29 Eylül 2014 Pazartesi

Domates

Daha az düşünenlerin neden mutlu olduğunu anlayabiliyorum.Az düşünce, az kuruntu, az yorgunluk (çünkü kafa yorgunluğu hiçbir şeye benzemez…)
Korkunç bir Cuma günüydü. Akşam son yılların en şiddetli mide ağrısı geçmek bilmedi, ben diyeyim reflü sen de gastirit. Ama Cumartesi Arca ile çok keyifli bir gün geçirdik. Piyano dersinden sonra gezdik, alışveriş yaptık, yemek hazırladık, Atlas Çocuk dergisinin verdiği çıkartmalı Türkiye haritasıyla uzun vakit geçirdik. Hangi yörenin nesi meşhurmuş, sor Arca’ya anlatsın. Truva atının hikayesini defalarca anlattırdı. Digiturk’ü tamire gelen abiler de Arca’nın sorularından nasibini aldı, biri Karslıymış, sınır köyünde yaşarlarmış, Ermenistan’ın dibi, iki halk birbirine el sallarmış, düşün o kadar yakın. Arca’nın çok ilgisini çekti.Önünde harita elinde yer küre, hiç bitmeyen sorular, meraklar meraklar… Gezgin mi olacak acaba, ne olacak çok merak ediyorum.
Boktan bir düzende, boktan bir memlekette yaşıyoruz ama insan çocuğu oldu mu, iyi ki doğurmuşum lan diyor! İyi ki…
Çocuk deyince...

26 Eylül 2014 Cuma

Sırça Fanus, Sylvia Plath

Cüretkar? Kışkırtıcı? Düşündürücü? Yalın?

Hayır, hiçbiri, evet hepsi.

“Sırça Fanus”u tek kelime ifade etmek mümkün olsaydı, bu kelime ZAMANSIZ olurdu. Moda için kullanılan en moda tabirlerden biridir aslında zamansız. Hani gardırobuna bir trençkot, küçük siyah elbise eklemelisindir, zamansız parçalardır, yıllarca giyersin. Sylvia Plath’ın “Sırça Fanus”unu da basımının 50. Yılında hala günceli yakalayabiliyor, zamansız bir parça.

24 Eylül 2014 Çarşamba

Ne kadar adaletsiz değil mi? BİR BİRA DAHA LÜTFEN!

Bugün bir takside kahverengi (burada siyah daha havalı dururdu ama gözlüklerim kahverengi) kalın camlı gözlüklerimin ardında ağladım. Öylesine boş boş ağladım. O anda ne düşünmekte olduğumu gayet iyi hatırlıyorum. Hayatıma dokunan kadınların lafları dönüp duruyordu kafamda.

23 Eylül 2014 Salı

Alerji

Basmane’de metrodan inip doktorun muayenehanesine koşar adım yürüdüm. Aklım hep Arca’da. İçeri girdiğimde, arkadaki odayı gösterdiler, teklifsizce daldım. İlker kahve içiyor, Arca konuşuyordu: “pervaneli olanları istiyorum, helikopterleri değil. Puzzle gerek yok, parçaları kaybolur hastanede”

Neayyy! N’oluyo lan!?

22 Eylül 2014 Pazartesi

Bana bir kadınlık geldi hemşire!

Bak işte şimdi sonbaharın anlam ve önemini konuşabiliriz, zira takvimlerimiz 21 eylül’ü gösterdi ve iş resmiyete bindi. Gerçi İzmir hala otuz derece ve üstü sıcaklıklarda seyrediyor ama ufaktan balkona veda etmeye başladığımıza göre sonbaharı karşılayabilirim.

20 Eylül 2014 Cumartesi

An itibariyle...

Uzun bir günün akşamı. Ayaklarım trampet çalıyor.

Sabah arcanın piyano dersine yetiştik. İlknur bir müzik okulu açtı, yer cücesi piyanoyu tecrübe ediyor. Sevdiğini söylüyor gerisi boş zaten. Dönüşte evde bizi bekleyen babaanneyi aldık kuaföre götürdük. Ameliyat sonrası henüz araba kullanacak durumda değil. Biz de Arca ile pazara gittik. Pazarda fiyatlar semtin gelir düzeyiyle paralel, net! Şöyle söyleyeyim Alaçatı pazarı bizim sosyete manavının fiyatlarını yakalarken Yeşilyurt pazarı benim pazarlarım arasında fiyatta mütevaziliğin zirvesine oynar. Kalitede fark yok. Bugün eylül sonu itibariyle kış hazırlıklarına iyi denk geldi Yeşilyurt:) daha dün üç kilosu on liraya barbunya bulan muhteremi tebrik etmiştim ben bugün dört kilosunu on liraya alarak sezonun en ciddi avantajını yakaladım:) domates ise on iki kilo on lira.

19 Eylül 2014 Cuma

Daha çok belgesel izlemeliyim

Geçen akşam erkenden sızmışım, daha doğrusu İlker bir ara balkona çıktı, bir kanepede ben bir kanepede Arca güya sohbet ediyorduk, sonra ne oldu anlamadım, uyuyakalmışız. İlker'in balkondan içeri girdiği ve her ikimizi uyur halde gördüğü andaki surat ifadesini görebilmek için o an orada bir kamera olmasını nasıl da isterdim. İlker Arca’yı yatağına yatırmış, beni dürtmüş, bir iki silkinmeye çalışmışım yok olmamış, gitmiş yatağıma yatmışım. Artık nasıl yorulduysam.

18 Eylül 2014 Perşembe

Bir evi sevmek için insan neye gereksinim duyar?

Bilinmeyen yanım dedim bıraktım, devam...
Pinterest'te gizli panolar oluşturmak.
Sapıkça değil de utanıyorum yav...
Bak anlatayım.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Şükür

O an orada bulunmak istemediğiniz bir yerde bulunduğunuz oldu mu hiç? Benim çok oldu. Ofiste sıkıcı bir işi yapmakta iken aslında evde çay içip kitap okumak istediğim çok oldu. Ya da… sohbetinden hoşlanmadığım biri ile konuşurken kendimi bahçe sularken hayal ettiğim anların sayısı azımsanmayacak kadar çok… “Ben burada ne yapıyorum, ben aslında…” şeklinde çok cümlem var benim. Ama o gün o an olmak istediğim başka bir yer yoktu, olamazdı.

Sosyal medya camiasından haller haberler

Efendim gelelim son günlerdeki sosyal medya camiasından hallere haberlere...

Bilmeyen de beni sosyal medya gurusu sanacak:)

Aklımdakileri paylaşayım, bilmeyen de bilsin öğrensin, yegane amacım topluma faydalı bir birey olmak...

Başlıyorum 1:

16 Eylül 2014 Salı

Dumur diyalog #130

Dumur diyalog serisine "Anne, baba, Arca" sayfasından veya buradan ulaşabilirsiniz:)

Y: Arca öğretmenin değişmiş değil mi?
A: Ya evet gelmedi bugün, niye gelmedi ki?
Y: Bebeği olacakmış, ayrılmış. Yeni öğretmen nasıldı?
A: Ya işte adı özge mi özgü mü ne? Öyle bir şey… A özgü diye isim olur mu?
Y: Olur ikisi de olur, sen yarın tam öğrenirsin tamam mı? Nasıl biriydi yeni öğretmen?
A: Güzeldi hihihi

......................................

A: Bak annem?
 – parmağına bant yapıştırmış, tam bir maymun dötünü görmüş yara sanmış hadisesi – 
Y: Geçmiş olsun, yaralanmışsın, nasıl oldu?

15 Eylül 2014 Pazartesi

Gelmiş geçmiş en iyi 10 uyku öncesi kitabı

Çocukların uyku saatinin bir rutini olması gerekir. Bu rutine alışkın olan çocuklar için uykuya geçiş daha rahat olur çünkü aslında çocuklar rutinleri, bir sonraki adımın ne olacağını bilmeyi çok severler, böylece kendilerini güvende hissederler. Ben demiyorum, uzmanlar diyor.

Uyku öncesi rutini, aileden aileye değişebilir. Bizim mahalde 20:30-21:00 arası uyku saatinin yaklaşmakta olduğu yer cücesine bildiriliyor. Sonrasında; diş fırçalama, çiş, yazın odasındaki klimayı çalıştırma, kışın pijamaları giyme, Papyonu arayıp bulma, okunacak kitapları seçme… şeklinde devam ediyor. Kitap mühim, diş fırçalamayı unutabiliriz, kitabı asla!

Yatakta yan yana uzanınca Arca’ya “rahat mısın, başlayalım mı” diye soruyorum, yani dikkatini iyice veriyor mu diye kontrol etmeden okumaya başlamadığımı fark ettim. Ben de kendime rutin yapmışım. Kitap adedi konusunda ön anlaşma yapıyoruz. Çok yorgunsam bir kitapla bile geceyi bitirdiğimiz oluyor.

Kaç kitap okursak okuyalım, son kitap mutlaka ama mutlaka bir uyku öncesi kitabı oluyor.

13 Eylül 2014 Cumartesi

Bu yaz hangi kitapları okudum?

Özlem tatilde okuduğu kitapları yazmış, vayyy süper dedim ama sonra düşündüm, ben de tatil kitabı olarak belirlediğim hemen tüm kitapları ve hatta biraz fazlasını okudum bile.

“Kahperengi” ile başladı yaz.

Sonra Tezer Özlü’nün iki kitabı, ikisi de dostlarıyla mektuplaşmaları. Öyle iyi geldi ki o mektuplar bana. Mektuplaşmanın çok kişisel olduğunu düşünürdüm, iki kişi arasındaki mektuplaşmayı niye merak edeyim derdim, değilmiş.

10 Eylül 2014 Çarşamba

Instagram'da takipçi kaçıran hareketler, aman diyim:P

Şimdi en yeni en sevilen en bir kolay sosyal mecra instagram.

Aslına bakarsan hiyeroglife geri döndük. Artık kelime oyunlarına, edebiyat patlatmalarına, tasvirlere filan hiç gerek yok. Ne uğraşacaksın, çek halini, koy instagrama. Hem bir de filtre filan, sanırsın herkesler fotoğraf sanatçısı. Ama nerden baksan bunun da boku çıkıyor. Yok o "sayfama beklerim" "takipleşelim" leri filan demiyorum, onların iyice suyu çıktı, benim dediğim o fotoğraflarına altına yazdıklarımız ve tekrarlanan klişelerle "ay içim şişti, bırakacağım takibi" diye canhıraş kaçırdıklarımız. "mız" diyorum zira bende o klişelerden ne çok varmış tahmin bile edemezsin.

Buyur yavrum, üstüne alınmıyorsan tadını çıkar, alınıyorsan aman diyeyim, dikkat et :)

9 Eylül 2014 Salı

Çocukla en ideal tatil

Uzatmayacağım ve sadede geleceğim; yazlık.
Eskiden olsa ay hiç uğraşamam, otele gidiverelim zaten bir hafta tatilim var derdim.
Evet maalesef biz kapitalist kölelerin sadece bir hafta tatili var ve o bir hafta tatiline de bilgisayarınla akıllı telefonunla gitmen lazım. Mütemadiyen online olmadın mı, aman işler sensiz halloluveremez filan, dünyayı kurtaramadığınla kalırsın. Sanki o mesele o gün hallolmazsa tüm kurumsal hayat duracaktır... Kapitalizmin çarklarına çomak sokulmasın aman diyeyim...
Bu sene bir haftalık tatil yerine her cumayı tatil yapmayı denedim. En geç çarşambadan gidecekti Arca, ya anneannesiyle Özdereye ya babaannesiyle Çeşmeye. Ben de Perşembe akşamından arazi olacak, hem çocuğumla dolu dolu üç gün geçirecektim, hem işlerden tam anlamıyla kopacaktım (ben daha bir haftalığına tatil çıkıp da tatilde çalışmadığım gün bilmiyorum, en azından derler ki yeliz pazartesi gelecek ilişmeyiverelim…) hem de o hafta sonu göçebeliğini zaten yapıyordum bari üç günlüğüne yapacaktım, değecekti. Oldu da, yaptım da… Sadece annemin ayağı kırılıp ameliyat olunca işin Özdere ayağı salıdan çarşambadan değil Perşembe akşamından başlamış oldu. Olsun...
Yazlıkçılık iyidir, keşke tüm yazını yazlıkta geçirebilme imkanı olsa... Öğretmenliğe hiç bu kadar özenmemiştim :) 

Haftaya başlarken…

Tamam ben de dün başladım haftaya ama nasıl başladım hatırlamıyorum. Sabah altı buçukta kalkıp kahvaltı hazırladım ve çıktım. Sonra tüm gün boyunca Cuma günü izin kullanmış olmanın bedellerini ödedim. Arada küçük bir mola verip ilkokula dün başlayan yavruları ve analarını aradım. Biz geçen hafta o dilekçeyi vermemiş olsaydık, Arca da başlayacaktı dün, aynı heyecanlar…

4 Eylül 2014 Perşembe

Erteler misin? Savsaklar mısın? Gel yamacıma :)

Haziran ayıydı sanırım, evet haziran olmalı. Twitter’a bakarken bir link dikkatimi çekti, algıda seçicilik, klimalarla ilgili bir yazı. Teknolojikanneler.com’da yayınlanmış. Yazı gayet güzel ama ufak tefek eleştirilerim oldu, teknolojik annelerden Derya ile yazıştık, derken Derya sen de bir yazı yazsana dedi. A neden olmasın? Yazarım tabii… Allah seni inandırsın üç ay sonra yazıyı gönderdim. Ertele babam ertele… Ama sanma ki tamamen aklımdan uçup gitti, bu süreçte konu ile ilgili yeni yönetmelikleri anlatan bir makale bile yazdım, sayısız kaynak okudum, araştırma ve derleme yaptım.. Bu arada birçok blog yazısını ve diğer tüm işlerimi hiç anlatmıyorum bile. Sezon bitti, kimsenin klima filan alacağı kalmadı, ben o makaleyi sadeleştirerek Derya’ya gönderdim. Bravo bana!

Evet ben Yeliz, ben bir sistematik erteleyiciyim…

3 Eylül 2014 Çarşamba

Okul yazısı

Aman eksik kalmayayım...

Arca şu anda 67 aylık. Yani aslında ilkokula başlama yaşında. Arkadaşları arasında başlayan var, başlamayan da var.

Sonbahar sizin olsun.

Akşam rüzgarlarının serinliği geçicidir dedim ama yok geçmiyor, Eylül 1 dedik bizim pencereler birer birer kapanmaya başladı. Sonbahara direniyorum.  Bu yaz çabuk mu geçti ne? Üstelik öyle iyi filan da geçmedi. Biz kendimize şükür nefesleri bahşettik, o da hepi topu birkaç güzel an… Gerçi mutluluk dediğin an değil de nedir?

31 Ağustos 2014 Pazar

ALS


Geçtiğimiz günlerde Blogcu anne Elif, ALS hastalığı hakkında farkındalığı artırmak için bir adım attı. Bizlere de katkıda bulunmamız için çağrıda bulundu. 

Açık konuşayım, günlerdir hem sesimin düzelmesini bekledim hem de aklıma yaratıcı bir fikir gelmesini... Hiçbiri olmadı. Ben de kendim olmaya karar verdim.

Kendi videomu çekerken baktım Arca musallat oluyor, aldım karşıma konuştum. Neden video çekiyorum, ALS hastalığı nedir, nasıl destek oluruz... Bir bir anlattım. Yo hayır, bir travma geçirmesinden çekinmiyorum, zira iki yaşının ilk bir ayını hastanede geçirmiş bir çocuk olarak travmanın babasını yaşayalı yıllar oluyor. Çocuklar bir yerlerde birilerinin acı çekmekte olduğunu bilmeli bence, hayat tozpembe değil. Ve insanların acılarına ortak olmak, onlara destek verebilmek en büyük erdemdir.

Arca, videonun sonunda mücadeleye davet etmek istediğim isimleri telaffuz ediyor; bir de buradan alt yazı geçeyim: 
Instagramda yaratıcı kitap temalı paylaşımları ile takip etmekten keyif aldığım : http://instagram.com/fuufu_
Blog yazılarını ve sosyal medyadaki paylaşımlarını sevdiğim Özge : durumbildirimi.com
Ve ana girişimci (anagirisimci.com) : Hülya 

Bu yazıyı yazmadan önce, hem biraz daha bilgi edinmek, hem de öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak için biraz araştırma yaptım. Zira ALS'yi bir kova buzu kafasından aşağı boca eden insanlarla tanımıştık ama hangimiz ne kadarını biliyorduk?

Aşağıdaki önemli bilgileri Aslı Şahin isimli doktora öğrencisinin yazısından birebir kopyaladım. Öyle güzel öyle açıklayıcı yazmış ki... Beni en çok etkileyen kısım, hastanın tüm yaşadıkları sırasında bilincinin hep açık olması... Ben bunu hayal edemiyorum, çok uğraştım ama kendimi o hastanın yerine koyamadım bir türlü... Allah hem hastalara hem yakınlarına sabır versin...

Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki linke tıklayabilir, ALS derneğine dolayısıyla bu hastalıkla mücadele eden hasta ve yakınlarına katkıda bulunabilmek için bağış yapabilirsiniz: 


"ALS (Amiyotrofik lateral skleroz), motor sinir hucrelerinin dejenerasyonu ile tanimlanan olumcul bir hastaliktir. Hastalik taa 1869 yilinda Jean-Martin Charcot tarafindan isimlendirilmistir. Jean-Martin Charkot, hastalarinda otopsi sirasinda, omuriligin yan kisimlarinda gordugu sertlesmeler sonucu bu ismi vermistir. 
......

ALS hastaligi kendini, hastanin tek tarafli olarak kolunu ya da bacagini haraket ettirmede sorun yasamasiyla belli eder. Sebep bu sorunlu bolgelerdeki motor sinir hucrelerinin, yani kaslarimizi oynatmaktan sorumlu sinir hucrelerinin, dejenerasyona ugramaya baslamasidir. Dejenerasyona ugrayan motor sinir hucresi, kastan baslayarak, beyne ya da omurilige dogru geri cekilmeye ve ölmeye baslar. Hastalik ilerledikce motor sinir hucresi kaybi tum vucuda yayilir. Ornegin diyafram da bir kastir, nefes alis-verisimizi saglar. Hasta bu bolgedeki motor sinir hucrelerini kaybettiginde nefes alamaz ve solunum cihazina baglanmak zorunda kalir. Iste buz kovasi mucadelesini baslatan ALSA veTurk ALS Dernegi (Tam ismi ALS-MNH Dernegi) gibi organizasyonlar, bu hastalarin ihtiyaclarini karsilamak icin yardim eder, onlara solunum cihazi gibi aletler verir. Hayatlarini birazcik da olsa kolaylastirmaya calisirlar. Maalesef, bu hastalik genelde cok hizli ilerler. Teshis konulan bir hastanin omru ortalama 3-5 sene kadardir. (Istisnalar, hastaligin yavas ilerleme durumlari, mevcuttur. Ornegin unlu fizikci Steven Hawking bu hastalik ile 25 seneden fazladir yasamaktadir.) Bence bu hastaligi, diger butun sinir hastaliklarindan ayiran ve kotu yapan en onemli nokta bu hastalik sirasinda bilincinizin yerinde olmasidir." 


29 Ağustos 2014 Cuma

söyleyeceklerim bu kadar!

Enkaz gibiyim! Ay yeminle sürünüyorum! Yaz gribi diye bir şey çıkarmışlar bak çok ciddi söylüyorum: biyolojik silah! Benim gibi müthiş bir değeri yeryüzünden silme girişimleri var ama yıkılmayacağım!

Dün biraz kuyruğu doğrultur gibi oldum bam! uçak rötarı, İstanbulun sidikli iğrenç havası... Var ya sırf şu havası bile İstanbul'u terk etmek için yeterli sebep. Arkadaş o ne yav! Leş gibi nem, pis bir rüzgar, sidikli bir gökyüzü. Ellerini açıp da "yağ allahın cezası yağ da güneşin gül cemalini bir görelim" diye haykırası geliyor insanın. İzmir'de yaz kış güneş gözlüğü takan ben, İstanbul seyahatinde direkt numaralı gözlük hiç uğraşmıyorum lensle filan!

Bizim şirkette aynı dönem işe başladığım arkadaşlarım bir bir ayrılıyor, ne şimdi bu? Sinyal mi? ay o sinyal bana verileli neredeyse üç sene oluyor, yerimden kıpırdayamıyorum, kahrolsun İzmir'in kısır iş imkanları.. Miyopum ya ne sinyalleri görebiliyorum, ne iş fırsatlarını... Havaalanından alan arkadaşa "n'oluyoooor bize n'oluyooor?" diye ağlayacaktım neredeyse. Sahi n'oluyor lan? Nereye gidiyorsunuz beni bırakıp? Ay aman neyse...

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Hay çölde kutup ayıları şeyedesice!

Arca bu yaz TRT çocuk kanalı ile tanıştı. Annemin ameliyat olduğu haftaydı, yazlıktayız. Ben yemek yapıyorum yardımcı olmak için. Arca, ayağa kalkamayan anneanneye teslim. Fazla hareket kabiliyetleri yok, televizyon seyrediyorlar. Pek alışkın olmadığı bu muamele karşısında Arca sevinçli bir şaşkınlık içinde. Ama öyle başıboş bırakmak yok. Yani koy çocuğu televizyon karşısına, bak işine şeklinde değil, annem de Arca ile birlikte izliyor, hatta istişarelerde bulunuyorlar. En çok ama en çok “Canım Kardeşim” adındaki çizgi filmi seviyorlar. Favorileri Mıncır denen kedi ile evin babası çocuk ruhlu Galip. Çizgi film bitiyor, bunlar hala Galip’ten bahsedip gülüyorlar. Arca feci sardı. Saatini biliyoruz, bitince kapatıyoruz, kurallar, kurallar…

26 Ağustos 2014 Salı

OG-JEF-TİK!

Arca yılsonu gösterisinin bir bölümünde fotoğrafçı olmuştu. Okuldan da gösteri için bir fotoğraf makinesi göndermemizi istediler. Gerçi kullanmadı, kartondan daha sevimli bir makine yapmışlar ama o olay Arca’nın fotoğraf makinesi ile tanışmasına vesile oldu.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #129

Bu yazı umumiyetle İzmir'de geçiren Arca karşı komşunun oğluyla samimiyeti ilerletir. Ne var ki Tuna arca'ya göre çok televizyon izlemektedir. Bir gün Arca dayanamaz ve arkadaşını uyarır. 
"Bak tuna sana söylemem lazım: çok televizyon izliyorsun beyin hücrelerin ölecek!"
-----------

21 Ağustos 2014 Perşembe

Nerede kalmıştık?

Yazdım kaçtım, sordum kaçtım gibi oldu değil mi? Değil!

İki gündür bilmiyorsunuz ne haldeyim:P Öncelikle NA hastaneye kaldırıldı, iki gün yoktu. Sonra İlkerin annesi dün ameliyat oldu. Bu arada Arca’nın okulunun tadilat olası gelmiş, yok İlker idare etti, yok annemler ilgilendi (onun da ayak hala tam iyileşmedi bu arada), yok ben izin aldım filan derken… Günler geçti.

Üstüne benim hatamın da bulunduğu korkunç bir sorun yaşadık işte. Hala da çözemedik. E rakiplerin bir departman ayırdığı görevi sen evde boş zamanlarında hobi niyetine yaparsan, hata yaparsın! Diyerek işverenime yükleyebilirim suçu ama hayır yapmayacağım, baştan sona bütün arşivi didik didik düzeltme projesi türettim kendime, cümlemize hayırlı olsun. Sabahtan beri pert olmuşum, zaten bu ağustos sıcağında boğazım da ağrıyor, ıhlamurumu içerken, şahsi maillerime bakayım dedim, abovvv…. Blog beni çağırıyor.

19 Ağustos 2014 Salı

Dikkat! Dikkat! Blog listesine hangi blogları ekleyeyim?

Uzun yıllardır içerik üretmeyen blogları görüp listeyi tümden kaldırmıştım.
Hemen fark edilmiş, şiddetle de listenin konması talep edilmişti.
Siz istersiniz de ben koymaz mıyım bacılarım kardeşlerim?

Biraz kırparak da olsa koydum listeyi. Yine fazla kırpmadım, en son bir yıl önce yazdıysa bıraktım:)

Ben çoğunlukla Bloglovinden okuyorum aslında ve oradan takibe aldığım bloglar çok ama uğraştım yine de oradaki listeyi burayla birleştiremedim. Neyse ya sorun değil manuel olarak da girebiliyorsun sonuçta.

Liste şu anda sağda bir yerlerde mevcut.

Fark ettiysen aynı benim blog gibi her şeyden her kategoriden blog var.

Masa başı çalışanlar için egzersizler

Baktım pabuç pahalı, internetten araştırmalara başladım. Biliyorum, hastalığı internetten araştırmak sakıncalı, biliyorum bilgi kirliliği… Ama cidden doktora gidemem. Kötü şeyler söyleyecek biliyorum. Önce ben elimden geleni yapayım sonra gideyim tamam mı? Anlaştık mı?

Bir kere duruşum tamamen yanlış!
Bak nasıl da evrimleşmiş insanoğlu...
Kaynak belirtemedim üzgünüm, instagramdan araklamıştım:)

Ben işte o en bir evrim geçirmiş son halkasıyım insanlığın.

Yani nasıl durulmaması gerekiyorsa, benim fotoğrafımı çek, fizik tedavi uzmanlarının ders kitabına koy!

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Her şeyin başı sonu önü arkası berisi gerisi sağlık!

On iki yıl önce şekeri bıraktım, hala çikolatayı bırakamadığım için kendime kızarım. Bağımlılık n’aparsın… Krizim tuttu mu yemem lazım. 

On yıl önce sigarayı bıraktım. 

Bir yıl önce kolayı ve gazlı içecekleri.

Siyah çayı azaltıp yerine yeşil, beyaz çay koymaya çalışıyorum.

Kahvenin yerine koyabileceğim bir şey henüz icat edilmedi. Reflümü tetiklemesi pahasına hala günde bir bilemedin iki tane içiyorum. Laf edene çok pis çemkiririm, “kahveme karışmayın allahsızlar!” notasından arabesk girerim, şaşar kalırsın! 

13 Ağustos 2014 Çarşamba

"Senin hayatına bir yol çizmeyeceğim ama sana dünyaları vereceğim, söz!"

Geçtiğimiz aylarda Arca’nın okulundan bir arkadaşının doğum günü partisindeydik. Pek concon bir partiydi, parti evindeydi, çocuklar içerinde çılgınlar gibi eğlenirken, anneler (ve bir tane de baba vardı) başka bir salonda izzeti ikram ağırlanıyorlardı. Mahalle kreşinden ağzımız yanınca daha kurumsal bir okula verdik ya cüceyi, verdiğimiz şube tam da sosyetenin çocuklarının gittiği şube. İlker her gün Arca’yı almaya gidiyor da oradan biliyor, arabalar son modelmiş, yok efendim şoförler alıyormuş çocukları vs… Ben meseleye o partide aydım. Farklı bir gezegenden geliyordu anneler. Bana uzak bir gezegenden. Neyse konumuz o değil, konumuz başka.

Hay dilimi eşek arıları soksun!

Metro Üçkuyulara kadar açıldı. Hatta Pazar günü pazara gitmek için kullandım, gayet güzel. 5 TL otoparka vereceğime, 2 TL kentkartımla paşalar gibi gider gelirim, mazot neyim de harcamam, park yerine gir çıkla uğraşmam. Hafta içi de biliyordum, kalabalıklaşacaktı, üçüncü durak olacaktım. Ama diyordum ki yolcu sayısı artacağına göre, herhalde sefer sayılarını sıklaştırırlar ya da vagonları artırırlar. Nerdeee… Bir de yeni düzenleme geldi ki bu da insanların metroya yüklenmesine sebep oldu.

Aziz Amca, maşallah yemedi içmedi, ilk icraat olarak toplu taşımanın içine etti!

12 Ağustos 2014 Salı

bugün bir an önce eve gitmek istiyorum

Sabah UPS'çiler geldi ve tüm çalışma şevkimin içine ettiler. Bir de UPS prizinin nasıl bir priz olduğunu kalın kafasına bir türlü bilgi girmeyecekmiş birine anlatır gibi anlattılar. Sen kimsin bana anlayış gösteren tebessümle yaklaşıyorsun diyecek oldum, amaaann boşver dedim. Uğraşamayacağım. Robin Williams ölmüş zaten!

Benim için ışıldayan gözlerini gördüğümde gülümsediğim bir insandı. Hafta sonu babam televizyonda bir filmini izliyordu, "aa ne severim, ne harika bir oyuncudur" dediydim, elimi attığımı kurutuyorum. Çok bencilim, ölmesine bencilce bozuldum. Her gidenin gidişine bencilce bozuluyorum ve ölenlerin ardından kendimi daha yalnız hissediyorum ve daha olgun, daha yaşlanmış... Çünkü gidenler giderken geçmişin anılarını yanlarında götürmüyorlar, özlemini çekelim diye koynumuza bırakıp gidiyorlar. Gidene değil, kalana zor.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #128

"Cumhurbaşkanı hırsız olmayacakkk!"
Arca: bak doğru söylüyor cumhurbaşkanı hiç hırsız olur mu? Olmaz!
................

Arca, biraz bazen kelimeleri birbirine karıştırır :)

Tatil eğlenceleri kitabında yunus gösterisi sayfası var. 
Y: hiç hoşuma gitmedi!
A: aa neden annem?
Y: yunus gösterilerine prensip olarak karşıyım!
A: prens mi? Prens ne?!

yazmayayım diyorum yok duramıyorum

En son ne zaman umut etmiştim? Sanırım yerel seçimlerdi.

Çok pis oyunu düşürecektik, çok fena bozum edecektik. Edecektik değil mi?

He canım he gülüm he…

7 Ağustos 2014 Perşembe

Her değişiklik arayan kadın saçıyla oynayacak değil ya?!

Geçen bir okuyucu (adı yoktu da o yüzden okuyucu dedim) fark etmiş, niçin blog listesini kaldırdın demiş. Böyle böyle eksile eksile blog kendini imha edecek haberiniz yok : ) Hehe tabii ki ondan değil. Blog listesini kaldırıyorum arkadaş! Ne gerek var? Sanki millet blog mu yazıyor? (sık yazanlar alınganlık yapmasın!) Yazmıyor tabii… Bir bloga bakayım diyorsun en son dört ay önce içerik üretmiş. Sen blog yazıyorum deme. (Bak nasıl da profesyonel blogger’lar gibi “içerik üretmek” terimlerini kullanıyorum, allahım sana geliyorum!)

Izgara kalamar dolması

Tatil mevzusu sebebiyle kazanmış olduğum antipatiyi nefrete dönüştürmeden tarifi vereyim bu tekneydi denizdi, kalamardı meselesi kapansın aramızda.

Tarif kısaca İlker – Yeliz ortak dötten uydurması.
Ama yok o kadar da haksızlık etmeyelim. Önce bir yerde bir yemeği yiyoruz (mesela bunu Cunda’da yemiştik), yerken hoşumuza gittiyse zaten tarifi o an oluşturmaya başlıyoruz.

“Hmm nasıl yapmış bunu?”
“Peynir fazla erimemiş bak.”
“Evet kaşar olsa bak akar, akmayacak ızgarada.”
“Permasan?”
“Yok lan ağır olur. Sepet peyniri bu…”
“Sosunda bir ekşilik var, nar ekşisi değil de soya sosu ya da balsamik bu”
“Ben pişiririm sos senin işin, karışmam!”

Karışmadı. Ama sosa, yoksa tutmaktan temizlemeye, pişirmekten servisine kadar en ince ayrıntısına kadar muhteremin ellerinden çıktı kalamar ızgara.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Yeni yepyeni bir şeyi çocuğunuzla tecrübe ettiniz mi hiç?

Çocukla tekrar çocuk olma şansın var. Çünkü onların kahkahasındaki saf mutluluk ve neşe, başka hiçbir şeyde yok. Çocuklar belki de kendi çocukluğumuza dönmemizi sağladıkları için bu kadar seviliyorlar. Yoksa mesela benimki bazen çekilecek bok değil!

Keyfimin kaçtığı bir akşamdı. Olur öyle arada. Kaçar, sonra bir yemek yaparım, yanına güzel bir şarap açarım, hatta yemeği yaparken şaraba başlarsam daha bile güzel olur. Zira kokusuyla yemeğin, tadıyla şarabın, terapi başlamıştır. 

Terapi dediğin şeyi bir yoga merkezinde, bir dağ başı meditasyonunda araman manasız.
Terapi, yaparken dünyadan koptuğumuz şeylerin bütünüdür ve bu kişiden kişiye değişir.

5 Ağustos 2014 Salı

Kafasına edeni bulmaya çalışan küçük köstebeğin hikayesi

“Bana kitap alacaksan, hayvanlı al, böyle hayvanlı olsun, sonra eğlenceli olsun”
Emrin başım üstüne majesteleri! Neymiş efendim, o aldıklarım öğreticiymiş, şöyle yap böyle yap diyormuş. 

Nerde o önüne her koyduğuma gömülen çocuk nerde?

Aklıma geldikçe, birilerinin tavsiyesinde gördükçe favori listesine eklediklerimi açtım önüme. Ciddi ciddi araştırdım, hangisi komik, hangisi hayvanlı…

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Haller haberler

Bloga tek satır yazmamışsam da internet detoksu filan yapmış değilim. Tekneden boy boy fotoğraflarımı, şaraplarımı, kitaplarımı, yer cücesini, balıkları kalamarları ve daha nicelerini instagram’da paylaştım. Blogun pabucunu dama filan atmadım, instagramın tatil fesatlıklarımı göze sokmanın daha iyi bir yolu olduğunu düşündüm. Puhahahha kılım yav, harbi kılım! Son günboynumun tutulmasını hak ettim kanımca, milletin gözüne sokarsan…

Bizimkilerle geçirdiğimiz bol kahkahalı iki günün haricinde bu tatil umumiyetle Çeşme’de ikamet ettik. Zira İlker teknesiyle haşır neşir olmak, balık tutmak, karadan ziyade denizde vakit geçirmek istedi. Bunca yıllık kocamı kıracak değildim ya…(istemem yan cebime:P) 

Bu tatilde çok yeni kararlar aldım. Hayır, istifa edip sayfiyeye taşınmıyorum (keşke:P) 

25 Temmuz 2014 Cuma

Hep mi aptaldı bu ülke? yoksa ben yeni mi aydım meseleye?

Aziz Nesin, aptal olduğumuzu söylediğinde ve bir oran verdiğinde, %60 mı demişti, “ya tamam da o kadar değil ya”, demiştim. Pembe bulutların üzerindeymişim meğer. 

Ülkenin büyük çoğunluğunun aptal olduğunu görmek için twitter’da biraz vakit geçirmek kafi.

Bir tatlı hanım kardeşimiz ne demiş?

24 Temmuz 2014 Perşembe

İnternetten alışveriş nasıl yapılır?

Benim gibi zamanınız yoksa eşek gibi yapılır!

Yok yav işin geyiği filan değil. Eskiden yani araba ile işe gidip geliyorken haftada bir Forum’a kaçar, özellikle indirim zamanı tozunu attırırdım mağazaların. Ay bilmeyen de beni alışveriş manyağı sanacak. Evet manyak ama senin bildiğin anlamda değil. Ben manyakların satın almakta zorlanan cinsiyim. “Bunun ederi bu” yaklaşımım ve cimri kişiliğimle alışverişten eli boş döndüğüm günler, satın alma yaptığım günlerden daha çoktur.

Neyse o günler geride kaldı.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Beni entel edenler utansın!

Geçen akşam İlker ve Arca hafıza kartı oynuyorlar halının üzerinde. Ben ise hayretle bakıyorum bu ikisine. Hayret edilecek durum şu ki; bu ikisi güya oyun oynuyorlar ama tepelerinde bangır bangır televizyon açık.

Televizyonda da belgesel filan yok hani çocuk iki hayvan yüzü görsün.

Memetali beeeyy var.

22 Temmuz 2014 Salı

Benden sosyal medya fenomeni olmaz! Neden mi?

Bu aşağıdaki fotoğraf gibilerini paylaşıyorum mesela, yetmez mi:)) 

Tamam tamam sulandırmayacağım.

Kokmayın kardeşim! Sabahın köründe kokmayın!

Toplum tarafından kabul görüldüğü şekliyle bakımsızlığa lafım yok.

Bakınız gençler, bakımsızlık konusundaki genel geçer kriter, açık ayakkabıya ojeli parmak, yaz sıcağında bir kalıp makyaj, kılsız kol, fönlü kafadır. O parmaklar pislik içinde olabilir ama hayır ojeli olacak. Sıcaktan rimelin akabilir ama o fondöten sürülecek, kıl mevzusuna girmeyeceğim, ama o kafa üç gündür yıkanmıyor bile olsa fönlü olacak. Budur yani…

Biraz daha abartıp giyim kuşama girersen, benim takım elbisemle kombinleyerek sırtıma taktığım laptop çantam bile kimine göre banal görülebilir. “Iyy Avrupa görmedin mi bacım sen?! Orada kadınlı erkekli takım elbiseli tipler sırtlarında çantalarıyla işe gidip geliyor”, demem, ezikemem, açıklama filan yapmam. Ben takarım, rahatıma bakarım. Laf aramızda harbi rahat yav!

Sen bana bakma benim zaten bir günüm bir günüme denk değil. Bir gün spor ayakkabı ile işe giderim, bir gün kalem etek yüksek topuk ayakkabıyla. Bu ara favorim, her gün elbise altına sandalet, oh be püfür püfür… Makyaj filan da yapmıyorum, ne lan bu sıcakta!

Dediğim gibi senin makyajsız olman, ayağının çirkin olması filan umurumda bile değil!

21 Temmuz 2014 Pazartesi

#deliduman

Bazı kitaplar çok merak uyandırır, tavsiyesine güvendiklerinden iyi eleştiriler duymuşsundur, günceldir, önemsediğin kalemler “oku” buyuruyordur. Okursun, diğer tüm kitaplar sırasını bekleyedursun…

“Deliduman” beklerse, sanki o tılsımını yitirecek bir kitapmış gibi geldi bana. Zaten şöyle birkaç sayfasını çevireyim bakalım nasılmış deyince birden içinde buluyorsun kendini. Bırakmak mümkün değil. 

Kenarda köşede kıyıda kalmış bir sahil kasabasında başlıyor öykü. Kasaba tam bir Türkiye gerçeği, sanki merceği tutmuşsun o küçük yüzölçümüne ve Türkiye’yi seyrediyorsun.

Her bir karakter o kadar tanıdık o kadar bizden ki…

15 Temmuz 2014 Salı

PAPYON: Güven nesnesi mi? Yoksa bir şeylerin eksikliği mi?

Arca ile babası süpermarkete gittiklerinde para atıp oyuncak yakaladıkları oyunu oynarlar ve bir ayıcık kazanırlar. Arca bu ayıcığı pek sever. Bir gün sabaha karşı uyumakta olan annesinin yanına kıvrılır ayıcığı ile ve annesine “bu ayıcığı çok seviyorum, adı ne olsun?” diye sorar. Annesi uyku sersemi, açık tek gözü ile oyuncağa şöyle bir bakar ve boynundaki papyondan başka hiçbir ilginç özelliği olmadığı için “papyon” olsun deyiverir. Arca ismi benimser, öyle çok benimser ki annesi “ayıcığını çek annecim” gibi bir cümle sarf ettiğinde hiddetle “onun adı ayıcık değil, PAPYON” diyerek ağzının payını verir. Aynı hiddet, Papyon için “şu” “o” “oyuncak” “hayvan”… gibi kelimeler kullanıldığında da vukuu bulur.

Pencereme aşk kondu

Her yaz başı yaz kitapları listesi yaparım. "Yaz kitabı ne lan, kitabın mevsimi mi olur" diyene de teessüflerimi sunarım. Olmaz mı yav? Misal kitap kulübünde Eylül için Virginia Woolf’tan “kendine ait bir oda”yı seçtik. Eylül o kitaba yakıştırdım ben. Okudun mu desen okuduğum ettiğim yok da öyle işte hissiyat de geç…

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #127

Reklam vs... yayınlıyor, bisikletin parasını bir şekilde çıkarmaya çalışıyor olabilirim ama verdiğim sözleri de tutuyorum, hemen sıcak sıcak pazartesi sendromuna iyi gelecek bir dumur diyalog...
............
Babasıyla yaklaşık yedi kilometre bisiklet bindikten sonra, yemek yemeye bile mecali kalmamıştır. Kafası makarnanın içine düşecekken İlker, Arca'ya takılır.
İ: Arca ya, yemekten sonra bir tur daha atalım mı?
A: Sen tur atabilirsin, Avusturalya'daki evlerin çatısına kadar gidebilirsin.
İ: Sen?
A: BEN BURDAYIM!!

10 Temmuz 2014 Perşembe

Middlesex

Çok karakterli romanın merkezindeki karakter bir hermafrodit yani çift cinsiyetli bir insan. Bu genetik bir farklılık aslında. Ve hepimizin aşina olduğu homoseksüellik, travestilik veya transeksüellikten çok farklı bir şey. Dişi olarak doğup hayatının belli bir dönemi kız çocuk olarak yaşadıktan sonra erkek oluyor kahramanımız. Ama tam erkek oluyor diyebilir miyiz? 


Hayır! Bence hayır. O tam anlamıyla bir üçüncü cins. Ne dişi ne erkek…ve üremesi mümkün değil. Aslında bu cins oldukça nadide bir tür. Belki de böyle olması, doğa ananının bize bir uyarısı. “Bak yavrum akraba evliliği yapmayın, yoksa çekinik olan bu gen açığa çıkar ve çift cinsiyetli çocuklarınız olur. Bu çocuklar üreyemez ve neslinizin devam etmesi mümkün olmaz” diyor. Aman ha neslimiz kurumasın : )

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez

Önceki üç yılı saymazsak 2008’den beri blogger’da 1510 yayın, 9860 yorum ve 962.254+ sayfa görüntüleme (milyona az kalmış) … Günün çorbasının bugün itibariyle istatistiksel verileri… 

8 Temmuz 2014 Salı

Yaşam kalitenizi artırmak için sporu tercih edin…

Reklam metni yazarı olacak kadınmışım be peh! Şimdi Gülçin yazmış da oradan aklıma geldi.

Bisikletle işe gittiğim ilk gün götü başı dağıtmış olmama rağmen dünyanın en pozitif insanıydım. Telefon da bile sesim çınlıyordu. Spor, dedim, hayata pozitif bakmanın yolu bu. Az biraz bacak iyileşsin yine bisikletle işe gitmeye devam edeceğim. Sonra ne oldu? Annem ayağını kırdı. Ne alaka deme yav, bisiklet için sabah erken kalkmak lazım, refakatçi olmaya gitmek için bisikleti bir şekilde bırakmak lazım. Neyse öylece bekledi beni… Hayır yılmış değildim, “düştüm de korktum” yok bizde. Bakma sen çocukken dere tepe bir cesaretle bisiklet binerdik, şimdi kendime azami dikkat ediyorum. Yokuş aşağı gitme konusunda temkinliyim, mümkün mertebe kaldırımdan seyrediyorum. Canımı sokakta bulmadım yani…

3 Temmuz 2014 Perşembe

Dumur diyalog #126

Y: Arca, markete gidiyom geliyon mu benle? (siz beni salon kadını sanıyorsunuz ama ben Bruce Wayne iken izmir şivesiyle konuşuyorum, geliyom gidiyon...)
A: Annecim sana eşlik etmek isterdim ama hiç sürpriz (abur cubur) almak istemiyorum.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Maksat yeşillik olsun…

"What a busy day!"
“Al benden de o kadar!” Diyecektim de İngilizcesine dilim dönmedi. Biz açıyoruz bu meşguliyetleri başımıza. Ulaşılabilir olmakla alakalı her şey. Sen elin Çinlisini whatsapp’tan wechat’ten hababam dürtersen, o da seni dürter.

Şöyle bir fark ettim de, benim işler bir rahatlamıyor. Ay sonu yoğunluğu, efendime söyleyeyim, sipariş dönemi yoğunluğu olur insanların. Benim fıtratımda yok dönemsel yoğunluk. Bende meşguliyet daimi.

Bugün bir ara bir arkadaşıma “var ya departman gibi çalışıyorum, acilen yetiştiremediğim işlerim için birini almaları lazım” gibi bir cümle kuracak oldum, peşi sıra cümlenin manasızlığına beraberce güldük. Nasıl olsa yapıyorsun yeliz, ne gerek var? Abarttığımı düşünene dalarım, bizim sektörde diğer firmaların bazı elemanlarının iş tanımını ben boş zamanlarımda icra ediyorum, öyle bir profesyonel yaşam hallerindeyim. Harbi söylüyorum. Geçen hafta derneğin komisyon toplantısındayız, bir konu gündeme getiriyorum, katılımcılar “ay ona bizim şirkette başka arkadaş bakıyor” diyor. Başka bir konuyu aktarıyorum, eh o ithalat departmanının işi diyor. Ulan ben bunların hepsini kendim yapıyorum diyecek oluyorum, “enayi misin” derler diye sesimi çıkarmıyorum.

Şikayetleri dinlediniz…

Ay neyse…

30 Haziran 2014 Pazartesi

Alper Canıgüz candır!

Ve tabii ki acar dedektif Alper Kamu veledi!
Kahramanın ismini Albert Camus'tan alıp almadığını düşündüm önce ama sanırım değil. Enterasan bir velet. Bünye beş yaşında ancak zeka uzay. Çokbilmişliklerinde tam bir roman kahramanın gerçek üstülüğü var Alper Kamu'nun.

İlk kitabını birkaç sene önce okumuştum, "oğullar ve rencide ruhlar", yaz kitabı arayışına girdiğimde ve eğlenceli ne okunabilir dediğimde ilk aklıma gelenlerden biri Alper Canıgüz oldu. 

26 Haziran 2014 Perşembe

Kinyas ve Kayra

Güzel laflar ve gülümseten tespitler.
Kinyas ve Kayra dediklerinde bunlar gelecek aklıma şimdiden biliyorum. Bir de okurken canımın sürekli bira çektiği. O niye, bak hala çözemedim:)
Sondan başlamıştım Hakan Günday'a. DAHA. Ve çok sevmiştim. Yazarların ilk romanlarını okumak gibi bir takıntım var. Hasta ruhlu muyum lan ben? Ama merak ediyorum işte? İlk romanı... 
Elvan'la kitaplardan bahsettiğimiz o akşam "al oku" dediğinde tereddütsüz almıştım. İyi ki almışım. Kitap kulübünün temmuz kitabı oldu. 

Eğer yirmili yaşlarda olsaydım, kesinlikle hastası olurdum, çünkü tam da o yaşlarıma hitap eden bir kitap. Ama bunda Hakan Günday'ın bir suçu yok elbette, adam benim yirmili yaşlarıma yetiştirmiş romanı lakin ben geç kalmışım. 

25 Haziran 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #125

Tüm öğleden sonrayı araba yıkayarak geçirdikten sonraki gün yağmur yağar.
Arca feci dellenir. "Of ya daha yeni yıkamıştık! Bu ne ya?!"
--------

Hastanenin bahçesinde babasıyla tepişirken İlker'in kolu acır;"ya Arca bak nasıl acıdı yaaa"
A: Sızlanma baba, doktor vardır burda gösterirsin!

24 Haziran 2014 Salı

Bil bakalım seni ne kadar seviyorum

Bu kitaptan daha önce bahsettim mi bilmiyorum. Tek bildiğim şimdi tam sırası. Zira Arca'nın bu ara favorisi hem de açık ara. Halbuki çok uzun zamandır bizimle ve bir ara yine keyifle okunmaktaydı.

Öyle tatlı öyle naif bir öykü ki... İki tavşan biri büyük biri küçük. Küçüğün aklı fikri büyüğü ne kadar çok sevdiğini anlatmakta. İçten içe de hep onun daha fazla sevdiğini kabul ettirmekte. Büyük de az değil ha... Boyuna daha büyük ölçütlerle tarif ediyor sevgisini. Küçük de ezikleniyor haliyle... Ama mücadele tam gaz devam... Ta ki uyku saatine gelene kadar.

22 Haziran 2014 Pazar

Hastane günleri

Bir kaldırımın anneme ettiği... kırık bir bacak. Acilde geçirilen ilk gece. Alçıyı takınca hah dedik eve gidiyoruz. "Puhahaa" şeklinde götüyle güldü kader ve tıp ilminin temsilcileri "ameliyat" dedi. Biz yürü git dedik yok anneme değil o yürüyemiyor biz bunu doktorlara dedik ama dinletemedik. Bir de acil dediler aman hemencecik ameliyat olacak diye seviniverdik. Kader bir "puhahaha" daha çekti cümlemize.

18 Haziran 2014 Çarşamba

Arca yavrum senin annen bir sulu gözdü....

Bak bacım bu fotoğraf sana hiçbir şey ifade etmeyebilir. Çocuk işte uyuyor, anası da manyak mı ne fotoğrafını çekmiş vah yavrum diyebilir kimileri. Biraz daha dikkatli başka birilerinin aklından ise “yuh lan kadına bak çocuğun tırnakları çapa gibi olmuş, kesmemiş, az ye de bir tırnak makası al eline” düşüncesi geçebilir.

Hepsine eyvallah.

Tepelemeyeceğim ancak yüksek müsaadenle çemkireceğim…



16 Haziran 2014 Pazartesi

Tıklayan barnaklarınız altın tutsun, hadi bakiim...

Bisiklet tatbikatımı müteakip yurtdışında medeni memleketlerde yaşayan arkadaşlardan gelen katlanır bisiklet önerisine tabiri caizse balıklama dalmıştım. Zaten bisiklet alacaktım, mecbur. Hemen araştırmalara giriştim. Allah (yok yav google) karşıma bisiklet canavarı bir arkadaşın sayfasını çıkardı. Canavarkesifte.com

Katlanır bisiklet ile yaptığı testleri anlatıyordu. Önce öyle tanıdım, sonra bisikletle metroya girme denemeleriyle ilgili videolarını izledim. Emin olmalıydım, bu katlanır bisikletler metroya sınırlama saatleri dışında da  sokulabiliyor muydu? Mantığım sokulabileceğini söylüyordu, zira bisikletin olayı o zaten, toplu taşımada rahat taşınsın! Ama yurdum güvenlik görevlisinin yurdum metro istasyonlarındaki işgüzarlığı oldukça ilginçti. Girin siteye izleyin ama giremem dersen özet geçeyim. Canavar arkadaş, katlanır halde girmeye çalışıyor, izin yok! E ben bunu çantasına koyup geçirsem? Ses yok. Çantayla geçirebildi ama sonraJ Hatta dedim ki bak ciddiyim, bana açık konuş, buna göre bisiklet alacağım, sokar mıyım sokamaz mıyım? Çantayla dedi, peki.

Dumur diyalog #124

Doktorculuk oynarken;
A: arca sen bana ne güzel bakıyorsun, sen büyünce doktor ol bence.
A: ben büyüyünce bişey olmayacağım, bütün gün evde oturup belgesel izleyeceğim, yaramazlık yapacağım.

...............

13 Haziran 2014 Cuma

Allah gönül yarası vermesin

Bugün bisikletle metroya bindiğimi, Bornova’da inip bir güzel Işıkkent’e pedalladığımı anlatacaktım ama al işte boktan yaralanma hadisesi “bisikletle metroda nasıl seyahat edilir” başlıklı bilgilendirici paylaşımdan rol çaldı, pis!

Üstelik hiç de cool bir kaza değildi, hatta kaza bile denemez.

BAL’ın önündeki kavşaktan geçtim, hadi dedim mis gibi kaldırım var, kaldırımdan gideyim, bam! Yav bu bisikletin gidonu çok hassas. Tamam bunu biliyorum, katlanan bisikletlerde hızlı bir yön değiştirme sağlıyor, yani kötü bir şey değil ama arkadaş, işte kaldırıma çıkarken gidonun hakimiyetini kaybet sen, denge yalan olsun sonra pat! Dizimin üstüne düştüm, pedal da epey paraladı bacağı. Bu arada bir türlü katlayamadığım pedalların katlanabilir olduğunu öğrenmiş oldum. Direkt bana katlandı diyeyim, sen anla!

10 Haziran 2014 Salı

Arca cücesinden varoluşsal sorgulamalar

Geçenlerde sorduğu soru aynen şöyleydi: “annem şimdi senin annen anneannem. Onun da annesi büyük anneanneydi, onu hatırlıyorum. Peki onun ve onun ve onun anneannesi kimdi? Yani en önceki kimdi? Yani bütüünnn anneannelerin annesi?”

Araba farı görmüş tavşan gibi kaldım öyle.

Peki ne yapacaksın şimdi Yeliz?

9 Haziran 2014 Pazartesi

Çocuklarda uyku saati

Arca'nın erken uyumasını çok önemsiyorum. O uyuduktan sonra yapacağım keyiften değil yav - evet tabii bu da var :P - bence çocuklar erken yatmalı. Özellikle de bizimki gibi erken kalkıyorsa. Biz sabah öpüşüp koklaşmadan ayrılmıyoruz. Ben sıvışabilirim aslında ama bebekkenden beridir alıştırdık vedalaşmaya, şimdi uyusun diye bıraksan arıza yapıyor.

Eh biz de bu durumda akşamları tam zamanlı olarak cüceyle ilgilenip - allah seni inandırsın bazen mutfak bile toplanmıyor - erkenden yatağa şutlamayı tercih ediyoruz.

Bir ara bizimle daha fazla vakit geçirmek için uyku saatini 21:00 sonrasına atmaya çalıştı. Özellikle şu yaz saati uygulaması tantanasıyla uyku saati şaşmaya başlamıştı. Gestapo ana mode on vol.129873914 derhal devreye girdi. Ulen nasıl sen kuralları piç edersin?!

Çok geçmeden dahiyane bir çözüm bulundu. Yok yav bulunmadı tamamen spontane gelişti her şey:)

7 Haziran 2014 Cumartesi

Krema mantar penne... E daha ne?!

Efendiiiimm bu yavru muhteremin el emeği göz nuru. Bizde yalan yok, adam kendi düşündü kendi yaptı. Neredeyse mutfağa sokmadı beni. Ama öncesinde istişarelerde bulunduk yani fikir aşamasında katkım olmadı dersem manasız bir tevazu olur.
Ne alaka deme! Yemeği hazırlama öncesi, sırası ve yeme sonrası ilker yeliz sohbetlerinden ciddi bir yemek programı çıkar!

"Çocuklarımızın güvenliği için onları nasıl bilinçlendiririz?" : Kitaptavsiyeleri

Giriş:
Siz birazdan uzun uzun yazacaklarıma bakmayın.
"Çocuklarımızın güvenliği için onları nasıl bilinçlendiririz?" sorusuna kafa yorarken karşıma çıkan iki tane kitap var. 
“Sır Versem Saklar mısın?” kesinlikle tavsiye ederim, soru cevap şeklinde bir kitap ve çocuğun katılımını sağlarken aklında da yer ettiğine inanıyorum. Diğeri bir hikaye kitabı; “Çağlar tanımadığı insanlarla bir yere gitmez” bu da çocuklara tanımadıkları ya da çok az tanıdıkları insanlara güvenmemek gerektiğini anlatıyor. Kitapların künyelerini yazının sonuna yazdım, link verdim.

Kitap önerileri yaptığıma göre, Arca cücesinin incilerini anlatabilirim:)
.................................
Arca eskiden kitap seçmezdi, ne getirir koyarsam önüne, büyük bir iştahla benimserdi kitabı.

6 Haziran 2014 Cuma

Dumur diyalog #123

Kuzenimin oğlunun sünnet düğününde oryantal Asena sanatını icra ederken Arca koşar gelir babasının telefonunu ister ve Asena'nın her saç sallayışı, her göbek atışı kare kare telefona kaydedilir. Program biter, anası evladına sorar;
Y: Nasıldı Arca dans gösterisini beğendin galiba?
A: Annem biliyor musun o kız çok güzel dans etti, hem de topuklu ayakkabılarla hiç düşmedi biliyor musun?
............

İ: Hadi babacım bak anne yorgun gel beraber uyuyalım bu akşam
A: Düşüneceğim
İ: Ne kadar sürer düşünmen?
A:  5 gün filan sürer.
Beraber uyuma klişesi bitmeyecek hiç bitmeyecek!

3 Haziran 2014 Salı

Chocolate chip cookies - Nestle orijinal

Arca cücesinin babaannesi sağlıklı beslenme gurusu gibi bi' şeydir.
Envai çeşit ot yer, o otlardan acayip yemekler kavurmalar filan yapar.
Tek düsturu vardır, sağlıklı olacak!
Mutfakta sağlıkla ilgili okur, uygular, aktarır. Hatta İlker'e sorsan sağlık uğruna lezzetten ödün bile verir. 
Ama biz bu hafta, ailecek korkunç sağlıksız bir kurabiye ile onu yoldan çıkardık.
Buna kısaca "babaanneyi yoldan çıkaran kurabiye" diyebiliriz, pek kısa olmadı ama doğru!
Şöyle anlatayım, üç tepsinin bir tepsisini yazlığa götürdük, yemediklerimizi eve geri götürecektik, akşam çayının yanına ister mi diye sordum, "sizin evde daha varsa, sen onların hepsini koy bana, kırıntılarını bile koyabilirsin, yerim" dedi. 
Lezzet anlamında daha da söyleyecek laf kalmamıştır. 

2 Haziran 2014 Pazartesi

of çok pis yamuldum

zaten nane mollaydım, günlerdir burnum akıyordu, sinüzite çevirmesin diye dua ediyordum.
Derken cuma akşamı sünnet düğünü. Bostanlıda 19:30'da. Arkadaş kim evine cuma akşamı 19:30'da varabiliyor ki düğüne yetişecek?
Gerçi bana dert değil.

30 Mayıs 2014 Cuma

Pırlatanlar değil ama kurallar bir annenin en iyi arkadaşlarıdır

Arca ile alışverişte bir gün…

“Dükkanda beğendiği ayakkabıyı almayacağımızı söyledim;
A: lütfen dışarı çıkabilir miyiz? Dışarıda konuşmak istiyorum burada insanların duymasını istemiyorum!
Çıktık.
Y: evet dinliyorum
A: o ayakkabıyı almayacağız demekle beni ne kadar üzdüğünün farkında değil misin?!”

Bu diyalogu blogda paylaştığımda Ceren, alışverişte bir şeyi alamayacağımızı nasıl açıkladığımızı sormuştu.

"Ben genelde kısaca “almayacağım” diyorum:) Ve Arca da “tamam” diyor" sanıyorsanız, hayır yanılmıyorsunuz. Gerçekten çoğu zaman “tamam” diyor. Bu tabii ki hep böyle değildi. Ağlamalar, sızlamalar, tutturmalar oldu zaman zaman… Ama aşıldı.

Hep derim…

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Benim için #gezi

Devrim bir "an"dır
O "an" bence bu fotoğraftır. 
#gezi be deseler çok konuşmaya gerek yok koy bunu önüne yeter.
Direnişin yaşgünü kutlu olsun!
Hatırla!

27 Mayıs 2014 Salı

Bisikletle ulaşım tatbikatı hem de şehirde!

Dünkü yazı öyle “azzz sonnnnraaa” yazısı değildi tabii. Sadece oku oku baymasın diye yarısı ertelendi.

“porsiyonları azalt hareketi artır” düsturuyla birlikte algılarım “nasıl spor yaparım”a açıldı. Türlü beyin fırtınaları kopardım zihnimde. Boşa koydum olmadı doluya koydum almadı.

Yine en başa gittim, ta çocukluğuma. Çocukken de pire gibiydim. Peki en çok ne oynamayı seviyordum? BİSİKLET! Tabii ya! İlk bisikletim dört tekerlekliydi, kırmızıydı. Arca kadarken alıştırma tekerleklerini çıkarmıştık. Çıkarış o çıkarış… Yayından fırlamış ok gibi çıkmış, bir daha eve girmemiştim. Bisiklet çetemiz vardı, her sokak komşu siteler keşfedilirdi. 4-5 çocuk bütün yaz bisikletin tepesinden inmezdik. Burnumun üzerindeki çiller o günlerin güneş yanıklarından kalma.

Sonra kırmızı bir Pinokyom oldu. (üç kuruş fazla olsun kırmızı olsun:P) Zaten o yıllar ya BMX ya Pinokyo. Pinokyo daha bir evladiyelik görünmüştü gözümüze. Nitekim öyle de oldu, benden sonra kuzenlerim, babamın ustalarının çocukları bindi, belki sonra onların da kuzenleri binmiştir. Aynı gün ablama alınan Bisan’a ise Pinokyodan sonra el koydum, hala da onu kullanıyorum yazlıkta. Arca ile yarış yapıyoruz. Neredeyse 30 senelik… hey gidi…


26 Mayıs 2014 Pazartesi

Porsiyonları azalt, hareketi artır

Yıllık “bikini mevsimi başlıyor, götüm göbeem büyüdü, tüh Allah kahretsin” yazısı yazmak isterdim ancak yüzüm yok. Instagramda midye dolmaları, Cunda mezelerini, rakıyı, birayı, çerezi, kumruyu, makarnaları ve deli soslarını paylaş sonra da ay diyet yapmam lazım de! Yuh yani, adama yuh derler.

O yüzden hiç o “şöyle yapacağım, şu kadar spor yapacağım, sağlıklı yiyeceğim, hayvanlaşmayacağım” tantanalarına girmeyeceğim. Ben kendimi biliyorum. Diğer taraftan "sağlık beslenme ve spor" benim fıtratımda yokmuş, n’apalım da demek istemiyorum. Arkadaş yaş kemale eriyor, otuz beşin bitişi itibariyle "kırkına merdiven dayadı" tabiri rahatlıkla kullanılabilir şahsım için.

Geçenlerde çok yesem de kilo almasam yok mu bunun bir oluru demiş, aldığım bir cevapla "evet ya işte bu" narasını patlatıvermiştim.

23 Mayıs 2014 Cuma

Dumur diyalog #122

Yine bir insanın öldürüldüğü bir güne uyandık.
Uyuyor uyanıyoruz ve bitmiyor, bir yas bitmeden diğeri başlıyor.
Normal hayatımızı yaşamak için insan üstü bir çaba göstermek zorundayız ne acı...
Biraz gündemden kopmak için, biraz gülümsemek için, dumur diyalog yayında.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

“Tebessümü yakalayacak farkındalıkların çok olsun”*

Kabuğuna çekilmiş öfkelenirken bir şeylere, ağlarken için için ve küfrederken alayına, bir de bakmışsın ikilemde kalmışsın. Bir tarafın “unutursan yüreğin kurusun” diyor, bir tarafın “ulan şerefsizler Soma’nın konuşulacağı gün meclise gelmemiş” , “bağışlar devletin ödemesi zorunlu meblağdan düşülecekmiş, rezilliğe bak, hem öldür vatandaşını hem diğerlerine ödet!” diye isyanın dibine vurup "yeter ulen hayat devam ediyor" demek istiyor.

Seni bilmem ama bana artık cidden bu ülkenin yükü ağır geliyor bacım, benim zaten iş, ev, hayat mücadelesinden çökmüş omuzlarım bir de bu üzüntülerle yerle yeksan oluyor. Yaşamdan soğutuyor. Halbuki yaşamak her canlının içgüdüsüdür.

Arca, mikropların neden bizi hasta etmek istediğini anlamıyor. Her canlıya duyduğu o saf şefkatten mikroplar da nasibini alıyor ve onları neden öldürmemiz gerektiğini ya da onların bize neden zarar vermek isteyebileceğine bir türlü aklı ermiyor. 

20 Mayıs 2014 Salı

Benim artık yapabileceğim bir şey yoktur.

Başta maden ocaklarının denetimini elinde tutan (eh artık onun kim olduğunu biliyoruz) olmak üzere devletin alayı yüzlerce vatandaşımızın ölümünden sorumludur. Bir kişi karşıma çıkıp da aksini anlatmaya çalışırsa çok ağır karşılık görür, haberi ola! Nasıl biat edenleri ikna edemiyoruz abicim bu adamların katil, hırsız olduğuna; kimse de beni bundan gayrı olmadıklarına ikna edemez.

Soma'da insanların her türlü yardıma ihtiyacı var, aklına ne gelirse. Üstelik bir defalık vicdan tatminine değil, sürekliliğe...

Ama asıl...

16 Mayıs 2014 Cuma

Biz bunu hak edecek ne yaptık?

Yapmamıştır dedi, İlker, o kadarını yapamaz, olur mu canım?

Açtı videoyu kendi gözleriyle gördü, ben de gözlerindeki dehşeti gördüm.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Tezer Özlü

Kitap kulübünde Türk yazarlara öncelik vermek istediğimiz bir dönem geçiriyoruz. Leyla Erbil’den sonra bir süre ara verip Ayfer Tunç ile kaldığımız yerden devam etmiştik. Mayıs ayı Tezer Özlü buluşmasıydı. Bildiğimizden değil, hiçbirimizin evvelden okumadığı ilk kitaptı sanırım. 


YKY’den çıkan kitapları arasında ikilemde kaldık,  ilk romanı  “Çocukluğun soğuk geceleri” mi olsun, ödüllü “Yaşamın ucuna yolculuk” mu olsun derken bir de baktık, ikisini de (hatta “kalanlar”la birlikte üçünü de) okumaya karar vermişiz. Daha doğrusu bizim derdimiz bir kitabını okumaktan çok Tezer Özlü’nin kendisini, kişiliğini okumaya çalışmaktı. Hangisini okursak okuyalım, tartışacağımız kitabın kendisinden ziyade Tezer Özlü’yü tartışmak olacaktı. Bunun için seçtiklerimizden başka kitaplar da, özellikle Leyla Erbil’e mektuplarını, Ferit Edgü ile mektuplarını da okumamız gerektiğini ancak toplantıdan sonra fark ettik.

Kaçamak mı yapacaksınız? Cunda’ya kaçın!

Ömrünün yarısını birisiyle geçirince doğum günü hediyesi bulmak zorlaşıyor. İlker hediye almasını hiç bilmez. Bilir de daha çok organizasyonların adamıdır, hediye paketlerinin değil! Masaj hediye eder mesela ya da bir üyelik filan. Haklı ama bir saati on küsur sene kullanan, mücevher filan takmayan bir insanım. Bu sene kaçamak hediye etti: ) Cunda’ya kaçtık.

9 Mayıs 2014 Cuma

“Annelik” elbisesi

Evvelden demiştim, “süper anne? Yok be gülüm hikaye”… öyle ama hatta devir süper olmamanın devri biliyor musun? Hatta şimdi trend anti mükemmeliyetçilik! Hmm bak onu da demiştim. 

Var ya, yakında konuşmayacağım, sorulan soruları blogdan link vermek suretiyle yanıtlayacağım, o denli gevezelik etmişim vaktiyle…

Ama elimden geleni yapıyorum. Bak bir tane daha.

Hhahah vurun lan beni! Süper düper hüper bir anne olmadığımı daha nasıl haykırayım allahsızlar!

Süper olmadığımda hemfikirsek devam edelim.

8 Mayıs 2014 Perşembe

5 yaş çocuğu için evde oyun önerileri

Arca’nın uyuyakalma halleri instagram hesabımda hashtag oldu. Niye? Çünkü çok var.

Öyle zamanlar yaşıyoruz ki uyku ritüellerimizi özlüyorum. Kitap okuyalım, bir günün sohbetini yapıp öpüş kokuş uyuyalım istiyorum gel gör ki bazı günler bırak dişini fırçalamayı, kefiri içemeden uyumuş oluyor.  Bir futbol maçı, bir ayak masajı kafi.

6 Mayıs 2014 Salı

Sakın kımıldama

Bazı kitaplarla hemen samimi olamazsın. Hayır bu sadece kendinle özdeşleştirmekle ilgili bir durum değil. Bazı tuğlalar eksik kalır. Ama bazı kitaplar senden ne kadar uzak görünseler de içine işler.

"Sakın kımıldama"nın kitaplıktaki ikamet süresi yıllarla ifade edilir. Yazarın okuduğum ilk ve bir okur olarak ağzımı burnumu dağıtan kitabı "Sen dünyaya gelmeden önce" öyle sarsmıştı ki, derhal diğer kitapları da alınmalıydı. Alındı ama uzun süre diğer kitapların arkasına atıldı. 

Beyin travması geçiren on beş yaşındaki kızı, çalıştığı hastaneye getirilmiş bir doktorun anlatacaklarını dinlemek için kendimi bir türlü hazır hissedememiştim. Sonra bir gün bir aşk hikayesi okumak istedim ve çok düşünmeden "Sakın kımıldama"ya başladım. Ve bitirdim. İçime işledi. Ağlattı. 

5 Mayıs 2014 Pazartesi

MOMO'nun duman adamları

Mutfaktan salona geçtim. Kanepeye uzanmış muhterem kocamla göz göze geldik. Gülümsedim. Hani o yapmacık kibar gülümsemem değil, gözlerimin içiyle birlikte gülümsediğim gülümsemem.... Herkes bilmez nadiren gözlerimin içi güler. Eskiden çok eskiden heyecanlı bir filmi anlatırken hatta sınavda çıkacak sorulardan arkadaşlarıma bahsederken bile gözlerimin içi gülerdi şimdi dediğim gibi nadide bir parça.

"Nutella yemişsin!" dedi. Hasssss yemiştim. Ne yediğini gözünden anlayan bir kocanın olması sakat bir durum ama bir taraftan da seni senden iyi tanıyan biri... Hmmm yine sakat abicim.

bu kadar yazdığım bu kadar....

Ne yazacaktım? Hatırlamıyorum! Bunları yazdıktan sonra yan koltukta uzanan İlker bir şey söyledi. Sonra benim gözlerim hafiften kapandı ve kaydedip çıktım blogger uygulamasından. Ve bu iki paragraf taslak olarak kaldı. Hatta "senin hakkında bir şeyler yazıyordum ama uykum geldi" diye itiraf bile ettim. Öküz müyüm neyim?

29 Nisan 2014 Salı

Dumur diyalog #121

Y: -ilkerle konuşuyoruz- üf ya silmekten burnum tahriş oldu
A: annem al kolonya sür burnuna
Y: acır annem yakar burnumu

28 Nisan 2014 Pazartesi

Kılıçla oynayan çocuklar saldırganlaşır mı?

Mert Kaan’ın doğum günüydü ve Poyraz’a da küçük bir hediye almaya karar vermiştik. Arca’nın dudak "hani bana" diyerek büküldü. Evet doğru ona da alınacaktı bir oyuncak. Bir cumartesi akşamüzeri saatleri Göztepe’ye indik, yürüyüş yapıp oyuncakçıya girdik. 2-4-5 yaşları için oyuncak. Hiç kolay değil. Arca’ya bütçeyi aşmayacak bir oyuncak seçmesi tembihlendi bu çerçevede oldukça pahalı ilk birkaç oyuncak reddedilince istediği oyuncağın fiyatını direkt satış görevlisine sormaya başladı zaten.

Bence çok ama çok uzun bir zaman sonra iki çocuğa hediyeler belirlenmişti. Bir tek Arca kalmıştı geriye. Fiyatı bütçeye uygun oyuncakları gösterdi, kılıç, korsan kostümü baltalı bıçaklı, oyuncak tabanca…vs…

Bundan birkaç sene evvel olsaydı, bu talepler karşısında dehşete düşerdim. Gel gör ki aştım artık bu işleri. Daha doğrusu çocuğa silah ya da kılıç almakla kendisini bir katile dönüştürmeyeceğimi biliyorum en azından. Zaten sen o oyuncağı alsan da almasan da o bir şekilde eline geçirdiği her şeyi silaha, kılıca çeviriyor zaten. Bakınız iki sene önce yaşananlar…

Kaldı ki dozu saçma bir boyuta varmadığı sürece çocukların yaratıcılığının gelişmesi bakımından faydalı olduğu bile söylenebilir.

25 Nisan 2014 Cuma

Selfie’sinin iyi çıkıp çıkmayacağına endişe eden genç kızın tedirginliğinden ver cümlemize yarabbim!

Cep telefonunun görgüsüzlük olduğunu düşünüp yemek yediği lokantada masa üzerine koymaya imtina eden, her zil sesinde benimki mi lan diye çantasını kulağına yapıştıran bir kuşaktan geldiğime göre her mekanda selfie çekmeye çalışan gençleri garipsemem kadar doğal bir şey olamaz herhalde.

Halbuki hayat zor bacım, senin saçını bir o yana bir bu yana savuruvererek çekmeye çalıştığın belki sekizinci pozundan daha zor. Üstelik hayatta filtre uygulaması da yok maalesef. Neysen o!

Her şey bulaşık makinemizin üretim tarihinin, üretim hatası ihtimali olan ürünlerin üretim tarihine denk düşmesiyle başladı. 

Anlamadıysan iki kere oku, cümlede hata yok abicim!

24 Nisan 2014 Perşembe

Kitap nereden alınır?

Aslında tabii ki kitapçıdan alınır.
Hayalkurdum Çocuk kitapçısı henüz mevcudiyetini sürdürüyorken Arca’ya kitapları oradan alıyorduk. Bir yerde kitabın kargocu tarafından satıldığını düşünmesini istemeyiz değil mi? Kitapları incelesin, koklasın, kitapçıda vakit geçirmenin tadını alsın…

22 Nisan 2014 Salı

Okudum izlerim de vallaha!!

Benim bir kitabı okuyup da filmi dizisi çekilsin diye dua ettiğim görülmemiştir. Tercihimi umumiyetle kitaptan yana kullanırım ve kendi filmimi kafamda çektiğim için başka bir yönetmenin çalışmasına, kitapla arasında kuvvetli bağ kuran her okur gibi burun kıvırırım.

Bir kitap diziye mi çekildi, hmm yok, ben kitabı tercih ederim. Misal Masumiyet diye çok başarılı bir dizi var ama ben uyarlandığı Kahperengi kitabını ödünç aldım Elvan’dan, okuyacağım. Zinhar dizi takip edemiyorum. Kurt Seyid ve Shura gibi başarılı başka bir uyarlama dizi de benzer bir karara kurban gitti.

Olağan sayıklamalar

Bölünmek çok yoruyor.
Bir iş hayatın var, bir de ailen.

İşle ilgili oldukça yoğun ve stresli olduğum zamanlarda evi çok ihmal ettiğimi fark ediyorum. Çok basit şeyleri… Mesela bir ödeme, internet sağlayıcısı değişikliği, bulaşık makinesi tamiri… Arcayı hiç saymıyorum. Öyle günlerde Arcayla geçirdiğim vakitte aklımı işten alamadığımı biliyorum. Ya da evde acayip önemli bir şey varsa Arca hastaysa mesela, işte her şey allak bullak oluyor. Defalarca kontrol ederek yaptığım bir çalışmayı hatırlamıyor ve tekrar tekrar kontrol ediyorum. Motivasyon düşüyor, işler hiçbir zaman yetişmiyor. Bu arada muhterem mütemadiyen kaynıyor, yakında su kaynatacağız.

Bazı zamanlar hayat farklı olsa nasıl olurdu diye düşünürken yakalıyorum kendimi. Yaptığım iş bu kadar önemli olmasa (puhahah bilmeyen de hayat kurtarıyoruz sanacak:P)

21 Nisan 2014 Pazartesi

Barış Bıçakçı. Sinek ısırıklarının müellifi

Eğer objektif bir kitap eleştirmeni olsaydım, Barış Bıçakçının  “Sinek ısırıklarının müellifi” isimli eserini yere göğe sığdıramazdım. Ancak ben ne kitap eleştirmeniyim ne de objektifim.

18 Nisan 2014 Cuma

Gabriel Garcia Marquez

Gabriel Garcia Marquez’in ölümü tüm sosyal medyada, alıntılarla twitter’da, görsellerle instagram’da ve iç- dış temsilciliklerde yer aldı, bu çatlak ihtiyar anıldı.

Twitter’da biri ay gına getirecekler adamdan dedi. Katılmıyorum. Ölümü vesilesiyle bile olsa henüz tanışmamış kitapseverlerin ilgisini çeker ve bir kitabı olsun okunursa kardır. Marquez her okura zenginlik katacak özel bir yazar. Dolayısıyla biz de kitap kulübünde Haziran ayını Marquez’e ayırdık. Tezer Özlü’nün Mayıs hüznünden sonra Marquez iyi gelecek eminim.

17 Nisan 2014 Perşembe

Bir çocuk istismarı olarak olarak "alay etme"

Şöyle bir sahne hayal et, işe yarayacağını düşünüyorsan gözlerini kapatıp divana uzanabilirsin:P

Çok değer verdiğin hatta gözünde tanrılaştırdığın insanlar, seninle alay ediyor, sana gülüyor, hatta seni ağlatıyor. Ağlayınca da “aman ne var canım bunda ağlayacak, şaka yapıyoruz, üf sen de hiç şakadan anlamıyorsun!” diyor.

Ne hissedersin? Bok gibi değil mi? Aptal gibi? Peki ya aldatılmış gibi? Hepsi mi? Daha bile fazlası değil mi?
İşte çocuklarıyla alay eden anne babaların çocuklarına ettiği de budur! Bu belki bir dayak, Allah korusun bir tecavüz, taciz değildir ama yine de kötü muameledir!

Hay sirk gibi....

Geçen hafta
"Annem sirk olacakmış okulda."
"Hiç sevmem annecim sirkleri bence çok yanlış."
"Niye?"
"Çünkü hayvanlar gösteri yapsınlar diye onları kırbaçlıyorlar, yapamayınca kötü davranıyorlar. Bir de ben küçükken sirke gitmiştim kaplanlar suratıma işemişti."
"İşemiş miydi puhahahah"

Bu hafta bir gün...
"Bilmemkim arkadaşım burnuna kaşık sokacakmış."
"Niye be?!"

16 Nisan 2014 Çarşamba

Köpek severken dikkat edilecek noktalar

Geçtiğimiz haftalarda Alsancak'ta olduğumuz bir cumartesi Hülya ve iki bebesiyle denk getirdik, buluştuk.

Arca da tam arkadaşsızlıktan kafayı yemek üzereydi, sanki bütün hafta okulda arkadaşlarıyla takılmıyormuş gibi bir de hafta sonları arkadaş diye tutturmuyor mu ay bayıltacak yeminle. Benimle birlikte gezmek, parka gitmek filan artık tatmin etmiyormuş cüceyi, akran istermiş. En azından kuzen Deniz filan olmalıymış. Neyse ki o cumartesi Tuna vardı da didişmekten kurtulduk.

“Evladından şikayetler” programını dinlediniz, esen kalın…
Yok lan kalmayın, şikayet bitti, hani bitmez de şimdilik bitti.

Ne diyordum?

15 Nisan 2014 Salı

Annelikle beslenme arasındaki yadsınamaz bağ

Var hem de feci bir organik bağ var. Hem de ta bir beden olunan, gebelik denen o en mutlu aylardan itibaren göbek bağı ile kuruluyor bu bağ. 

En “saldım çayıra mevlam kayıra”cı ana profili bile en azından bir muz ile çocuğunun açlığını dindirmekle kalmaz, “evladımı doyurdum” psikolojisiyle serotonin hormonu salgılar.

Bir de şu ecnebi analar gibi “yersen yersin yemezsen odana” ekolünden gelenlerin yavrusu bir yemek seçmeye görsün, bir faydalı gıdalara burun kıvırmaya görsün, o ekol yerle yeksan olur. Hayır, ekolün bayrak sallayanlarından olarak başıma geldi, oradan biliyorum. Ahkam kesiyorsam laf değil yani.

11 Nisan 2014 Cuma

Çocuklarımızın güvenliği için 14 temel kural

Arca kadardım, eminim zira o eve yeni taşındığımız yazdı.

Bebeklikten beri arkadaşım olan Sinem’le apartmanın arkasındaki sokakta oynuyorduk. Bir kadın geldi yanımıza. Hamile miydi neydi tam hatırlamıyorum. Siyah saçlı ve beyaz tenli olduğu aklımda kalmış. Bize “gelin size bebek göstereceğim” dedi. 

İki salak ama salağız yani, gittik peşinden. İki sokak aşağıya indik. Kadın Sinem’in kolundaki altın bileziği çok beğendiğini söyledi, bir bakayım dedi, çekti aldı bileğinden. Hoşlanmadık. Kızıma gösterip getireceğim dedi, gitti. Gelmedi. 

Haydaaa… Sinem bileziğini beklemeye karar verdi, ben de bari gideyim annemlere söyleyeyim dedim, ev gittim. O zamanlar şimdiki gibi değilim demek ki yön duygum pek bir gelişmiş, hemen buldum evi. Annemlere anlattım, gör sen yaygarayı. Aldım anneleri, götüreceğim Sinem’in yanına, bir baktık, Sinem de beklemekten sıkılmış sokağın başına kadar gelmiş.

O gün olayın ciddiyetini anlamamıştım. Hala daha bu anlattıklarımın ne kadarını doğru hatırladığımı bilmiyorum geçmiş üzerinden otuz sene. Ama ne kadar korkutucu sonuçları olabileceğini çok sonra kavradım tabii.

Aklıma gelmesinin sebebi Arca. Çünkü bana geçen akşam durduk yere bir arkadaşının ona anlattıklarını aktardı. Televizyonda görmüş arkadaşı, annesinin elini bırakan dokuz yaşındaki bir çocuğu hırsızlar kaçırmış ve öldürüp çöpe atmışlar. Doğru muymuş?

10 Nisan 2014 Perşembe

Üçkuyular semt pazarını kaldırıp Türkiye'nin en büyük İstinye Park'ıyapıyorlarmış gereksizliğin daniskası!

Üşenmişim, semt manavından halledivermişim, boşvermişim derken pazara gitmeyeli haftalar olmuş. Yer cücesiyle babası beni pazara bırakıp parka gitmeyi teklif edince fazla mazeretim kalmamıştı. Yeşillikler için fuardan arakladığım bez torbalarım, ağır malzemeler için Pazar arabam ve sadece bozuklukları doldurduğum küçük çantam, tamam.

Pazara girdim, mis gibi sebze kokuları karşıladı beni.

Üçkuyular pazarını seviyorum ben, satıcılarla bir aşinalığım, hoşbeşim sohbetim var.

9 Nisan 2014 Çarşamba

Dağınıklık bir sorun mu, ciddi misin?

Son derece dağınık bir yetişkin olarak bizim evdeki küçük insanın dağınıklığına azami tahammül göstermem gerekiyor aslında. Çocuk bu, ne görüyor ki ne uygulamasını bekliyorsun. Düzenli olmasını istiyorsan sen düzenli ol, değil mi? Değil, yani ben düzenli değilim. Bekliyor muyum? Evet bazen en azından dağınıklığını toplamasının kendi işi olduğunun bilincinde olmasını istiyorum. Ve ara sıra yardım edip "hadi beraber toplayalım" desem de çoğu zaman onun toplamasını bekliyorum. Vallahi işime de geliyor beklemek, sabrım sonsuz zira ben kendi totomu toplamaktan acizim. 

Ama bir şeyler döküldüğünde ya da çok ama çok yorgun olduğumda tahammülüm düşüyor.

Geçen yorgunluktan koltuğa yığılıp kaldığım gün, Arca salon halısına bir bardak sütü döktü. Söylene söylene, bağıra sinirlene temizledim halıyı. Gerginlik geçince geldi yanıma; "Sen neden benim işimi yapıyorsun annem? Benim temizlemem gerekirdi sütü" dedi. Nihohhahaha öğretmişim demek ki diye içten içe sevindiğimi inkar edemeyeceğim. 

Geçtiğimiz aylarda İzmirli annelerden bir uzman arkadaşım dağınıklık konusunda kısa bir bilgilendirme yazısını paylaştı bizimle. Bence oldukça faydalı, kendisinin izniyle paylaşıyorum ben de... 

8 Nisan 2014 Salı

Ben bu hallere düşecek kadın mıydım?

Blog yazmayacak, yazacak vakit bulamayacak kadın mıydım ben be?! NE hallere düştüm! Ben ki günde üç posta yazı yazmadan duramayan ben, ben ki “yazamıyorum” diye girizgah yapan bloggerlara burun kıvıran ben? Ah ulen ne hallere düştük peh!

Bu aralar halim nicedir anlatayım bacım kendime not bile verdim, 

Çorbacının durum değerlendirmesi Vol.4382479236479

2 Nisan 2014 Çarşamba

Sinyal

Bugünler çok çalışmaktan başka bir şey düşünmemekle geçiyor. Yetişmiyor, daha doğrusu bir şeyler yetişirken başka birçok iş yarım kalıyor. Yarım işleri seven şeytandan ve şahsıma musallat olan "kafamayo kaşıyamo"dan nefret ediyorum. Ev canavarı yav hani şu sürekli çalışmakla hayatını zindana çeviren iğrenç yaratık.

Hayat bu çalışmak denen hapishaneden kurtulmana müsaade etmese de ara sıra pencereler açıyor nefes alabilmen için... Mahalle esnafına alışverişe giderken bir anda karşına çıkan morsalkımlar gibi...