp edip gitmeli diyenler var ya, ben onlara hiç kızmıyorum, onları yadırgamıyor, yargılamıyorum. Devletin hemen hiçbir kurumuna güvenmiyorsan, oyuna sahip çıkmaya mecbursan, en basitinden, sabah çıkıp ancak bomba patlamazsa evine dönebileceğini düşünüyorsan, ülken herkese kafa tutuyor, her komşunla kavgalıysa, huzur ortamın yoksa, ne kadar kabuğuna çekilebilirsin? Hafta başı iki gün İstanbul’daydım, orada büyük resmi daha iyi görüyorsun. Çıkış yolu bulamadığımız noktada kendi işimize bakalım, güvenli zırhımızın içinde yaşayıp gidelim noktasına geldik. Çünkü başka şansımız yok, bizden daha büyük bir şeyler var ve biz kendimizi korumak istiyorsak en azından ruh sağlığımızı, sınır çekmeliyiz. Şimdilik o kadar.

Kendime bazen çok kızıyorum. İyi okullarda okumuşuz ama vizyon sahibi olamamışız, diyorum. Üniversiteden sonra yurtdışında okumak için çabalayan birçok arkadaşımı tiyatro seyreder gibi seyrettim. Çok net hatırlıyorum. Onlara da altın tabakta sunulmadı ki fırsatlar, ellerinden geleni yaptılar. Ben bunu bile yapmadım. Tembellikten, belki özgüvensizlikten ama bence en çok vizyonsuzluktan. Olurdu olmazdı bilemem, ama denemedim bile. Neyse en azından geç de olsa farkındayız artık, bundan sebep oğlanı yurtdışında öğrenimini devam ettirebilme şansı hangi okuldaysa ona verdik:) Olur olmaz bilemem, ona kalmış, biz elimizden geleni yapalım da… 

17 Şubat 2016 Çarşamba

kısa #14: başımız sağ olsun.

Arca maç izlerken uyuyakalmıştı (her zamanki gibi). Elimde telefon biraz sosyal medyaya bakayım dedim. Garip bir yavaşlık var. Kablosuz bağlantıyı bıraktım, 3G denedim, aynı. Facebook aynı, twitter aynı. Normal bir ülkede yaşıyor olsaydık, genel bir internet arızasına bağlardım ama hayır, burası Türkiye, burada sosyal medya bağlanma sorunu yaşıyorsa, bir olay olmuştur.

Olmuş. Ankara.

Kim yapmış, kim ölmüş, ölenler kimlerdenmiş(!) ... Bunlar bana detay artık. İlgilenmiyorum. Televizyonda saçmalayan bıyıklı bir adam 28 ölü dedi, allah rahmet eylesin. 

Bu olayların tek faili vardır, o da işini beceremeyen, eline yüzüne bulaştıran yetkililerdir. Bundan evvel yüzlerce insanımız ve bugün vefat eden 28 insanımızın vebali utanmadan o koltuklara nazik popolarını koymaya devam edenlerindir.

Başımız sağ olsun. 

12 Şubat 2016 Cuma

Dumur diyalog #155

Y: Arca yarın sütün son kullanma tarihi, akşam iç tamam mı?
A: Hepsini içemezsem sütlü tatlı yaparız.
Y: İyi fikir. Ne yapalım?
A: Kurabiye!
(Bazen bizim oğlanın kafası çalışıyor demek için aceleci davranıyorum, kurabiye ne ya?)
.................

10 Şubat 2016 Çarşamba

İstanbul'da çocukla tatil: Kidzania, Legoland, Sealife, Jurassic Land

Zeynep’le çocukları İstanbul’da açılan Legoland’e götürme fikrinin ilk ne zaman şekillendiğini hatırlamıyorum. Sömestr tatili olsun dedik, bir nevi karne hediyesi gibi. Sadece Legoland’e değil Kidzania ve bunun gibi çocukların seveceği ve İzmir’de olmayan oyun/etkinlik merkezlerine gidecektik. Hatta kocaları bırakalım, anne çocuk olarak gidelim, hem daha az maliyetli olur diye düşündük. Toplu taşıma ile ulaşımı sağlardık, fazla da kalmayacaktık zaten üç gün yeterdi. Akşamları çocukları erken uyuttuk mu, otel odasında ayağımızı uzatır şarabımızı yudumlarken sohbet ederdik… Şahane bir plan!

9 Şubat 2016 Salı

Esra Erol, Foucault, edebiyat

Survivor’ın ilk bölümü. Her ortalama Türk ailesi gibi geçtik televizyonun karşısına bakıyoruz. Bence televizyon izlemek değil, televizyon bakmak diye bir eylem olmalı. Zira izlemek biraz daha komplike bir şey, televizyon ise çok da kafanı yormadan “bakmak”la da rahatlıkla beynine kaydedeceğin mesajlarla dolu.

Neyse…

Benim muhterem, hemen birini işaret etti, “benim stilim” (ya da aynı konseptli başka bir program) programında yarışmacıydı bu, dedi. Nasıl ya? Diyecek oldum sustum. İlker televizyonda yayınlanan reality show’ların hemen hepsini izler. Ütopyayı da, evlendirme programlarını da.

8 Şubat 2016 Pazartesi

Arca ve spor

Arca’ya bazen üzülüyorum. Bence onun için hayat zor.
Çünkü karşısında sürekli “konuş evladım, meramını düzgünce anlat, mızıldanma” deyip duran ebeveynleri var. Garip bir hayal dünyasından onu sürekli çıkaran tipler bunlar. Karakter yapılarımız hiç benzemiyor. Tamam zaten o bir birey, bağımsız bir birey tabii ki benzemeyecek de, zıtlıklar yoruyor. Uzlaşmaz bir döngünün içinde debelenip duruyoruz. Biz muhteremle tüm farklılıklarımıza rağmen asgaride buluşabilen insanlarız. Ailenin diğer üyesindeki bu aykırılık da neyin nesi?

Ota boka ağlıyor. Bazen gel yavrum ağla için açılsın diyorum da bazen de eh be çocuğum buna da ağlanır mı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Hemen dudak bükülsün, hemen gözler dolsun. Tüm neşesine rağmen hassas ve melankolik bir yapısı var.

Diyorum ya, hayat onun için zor. Küçük balık burcu…

5 Şubat 2016 Cuma

Kendini değerli hissetmek

Çocuklarımıza vereceğimiz en önemli şey nedir?
Koşulsuz ve sınırsız sevgi?
Sıcak huzurlu bir yuva?

Tabii ki hepsi ama hepsinden değerlisi “değer”. Evet, değer vermeliyiz. Kendisinin değerli olduğunu hissettirmeliyiz ki kendisini sevsin. Yetişkinliğinde de kendisini seven bir birey olsun. İnsan kendisini severse, kendi kaderini eline alacak cesareti bulur. Cesaret ise, körü körüne korkusuzluk değildir. Cahiller ve ahmaklar korkusuz olur, cesur insanlar ise korkularına rağmen eyleme geçerler. Cesaret, korkulara rağmen eyleme geçebilmektir.

Bu aralar çok fazla kişisel gelişim kitabı okuduğum belli oluyor mu? İhtiyacım varsa demek…

29 Ocak 2016 Cuma

ondan bundan şundan

Değişik bir şey oldu. Masalı paylaşmam onu herkese armağan etmem beni müthiş hafifletti. Okuyanlar beğendiklerini söylediler ve ne güzel temennilerde bulundular. Ve hatta çocuklarına okuduklarını ve çocukların da sevdiklerini söylediler:) Çok teşekkürler:) Sanırım bundan daha büyük bir mutluluk olamazdı.

Sevgili Secce, bir kız bir oğlan blogundan tanıyorsunuz onu, yayınevlerini tekrar denemem gerektiğini söyledi mesela, hiç de itiraz etmedim, tekrar gönderdim. Sonra fikrine güvendiğim arkadaşlarıma gönderdim. Masal Arca için yazılmıştı, burayı okuyanların ve beğenenlerin çocuklarına armağan edilmişti, bir yayınevi de getir resimleyelim ve yayınlayalım derse, o zaman daha fazla çocuğa resimlerle ulaşmış olur. O kadar…

Arca çok hasta. Pazar akşamından beri ateş düşmedi. Sadece ilaçlarla biraz düşüyor o kadar. Burun akıntısı, öksürük… Artık en son İlker dün aldı doktora götürdü. Grip testi negatif çıktı. Boğaz kültürü sonucuna göre antibiyotiğe başlayabilir. Yarın İstanbul’a gidiyor olmasaydık, bu kadar gerilmezdik ya, neyse…

27 Ocak 2016 Çarşamba

Dört yıl önceki şahsıma sevgiyle... Artık özgürsün.

Bir süredir yazıştığım bir arkadaşım var. Hayır, birbirimizi hiç görmedik, hiç tanışmadık. Bloga “adsız” yorum bırakan B. , bir gün bana bir e-mail yazdı. Zamanlama o kadar müthişti ve o kadar ihtiyaç duyduğum şeydi ki, resmen sarıldım. Her canlıya “bütün sevgimi sana vericem” diyerek cıcığını çıkarırcasına sarılan Elmayra adında bir çizgi film karakteri vardır ya işte onu gözünüzde canlandırın. Elmayra benim!

26 Ocak 2016 Salı

Kitap yorumu: Büyük Sihir // bölüm 2

Elizabeth Gilbert’in TED Talks’taki konuşmasından bahsetmiştim. 

O konuşma beni Büyük Sihir isimli kitabıyla buluşturdu. Ne tesadüf ki, kitap Türkiye’de daha yeni yayınlanmış. 
--- LAN yoksa bir pazarlama stratejisinin kurbanı mı oldum lan! --- 

Kitap yorumu: Büyük Sihir // bölüm 1

Kaptan Düşükdon'un maceralarında maceranın kendisine gelesiye kadar birkaç "önce şu" öyküyü okursunuz. Tamam, anlatacaktır ama "önce şu" öyküyü anlatmalıdır. 

Bir Kaptan Düşükdon macerası vaat etmiyorsam da benim de ilgi çekici bir maceram var, o yüzden az önce bitirdiğim Büyük Sihir isimli kitabı anlatmadan "önce şu" olayı okuyun, diyeceğim, sonra “sadede gel kadın, ne çok konuştun” demeyesiniz.

22 Ocak 2016 Cuma

Kariyerinizi nasıl alırsınız? Makro, mikro, multiple?

Her yıl iki defa uğradığım göz doktorum, şahsına münhasır birisi. Özgeçmişinin sonunda “evliyim, bir çocuk babasıyım ve kelim” yazarak günümü müthiş şenlendirmişti. Göz sağlığıma önem verdiğimden ya da doktorumun eğlenceli mizacından dolayı yılda iki defa gitmiyorum kontrole. Sağlık sigortasına kaktırdığım lenslerim altı ayda bir bitiyor da o yüzden gidiyorum. Muayene gerçekte en fazla yedi dakika sürüyor ama sohbet uzuyor.

Geçen yine sohbet sırasında nerede çalıştığımı, kaç senedir çalıştığımı filan sordu. Genelde on iki sene deyince insanlar şaşırıyor.

Genç gösterdiğim için değil, biliyorum. Şimdiki trendin aksine aynı yerde kök saldığım düşünüldüğü için. Şimdi trend “mikro kariyer”, üç sene bir yerde iki sene bir yerde çalışmak… Dikey bir kariyer planı değil, nerede para nerede daha iyi imkanlar oraya geçiş üzerine kurulu bir kariyer yapısı var artık. Belki jenerasyonun yapısı ile ilgili, hiçbir şeyden tam tatmin olmayan bir nesil geldi bizden sonra. Bir taraftan şirketler de böyle bir kariyer yolu benimseyenleri tercih ediyor, sonuçta maliyetler herkesin malumu.

Ama benim anlatacağım kariyer tipi mikro kariyer değil, bu trend bile geçmek üzere. Biz fosil olduk:)

21 Ocak 2016 Perşembe

M Treni Patti Smith

"Lütfen sonsuza dek kalın. Gitmeyin. Büyümeyin”

Arca'nın bu ara iyice büyüyen ve koca bir adamınki gibi kokan ayaklarından nefret ediyorum. Bebekken yaptığımız gibi burnuma sokuyor ve kıkır kıkır gülmemizi bekliyor. Ama ben sinir oluyorum. Halbuki onlar benim çocuğumun en sevdiğim yeriydi.Lanet olsun büyüyor.

20 Ocak 2016 Çarşamba

Kadın Girişimciler: Elit Meze

Çalışan kadınların halini yine en iyi kadınlar anlar.
O hiç görülmeyen fark edilmeyen ev işlerinin nasıl kotarıldığını, çalışsın çalışmasın en iyi kadınlar bilir.
Özellikle de yemek. “Ne pişirsem?”
“Misafir gelecek ne ikram etsem?”

Bizim evde ne pişireceğimize de misafir geldiğinde ne ikram edeceğimize de – pişirmek de dahil – gönüllü dahil olan bir muhterem var ama peki her evde muhterem var mı? Yok.

19 Ocak 2016 Salı

Kitap yorumu: Anne, Baba ve Çocuk Arasında

Paylaşmak iyidir. Birilerine bir faydam olur mu, düşüncesi ile yaptığım paylaşımların çok büyük kısmından ben bir şeyler öğrenerek çıktım. Örneğin "ebeveyn kitapları gerekli mi" ve "ebeveyn kitaplarıgerekli" derken onlarca kitapla tanışma fırsatı bulacağımı hiç bilmiyordum. Ama buldum. Mesela "koşulsuz ebeveynlik"... Mesela "Anne, baba ve çocuk arasında"...

Fikirlerine çok güvendiğim birkaç arkadaşım tarafından önerilince, derhal edindim "Anne, baba ve çocuk arasında" kitabını ve sanırım bu kitabı okumak yaptığım en iyi şeylerden biriydi. Şimdiye kadar okuduğum pek çok kitabın bu kitaptan esinlenmiş olduğunu fark ettim. Eleştirel bakış açısı ile öne çıkan "koşulsuz ebeveynlik" ise, Haim G. Ginott ve kitabını çok olumlu anlatıyordu.

Okurken onlarca sayfa işaretlemişim. Bugün, okumamın üzerinden haftalar geçmişken, kitap hakkında birkaç kelam edeyim istedim ve işaretlediğim sayfalar arasında hangisini alıntılasam bilemedim.

18 Ocak 2016 Pazartesi

Çocuklarda müzik eğitimi

Çocuğunuz müzik eğitimi alıyor mu? Bir müzik aleti çalmak için ders alıyor mu? Neden? Neden çocuğunuza müzik aleti çalmak üzere ders aldırıyorsunuz? Neden hem çocuğunuzun hem de kendinizin değerli vaktinin bir kısmını bu işe ayırıyorsunuz?

Yeteneği olsun olmasın, çocukların bir müzik aleti çalması çok önemlidir. Her çocuk müzik yeteneği ile doğmayabilir, her altı yaşında piyano dersi almaya başlayan çocuk Fazıl Say olacak diye bir kaide de yoktur. O halde amaç ne? Açıkçası ben Arca'nın müzisyen halasının yönlendirmesine ayak uydurdum, onun bu konudaki tecrübelerine güvendim, ellerine teslim ettim. Ancak olayın sadece çocuğumun piyano çalmasından başka bir boyutta olduğunu fark ettiğimden beri farklı düşünüyorum.

17 Ocak 2016 Pazar

kısa #13 : Sınır

Arca uyudu. Muhterem kocam yeni oyuncağı Apple TV ile ilgileniyor bana bizim kuşağın çok iyi hatırlayacağı "karışık kaset"imsi müthiş bir şarkı arşivi hazırlıyor. Nefis şarkılar, hemen hepsi üniversite yıllarımızda dinlediklerimizden ve sanırım o yıllardan beridir benim müzikle hiçbir ilgim olmamış. Son on senedir ne dinliyorsun desen, bakar kalırım. Tamam var birkaç sanatçı ama anılarıma katkıları olmadığından olsa gerek, gönül bağım yok. Bak şimdi U2'dan One çalıyor hey yavrum hey. Laf aramızda muhteremle ikimizin şarkısı olur. Neden? Bilmiyorum, bu olsun bari dediydik galiba.

Benim halimse işte tam da bu!

13 Ocak 2016 Çarşamba

Neyi dilediğine dikkat etmek lazım

Metro ile EVKA-3 istikametine gelirken sağda, istikametten dönerken solda, Sanayi ile Bölge durakları arasında, bir zeytinlik çıkıverir karşına. Uçsuz bucaksız. Bana bizimkilerin memleketini, Akhisar’ı hatırlatır. Zeytincilik Araştırma Enstitüsü orası. Ben her gün önünden geçerken – hava da güzelse – ah şu yoldan bir yürüyecek vaktim olsa, ne keyifli yol derdim.

Al işte! Geçen cuma yürüdüm. Hem de yetinmedim, Bölge’den de Bornova’ya kadar yürüdüm. Hay ben o yürüyeyim diyen dillerimi!

#damladakiokyanus : bir iyilik hareketi

Geçen yıl, yılın bitmesine seksen gün kala yılın son gününe kadar her güne bir şükür vesilesi bulacağıma dair kendi kendime bir hedef koymuştum. Kimi gün bulamadım, kimi gün ikişer üçer buldum. Aramaktan, etrafıma bu arayışla bakmaktan vazgeçmedim. Bulduklarımı paylaşmaktan da… Bu, pollyannacılık değildi, “a dilenci gördüm, çok şükür dilenmiyorum” değildi, anlamsız, eğreti olumlama refleksi de değildi. İyilikti. Aslında içimde olanı dışıma vurmaktı. Kendine küçük şükürlerden ördüğün kozanın içinde iyi hissetmekti. İyi olursan, iyi hissedersen, başkalarına da faydan olur…

Tam da ihtiyacım olan zamanda tam da ihtiyacım olan şeyi bulmuştum, iyi gelmişti. O zamandan beri daha fazla şükreden bir insan olduğumu fark ediyorum.

Deli Anne Mümine, “damladaki okyanus olalım” düşüncesi ile kadınları çağırınca, iyilik yapalım, iyilik kartopu gibi çoğalsın çığ olsun deyince işte o günlerin bana verdiği huzuru düşündüm. Hemen mailine cevap yazdım, içinde olmak istedim. Küçüktü büyüktü, fark etmez, önemliydi. Kimseye hiçbir şeye dahil değil ve her şeyin içinde çünkü insan için.

Hep derim bu dünyayı kadınlar kurtaracak, çünkü kadın yapıcıdır, üreticidir, iyileştiricidir.

Kadınlardan çıkan iyileştirici #damladakiokyanus hareketi tüm insanlığın hayrına olsun.

Deli Anne’nin yazısı için, buraya bir tık:)



9 Ocak 2016 Cumartesi

Dumur diyalog #154

Y: piyano çalışmadın arca neden? Gerçekten neden?
A: cubuş bak, şöyle: ben piyano çalmayı çok seviyorum ama piyano çalışmayı hiç sevmiyorum!

--------

İ: arca traş olman lazım yarın murat abine gidelim. 
A: tamam ama modelli olsun şöyle yandan bir şimşek bir çizik yapsın.
(Yaptırmadık tabii ne modeli lan okul zamanı! Ama model dediği şu aşağıdaki görsel)

---------
Arca İlker ve ben basketbol oynuyoruz. 
Arca kulağıma fısıldadı: "cubuş bence sen babişten daha iyi basketbol oynuyorsun."
(Bunun neresi dumur deme! Harbi dumur çünkü ben spor yapmayı beceremediğimden beden derslerinden tam notu garantilemek için sene sonu dans gösterisi hazırlardım ve İlker de okul basketbol takım kaptanıydı, dumur net!)

8 Ocak 2016 Cuma

Blogger'lık, Instablogger'lık, Blog yazarlığı, başka?

Geçenlerde Betül Mardin’in bir anısına denk geldim. Tam hatırlamıyorum, aklımda kalanları yazacağım. Betül Mardin’in babası ile kızı İngiltere’ye gidiyorlar. Mütevazı bir otele yerleşiyorlar. Akşam yemeğini yine İngiltere’ye gelmiş olan dostlarıyla yedikten sonra o kişilerin kaldığı otele gidiyorlar. Otel çok lüks, odaları şahane, imkanları felaket. Kızı mahzunlaşıyor ve soruyor: “neden biz de böyle bir otelde kalmıyoruz?” Dedesi de diyor ki:

UNUTMAYIN, BAŞKA BİR OKUL MÜMKÜN :) BBOM İZMİR tanıtım toplantısı

Merhabalar:)

Benim kurulduğundan beri hevesle takip ettiğim, toplantılarından bir kısmına katıldığım BBOM oluşumu yazık ki bizim cücenin eğitim hayatına yetişemedi İzmir'de. Ama ben hala hevesle ve heyecanla takip etmeye devam ediyorum.

Duyurusunu ilk yaptığımda yıl 2012, "keşke İzmir'de de olsa" diye iç geçirmişim:)
Hatta heyecanla katıldığım ilk toplantının ardından da BBOM'u anlatmıştım. 

Bize yetişemedi ama İzmir'de devam ediyor her şey, Renkli Orman Erken Çocukluk Merkezi'nin tanıtım toplantısının duyurusunu yapıyor olmak beni müthiş mutlu ediyor. 

Altta ilanı görebilir, daha da altta BBOM derneği ve İzmir Kooperatifi hakkında bilgi edinebilirsiniz.
UNUTMAYIN, BAŞKA BİR OKUL MÜMKÜN :)


BAŞKA BİR OKUL MÜMKÜN DERNEĞİ VE İZMİR KOOPERATİFİ
               
Başka Bir Okul Mümkün (BBOM) Derneği, 2010 yılında mevcut eğitim sisteminden derdi olan aileler, eğitimciler ve gönüllülerin bir araya gelmesiyle kurulmuştur. Amacımız; eğitimi yaşamdan ve çocuğun bireysel özelliklerinden soyutlamayan, katılımcı demokrasiyle yönetilen, ekolojik dengeye saygılı ve ticari kar amacı gütmeyen okullar kurmak.

BBOM modelinin temellerini 4 eksen oluşturmaktadır. Bu dört eksenin de uygulamaları dünyada bulunuyor, fakat bunların hepsini bir arada uygulayan bir model olmaması BBOM’u yenilikçi ve farklı kılıyor. Bu eksenleri birer cümle ile açıklamak gerekirse:

1- Demokratik Yönetim: Okulla ilgili kararlar, okulun tüm bileşenlerinin karar sürecine katıldığı okul meclislerinde alınıyor. Okullarda, doğrudan katılımı ve sorumluluğu esas alan bir yönetim şekli var.

2- Alternatif Eğitim: Her çocuğun biricikliğinden yola çıkan BBOM okulları sadece akademik başarıya odaklanmaz. Okul yaşamında bireyselleştirilmiş eğitimin uygulandığı, alternatif ölçme-değerlendirme yöntemlerinin kullanıldığı, konuların multi-disipliner bir program ve karma yaş gruplarıyla işlendiği bir eğitim anlayışı öngörülür.

3- Ekolojik Duruş: Ekolojik değerlerin mimari, beslenme, eğitim, atölye çalışmaları, okul-dışı aktiviteler ve programda merkeze konulduğu bir eğitim anlayışı bulunur.

4- Özgün Finansman: Aile ve gönüllü inisiyatifinin işleteceği, ticari amaç gütmeyen ve bursluluk oranını maksimumda tutmayı hedefleyen, kendi kendine yeterliliği esas alan finansman modeli bulunuyor.

İlk okulumuz, 2013 Eylül ayında Bodrum'da çocuklara kapılarını açtıktan sonra Ankara ve İzmir’de de “başka bir okul mümkün” diyen aileler bir araya gelmeye başladılar ve 2015 yılında çocukların verdiği isimlerle Ankara Meraklı Kedi İlkokulunu ve İzmir Renkli Orman Erken Çocukluk Merkezini (Anaokulunu) hayata geçirdiler. Antalya, Kaş, Bursa, Eskişehir ve Çanakkale'de veliler okul açma çalışmalarına başlamış durumdalar. 

Geçen zaman zarfında Sabancı Vakfı’nın “Fark Yaratanlar” ödülü ve Ashoka Vakfı’nın “Change Maker Schools” networküne dahil olmamız bizi daha da motive eden unsurlar oldu.

Renkli Orman Nasıl Bir Okul?

Renkli Orman Erken Çocukluk Merkezi, İzmir Başka Bir Okul Mümkün (BBOM) Eğitim Kooperatifi’nin bir okuludur. Bornova Yakaköy’de Kooperatif üyeleri tarafından 2015 yılında kurulan Renkli Orman EÇM, Başka Bir Okul Mümkün Derneği’nin çocuk haklarını hayata geçiren, çocukların kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayan, katılımcı demokrasiyle yönetilen, ekolojik dengeye saygılı ve ticari kar amacı gütmeyen okullar kurmak ve yaygınlaştırmak hedefleriyle uyumludur. 
Renkli Orman Erken Çocukluk Merkezi; yaratıcılığı, çocukların özgürlüğünü, doğayla bağ kurmalarını öne çıkaran, çocuk merkezli, çocukların ilgi ve merakları ile belirlenen esnek ve kendiliğindenliğe çokça yer veren programa sahip bir okuldur. Biz, eğitimi kapalı, izole mekanlara sıkıştırmak yerine açık havada, hayatın içinde yaşayarak öğrenmenin çocuklarımıza hayat boyu eşlik edecek eşsiz bir öğrenme deneyimi vereceğine inanıyoruz.
Çocukların oyunla öğrendiklerini biliyoruz. Oyun, keşif ve kendi kendilerine giriştikleri araştırmalar... Böyle bir öğrenmede doğa, çocuklarımız için mükemmel bir öğrenme alanıdır.
Renkli Orman, bir öğrenme topluluğu olmayı hedefler: Ebeveynlerinin okul ekibiyle birlikte çalışabildiği, ebeveyn, eğitimci ve çocukların okulu sahiplendiği dayanışmacı bir topluluk...

Saygılarımla,
Yasin SANCAK
İzmir BBOM Eğitim Kooperatifi
YK Başkanı

Aşağıdaki videolar BBOM çalışmaları hakkında bilgi verecektir:

Renkli Orman Çocuklarının Orman Gezisi: https://www.youtube.com/watch?v=QRPzqgms02g
Demokratik okullarla ilgili bir belgeselin fragmanı: http://www.youtube.com/watch?v=nerF8O2D2AU
Sabancı Vakfı Fark Yaratanlar Programı kaydı: https://www.youtube.com/watch?v=nosDMX-F1_Q
Bodrum okulundan bir video: http://vimeo.com/93745750


7 Ocak 2016 Perşembe

Kara kitap

Kara kitap hakkında bir şey yazmak haddime değil. Büyük insanlar tezler yazmış, hatta kitaplar yazmış, incelemeler yazmış üzerine, ben mi tüy dikeceğim? Mümkün değil.

Geçen yıl bu zamanlar Tufan kitabı ödünç verdiğinde, "çok acayip bir kurgu, çok zekice yazılmış" demişti.

Geçen kitap kulübünün son Nobel edebiyat ödül konuşması üzerine yaptığımız atölye toplantısında Selda, Orhan Pamuk için genel bir tanımlama yapmıştı: “Medeniyet kuramcısı” ooooo…

Aynı akşam bir tabir de Pınar’dan geldi, “kurgulayıcı / kurcalayıcı,” hmmmm…
Kadınlara bakar mısın, düşünmüş, irdelemişler Orhan Pamuk’u, helal olsun.

O an masada oturanlardan bir kısmımız gözlerini kısıp, bu yaratıcı tabirlere vay be derken Sıla; “eh biz de bu durumda avcı toplayıcı oluyoruz” lafını patlatınca kahkaha koptu.

5 Ocak 2016 Salı

Girdik

Hayırlısıyla 2016'ya girdik. Sizi bilmem ama biz Balıkesir'de bir otelin bahçesinde kartopu oynayarak girdik. O otele sığınmayaydık, 2016 daha ilk dakikalarında bize girecekti. Zira yolda kaldık. Güzide memleketimin en gelişmiş batı bölgesinde en önemli güzergahlardan biri İzmir İstanbul yolu kapanmıştı. Niye? Kar yağmış, kazalar olmuş, peki.

31 Aralık 2015 Perşembe

Seneye görüşürüz (ıyyyy kendimden tiksindim:)))

Yılın son günü. Çalışıyorum. Tabii şu anda değil. Şu anda öğle molası verdim, ofisin penceresine vuran güneşin ışığında oynaşan kar tanelerini seyrediyorum. Evet İzmir'de kar yağıyor ve evet, bu cümle bu yaşıma kadar en fazla on beş kere telaffuz edilmiştir.

Sabah on beş dakika otobüs durağında beklerken arkadaşım Nazlı ve ablamın ayrı zamanlarda ve birbirlerinden habersiz gönderdikleri aşağıdaki pasajı düşünüyordum.

30 Aralık 2015 Çarşamba

Dare to disappoint

Geçtiğimiz haftalarda bir gün Ankara'ya gittim. Soğuğu değişik bir memleket orası. Havaalanı dolaylarında kar bile vardı. Bir de her yerde havuz var. İmelih kanımca deniz getirememenin ezikliğini üzerinden atmaya çalışmış, havaalanının içinde bile havuz var. Ben sürekli deniz gören bir memlekette yaşamanın verdiği kibirle havuza burun kıvırırım, ne yüzmeyi severim ne de süs havuzlarını... Manasız gelir bana. Ama işte Ankara'da belki seviliyordur, belki insan denen canlı bir su sesi duymak istiyordur, "fışkiye"den bile gelse...

Tek başıma değildim, dernekten firma temsilcisi arkadaşlar da vardı. Bizi toplantının yapılacağı mekana götürecek aracı beklerken aklıma geçen sene dernekten pilot olmak üzere ayrılan üye geldi, arkadaşına sordum, "şimdi ne yapıyor?" Gerçekten de ABD'ye gidip eğitim almış, şimdi ikinci pilot olarak çalışıyormuş. Yanımdaki hanım meslektaşım "ay ne güzel, insanın hayalini gerçekleştirmesi ne güzel, bir gün inşallah ben de sevdiğim işi yapacağım!"dedi. Merak etmeme rağmen hayalini soracak kadar samimi olmadığım için sadece bizim jenerasyonun böyle bir derdi olduğundan dem vurarak sohbete devam ettim. Heyecanla evet dedi, evet çalışıyoruz, başarılı oluyoruz ama hangimiz seviyoruz? Evet, bizim zamanımızda dersleri iyi olan hemen her genç gibi mühendislik seçtik, layıkıyla mühendislik de yapmıyoruz, ya ne yapıyoruz? 

29 Aralık 2015 Salı

#arkadaşarkadaşabunuyapar : Bir Fikrimühim Projesi

İkimiz de 10 TL kazanıyormuşuz.
Garanti Bankası ile Fikrimühim projesi.
Benim Cep Şubeme gelen promosyon kodum: E0B52356
(Ekran görüntüsünü de paylaşıyorum)

Bu kod ile Garanti bankası internet şubesine veya Cep Şubesine giriş yaparsanız 10 TL vadesiz hesabınıza aktarılacak. Bence denemeye değer:)
Idefix'ten dünya kadar sipariş verdim, kitap parası çıkar yav puhaaha:))

Bu arada bu kodu facebook gibi hesaplarda paylaşabiliyrduk ama ben hacker filan tırsıyorum o yüzden blogdan paylaştım.

2016

Rahmetli anneannem, şahsen tanıdıklarım arasında kişisel gelişimin sırrını çözmüş yegane insandı. Daha doğrusu insanmış. Bu yaşımda yeni idrak ediyorum, takdir edememişim.

Her fırsatta kendisine ana avrat küfreden dedeme (evet gün yüzü görmemiş küfür dağarcığımı rahmetli dedeme borçluyum), çocuk yaşta annesini kaybedip, çok zorlu bir hayat sürmesine, dedemin son yıllarına kadar bağda zeytinlikte ırgat gibi çalışmasına, çok sayıda  kavga ve küskünlük görmesine rağmen vefatına kadar gül yüzlü, pembe yanaklı, tonton anneanneydi.

Hayatı geldiği gibi, olduğu gibi kabul etmişti. Kabullenişinde kendiliğinden bir kayıtsızlık vardı, kimilerine vurdumduymazlık kimilerine göre gamsızlık, bana göre eşsiz bir olumlama vardı kabullenişinde, içtenlik vardı. Öyleydi o…

26 Aralık 2015 Cumartesi

Kitap yorumu: Az seçilen yol

Yıllık olağan "kişisel gelişim kitaplarına merak" sürecimde kitap kulübünden Emine, "az seçilen yol" diye bir kitap getirdi. O kadar sevmiş ki kitabı benim de kitaplığımda mutlaka olmalıymş. Hay allah razı olsun:)

Kitabın başındaki "Yaşam zordur" cümlesi ile beni nasıl da kendine bağladığını anlatmıştım. Kitabın tek dediği şey hepimizin malumu olduğu üzere yaşamın zorluğu değildi. Bu sadece ilk cümleydi.

Bir akşam İlker Poyraz Karayel'i izlerken ben de kanepeye uzanmış bu kitabı okuyordum. Bir bölümünde "İşte bu!" dedim, "işte! Aşk-sevgi kavramları arasındaki en iyi farkı bu adam anlatmış." Dikkat kesilmedi.Aşk da sevgi de bendim, neyi kurcalıyordum? İşte muhteremin kafasını mikemediğim zamanlarda ibre size dönüyor. Madem tıkladınız mecbur okuyacaksınız anlatacaklarımı, ya da tabii ki sağ üst köşedeki X'ya basar ızdıraptan peşinen kurtulursunuz, ama ya ilginç bir şey söyleyeceksem? Ah işte ne geliyorsa başımıza ya meraktan ya...

25 Aralık 2015 Cuma

kısa #12 : Ağaca bu kadar düşmanlık?

Dinimizin ağaçlarla bir alıp veremediği mi var?

Bilmiyorum da ondan soruyorum. Zira ağzından Allahı kitabı eksik etmeyenlerin elinden kurtaramıyoruz ağaçları. Gezi’de böyleydi, yeni havaalanı inşaatında, 3. Köprü inşaatında da böyleydi. Seksen yıllık zeytin ağaçlarını da bu zihniyette olanların politikaları kıydı, Anadolu’nun her köşesinde yapılacak bir icraattan evvela ağaçlar zarar gördü.

Parçaları birleştiriyorum, hop karşıma yılbaşı ağacı çıkıyor. Yılbaşı ağacı nasıl bir rahatsızlık nesnesi oluyor? Dinimizde yeri olmayan her şeyi yakıp yıkmak zorunda mıyız?

Hem dinimizde olmayabilir ama kültürümüzde var, ceddimizi red mi edelim, ne edelim?

24 Aralık 2015 Perşembe

Minnet

THY’den 20:00 uçağına bilet alıp havaalanına erken geldiğinde iki saat önceki uçakta yer bulabilmen artık imkansız, kesin bilgi yayalım! An itibariyle, iki toplantıdan sonra evime erken varırım ümidi suya düşmüş kadının karalamalarını okuyorsunuz.

Ama gün bu kadar kötü başlamadı. Hatta muhteşem başladı. Neyse ki…

23 Aralık 2015 Çarşamba

Kitap yorumu: Sana söyleyemediğim her şey

Ben de yazarın konuya direkt dalması gibi, yoruma dalıyorum: Her anne babanın okuması gereken bir kitap.

Neden? Çünkü çocuklarımızı kendimizin bir uzantısı olarak görme eğilimimizin, onları birer birey değil de küçük bizler olarak görmemizin ne gibi sonuçları olabileceğini anlatıyor.

Çünkü bizler kendi sahip olamadıklarımıza onların sahip olmasını, hayalimizdeki işleri onların yapabilmesini, mirasımızı öyle böyle devam ettirmesini isteriz, sonuçlarını düşünmeden...

Çünkü bu kitap bizler için ufak ve altından kalkılabilir sorunların küçük çocuklar için nasıl da travmatik olabileceğini anlatıyor. Onları terk eden annelerinin geri dönmesi için kendi kendine verilen sözleri, annesi onu sevsin diye kendisinden bambaşka biri olma yolunda ilerleyen bir çocuğun yaşadıklarını anlatıyor.

Kitapta da dediği gibi; bir şeyi değerli kılan onu kaybetmek ve yeniden bulmaktır.

22 Aralık 2015 Salı

Yazmak

Bugün şahsi tarihimde bir ilk yaşandı: Evden çıkarken yanıma kitap almayı unuttum. Telefon unuttuğum oldu, kahvaltımı, anahtarımı hatta Kentkartımı unuttuğum bile oldu ama kitap ASLA! Kabus gibiydi! Metroda uyuklayanları, ellerinde telefon Candy Crush oynayanları, sırf yer vermemek için dışarıyı seyrediyormuş gibi yapanları (evet metroda! sanırım pencereden yansımalarını seyrediyorlardı), yer kapmak için her kıpırdananın önüne yığılanları izlemek zorunda kaldım. Allahım, kitaplar ne kadar da hayat kurtarıcıymış meğer.

Neyse ki hafta sonu verdiğim kitap siparişim, ışık hızından sadece birkaç kilometre daha düşük bir hızla ofise gelmişti ve akşam eve dönerken aynı işkenceyi çekmek zorunda kalmadım. Metroda ayakta kalmak ancak elimde bir kitap varsa çekiliyor, net!

19 Aralık 2015 Cumartesi

kısa #11: Ölüm

"Bir şey yap, güzel olsun. Çok mu zor? O vakit güzel bir şey söyle. Dilin mi dönmüyor? Güzel bir şey gör veya güzel bir şey yaz. Beceremez misin? Öyleyse güzel bir şeye başla. Ama hep güzel şeyler olsun. Çünkü her insan ölecek yaşta.."

Ne zaman genç birinin ölüm haberini alsam Şems Tebrizi’nin bu cümleleri aklıma gelir. Hepimiz ölecek yaştayız. Ve hemen hepimiz ölümden korkarız. Ölümü hayatın bir parçası olmasından ziyade hayatın düşmanı olarak görürüz. Oysa hayatta doğmak, büyümek kadar ölüme de yer var…

18 Aralık 2015 Cuma

Kadın girişimciler: Ebrubazaar

İzmirli anneler mail grubu ile tanışmamı canım Hayat’a yani aslında bu blog bizi Hayat ile buluşturduğuna göre bu bloğa borçluyum. Yanlış olmasın, İzmir anneleri değil, İzmirli Anneler; instagram oluşumu değil, bir mail grubundan bahsediyorum. Karışıklık olmasın diye yazıyorum. 

16 Aralık 2015 Çarşamba

Söz vermek, verdiğin sözü tutmak üzerine... (2)

Takip ediyor musunuz bilmiyorum ama benim aktif olarak kullandığım goodreads hesabımda “currently reading” kitaplarımın sayısı bir ara beşi buldu. Hayır, yanlışlık yok. Evet, hepsini aynı anda okuyordum. Kitap kulübünde, Kara Kitap buluşması yıl sonu yoğunluklarımız sebebi ile Ocak başına ertelenince ben de kitabı bitirmeyi erteledim, sanırım son birkaç aydır orada “okundu” olabilmeyi bekliyor. Aslında biraz da hazzı erteliyorum ben! Bir an evvel biterse tadı çıkmayacakmış gibi geliyor. Bu arada birkaç kolay okunur cinsten kitap bitti tabii ki. Özellikle “Sana söyleyemediğim her şey” çok etkileyiciydi. Anne babalar olarak çocuklarımız üzerindeki gücümüzün nasıl da tanrısal olduğuna dair mesajları bir kurgu romanda almak fazla ciddiye almamamıza neden olabilir. Lakin benim tesadüfen üzerine okuduğum “Az Seçilen Yol” isimli kişisel gelişim kitabı benzer yöndeki psikanalizleriyle fena salladı.

15 Aralık 2015 Salı

Sinüzitten doğal yollarla kurtulmanın yolları

Kalem kağıtlarınız hazır mı? İyi, o halde bu defa sinüzitten antibiyotiksiz nasıl yırttığımı anlatacağım. Siz not almayabilirsiniz, paşa gönlünüz bilir, ben yazayım ki, bir dahakine yine aynı reçeteyi eksiksiz uygulayabileyim. Bloga yazmak iyi oluyor, mantar soslu bonfile ile chocolate chip cookies tariflerini kendi bloğumdan okuyorum:)

Hep yemek tarifi verecek değiliz, bu da sinüzitten yırtma tarifi.
Öncelikle nazal yıkama dedikleri, o karbonatlı tuzlu suyla burnu iyice yıkama. Bunu leğende sümüklerimizi nasıl yüzdürdüğümüze kadar oldukça ayrıntılı anlatmıştım, buyrun buradan yakın.

10 Aralık 2015 Perşembe

Dumur diyalog #153

Zeyneplerdeyiz, kim sordu hatırlamıyorum, Orçun ya da Tufan olabilir : "Arca sen en çok hangi yemeği seviyorsun?"
Arca: Dananın sırtını.

9 Aralık 2015 Çarşamba

Donanım

Bir yerde gözüme çarpmıştı, iş hayatındaki başarın kişiliğine, diğer kişilerle olan ilişkilerine, sorun çözme ve pazarlık edebilme yeteneğine doğrudan bağlıymış, yani teknik bilgi tüm kriterlerin sadece %15’ine denk geliyormuş. Evet o yüzden ben hep %85 üzerinden değerlendiriliyorum :P Ay yok mütevazilik değil yav, mezun olalı on beş sene olmuş, teknik bilgiden geriye ne kaldı ki?

Demem o ki; mesleğinde iyi olmak, başarılı olmak için tek kriter değil yani. Bütününle varsın iş dünyasında hem de hayatta. Sorumluluk sahibi misin? İşlerini zamanında bitirmek için adam gibi çalışıyor musun? Kendinden bir şeyler katabiliyor musun? Bir iş yemeğinde konuşacak kadar hoş sohbet bir insan mısın? Tüm bunları okulda öğretmiyorlar, biliyorsun. Daha doğrusu bizim eğitim sistemimizde böyle detaylara yer yok. Bizim kuşak ve yeğenimden biliyorum, şimdiki TEOG kuşağı mensupları sadece iyi okullara girebilmek için derslerinde çok ama çok iyi olmak üzere yetiştik, yetişiyorlar.

8 Aralık 2015 Salı

Ben her gece oğlumla birlikte uykuya gidiyorum.

Bebeklerin ve çocukların bir rutine sahip olmasını önemsiyorum. Çünkü onlar bir sonraki adımı bilmenin güvenliği içinde hissediyorlar kendilerini.

Arca bebekken, özellikle uykusunun düzenli olmasına kafayı takmıştık. Tabii ki yemesi içmesi sıçması gazı boku püsürü hepsine taktık da en bi’ çok bu uyku. Benim gibi uyumayı pek sevmeyen bir insan bile o uykusuzluğa isyan etmişti. Arca el kadar bebeyken Tracy’nin yatır kaldır yöntemiyle bir güzel kendi kendine uykuya dalmayı öğretmiştik ya da öğrenilmiş çaresizliği o yaşta kavratmıştık. Neyse vicdan micdan oralara girmeyeceğim.

Biz o kadar uğraştık da çocuğa uyku eğitimi verdik ya, elimizde patladı.

Arca iki yaşına bastığının ertesi günü hastaneye yatırıldı, ben de tabii ki.

4 Aralık 2015 Cuma

Havada bir kadın kokusu

Haftanın ortası bir gün, günün ortası bir saat. İlker’le arabadayız, galiba ev taşıdığımız dönemdi, yani benim izinli ve İzmir’de olduğum bir gün. Kendimi hava almaya çıkarılmış fino köpekleri gibi meraklı gözlerle etrafıma kolaçan ederken yakaladım. Etrafta insanlar, kadınlar, adamlar… Aklıma geldi, muhtereme sordum: “Ev hanımı diye meslek var mı? Yani çalışmayan kadınlar, ev hanımıyım diyor, bunu TÜİK (Türkiye istatistik kurumu) istatistiklere “işsiz” diye mi giriyor, yoksa “ev hanımı” diye bir meslek var mı?” Bir şey demedi, arkasından bir şey yumurtlayacağımı bildiği girizgahlarda sessiz kalmayı tercih eden bir kocam var. Ben tabii devam ettim. “Yani şimdi çalışmayan erkek olsa, TÜİK bu kimseyi “işsiz” mi yazar yoksa benzer şekilde “ev erkeği” diye bir meslek de var mı? Yani kadın çalışmıyorsa ev hanımı olabiliyor da erkek çalışmıyorsa ev erkeği olamaz mı? Ev hanımı veya ev erkeği meslekten kabul edilmiyorsa (ev erkeği diye bir tanımlamanın olduğunu bile sanmıyorum ya) yerine “işsiz” demeleri gerekir o zaman da işsizlik oranı çok yüksek çıkmaz mı? Ya da ev hanımlığı yapanlar işsiz kategorisine alınmıyorsa o zaman işsizlik istatistikleri yanlış olmaz mı? Sahi neden ev erkekliği diye bir şey yok? Ev kızı diye bir şey bile var, hiç evlenmemiş ve çalışmayan dişiler kendilerine ev kızı diyor, o nasıl oluyor?”

3 Aralık 2015 Perşembe

Aralık, Sindrella Kompleksi ... ortaya karışık...

Sizi bilmem ama ben Aralık ayında seyahat edeceğim hem de bir değil iki değil tam dört kere! Üçü İstanbul biri Ankara. Bakanlık “projeyi bitirdik gel anlatalım” dedi, kıramadım kerataları puhahahah! Yok yav ciddi bir piyasa gözetimi söz konusu, nasıl gözetleyecekler bizi bir öğrenip geleceğiz, sonra ters köşe olmayalım. Yani yılbaşına kadar hemen her hafta havaalanlarındayım, beklerim:)

Aralık ecnebilerin ve Hristiyan kardeşlerin tatil zamanı, biz de atmosferinden yararlanacağız tabii ki… Bu hafta bizim oğlanın okulunda kermes var, Alman konsolosluğu tertip ediyormuş, geliri Behçet Uz çocuk hastanesine verilecekmiş. Bana böyle etkinliklerle gelin kardeşim, ne o öyle götünle balon filan patlatmak?! (aylar geçti hala utanç duyuyorum:P)

Yılbaşı atmosferi demişken, bizim ağacı haftaya kurarız artık. Arca hatırlattı, geçen sene kahvaltı organizasyonu yapmışız, sonra da ağacı misafirlere kurdurmuşuz, hmm iyi fikir. Ama daha iyisi toplamaya da davet etmek. (Zeynep burayı okuyorsun biliyorum, bunu bir davet - hatta iki - kabul et:P)

2 Aralık 2015 Çarşamba

Dumur diyalog #152

Kuzeni Deniz ile telefonda konuşuyorlar.
Deniz: N'apıyorsunuz Arca?
Arca: Ya işte n'apalım annemin en nefret ettiği şeyi yapıyoruz, bana ayakkabı alıyoruz.
..........................

30 Kasım 2015 Pazartesi

Kasım

Sevgili İstanbullu arkadaşlarım, allah gani gani kolaylık versin sizlere. Bir daha "İzmirde trafik" gibi bir laf edecek olursam allah benim belamı versin! Abicim o ne öyle yav! Siz nerde yaşıyorsunuz!

29 Kasım 2015 Pazar

Porselen demlik

Az önce 38,8 dereceyi ateş ölçerde gördüm ve ağlamaya başladım. Son birkaç saatimin hatırı sayılır bir kısmını (onar dakikadan dört defa) duşta küçük kurbağa şarkısına eşlik ederek geçirdiğim düşünülürse Arca'nın ateşinin iki ateş düşürücü üzerine 39,9 dereceye çıktığını tahmin etmek zor değil. Tabii düşen ateşe sevinçten ağladığımı da...

En son doktoruna telefon edip seyri anlatınca novalgin vermemi önerdi. Bana kalsa acile bile gidebilirdik. Zira İlker yok ve ben hastalık konusunda maalesef sağ duyu sahibi olmayan ebeveynim.

Acil lafına kulak kesilen Arca duşta evvelden mızıklarken "bu sıcak annem daha soğuk açalım suyu" gibi kalıbından beklenmeyecek cesurca bir laf edince, bana isterik kahkahalarla karışık bir ağlama nöbeti gelmişti ama onu saymıyoruz zira gözyaşlarım duş suya karışıp kanalizasyonu boylamıştı.

24 Kasım 2015 Salı

Sindrella Kompleksi

Geçen haftaydı. İlkere hasta olduğu için çok kızmıştım. Ve tepkimi de açıkça dile getiriyordum. Bok mu vardı hasta olmuştu! Nasıl hasta olurdu? Hatta şefkatle yaklaşmam gerekirken adama resmen kötü davranıyor, itip kakıyordum. Dudağını bükmüş, “hasta olmak benim suçum mu” demişti. “Evet senin suçun” diye bağırmak gelmişti içimden. “Evet senin suçun daha doğrusu hasta olmak değil de, gözümdeki “kahraman” imajını yıkmak senin suçun!”

"Sen, hem duygusal, hem psikolojik hem de fiziksel olarak sağlam olmalısın, çünkü sen busun. Sen bu olduğun için ben kendimi iyi hissediyorum, bütünleşmiş hissediyorum, sen hasta olduğunda sana gıcık oluyorum. Normal bir insana dönüşüyorsun."

Ne kadar sağlıksız değil mi? Biliyorum.