31 Ekim 2012 Çarşamba

Siz de regl öncesi kurt kadına dönüşenlerden misiniz?

Evet mi? O halde yalnız değilsiniz. Bir tane kurt kadın da bizim evde var. Ben böyle değildim, gergin olmazdım. Son bir yıldır artık hormonlar mıdır, yaş mıdır, nedir bilinmez bir hafta kadar hanede terör estiriyorum. Bambaşka birisi oluyorum ve orada bağırıp çağıran ağzından köpükler saçan kadından çıkan ruhum sahneyi karşıdan seyrettiğinde resmen hayretler içinde kalıyor. Ve o gerginliğimi Allah seni inandırsın durduramıyorum. Üstelik bu asabiyetime anlayış göstermeyenin de canına okurum, zerre vicdan yapmam! O kadar diyeyim.

30 Ekim 2012 Salı

Dumur diyalog #77

Tatil monologları devam...

Anneannesinin teklif ettiği çikolata için "ananecim çok çikolata yemek zararlıdır!"
(Arkasında durduğumu fark ettiğine kalıbımı basarım, pis cüce!)

"KOLİ GELDİ!" ... Ege Sepeti'nden

Yurtta kaldığım son iki sene eve çıkmayı çok istemiştim. Elvan'la ev hayallerimiz vardı. Allah biliyor ya İlker'le müstakbel evimizi o kadar hayal etmemişimdir. Yıllar sonra annemlerin eve çıkmayayım diye Elvan'ın anneleriyle işbirliği yaptığını öğrendim. Birbirimizsiz çıkmayacağımızı bilirlerdi. Yurtta kaldık.

Yurt insana çok şey öğretiyor. Tam yatakhane gibi değil, ev hiç değil. Arada derede kalmış bir toplu yaşam. Yurt günlerinin en güzel tarafı memleketten koli gelmesiydi. Koli mühimdi. Kimin kolisi geldiyse onun odasında toplaşılır, anne sarmasından, böreğinden nasiplenilirdi. İlk yılımızdı, Emel'e Kırşehir'den annesi koli içinde kestane göndermiş. Kestane yav, iki adım yukarı çıksan Taksim meydanında zilyon tane kestane kebapçı bulursun. Ama yok Emel'in annesinin gönderdiği o kestaneler gecenin bir vakti öyle iyi gitmişti ki, bak hala hatırlıyorum.

iyi bir kitap gibisi yoktur... bir de dost... unutmadan bir de yağmur...

Yağmur öfkesini aldı. Ayların öfkesini. Şimdi dingin bir ritmle yağmayı sürdürüyor. Lodosun öfkesi günlerdir dinmiyor. Hala deli deli esiyor.

Arca ile sızmanın en güzel tarafı - belki de en kötüsü - gece yarısına doğru uyanmaktır. Eğer uykusuzluğuna eşlik edecek iyi bir kitap varsa sorun yok. Kuvvetle muhtemel kanepede sızmış İlker'in uyku sesleriyle (bak kesinlikle horultu demiyorum, uyku sesi onlar) saatlerce okuyabilir, şükretmek için sebeplerin olmasına şükredebilirsin:) Bitki çayın demlenirken arada bir yazı molası bile verebilirsin.

28 Ekim 2012 Pazar

Dumur diyalog #76

Babaannesi ile sohbet ediyorlar, Arca önceki gece kaçırdığı çişi anlatıyor:
A: Çiş kaçtı babaanne, yatak çiş oldu

26 Ekim 2012 Cuma

Bayramlık

Bayram ruhuna uygun temiz temiz giydirdik Arca'yı...

Demişken biz Arca'ya hiç bayramlık almıyoruz yav. Bizim çocukluğumuzda bayramlık çok önemliydi. 5 yaş civarı alınmış bir bayramlık elbisem vardı, hala her detayını hatırlarım. Açık pembe, kolsuz (demek o yıllar yaza geliyormuş bayramlar) üzerinde minicik beyaz puantiyeler. Kol ağızları ile etek uçları fistoluydu. Elbiselerimizi umumiyetle annem dikerdi ama o pembe bayramlık butikten alınmıştı. Altınpar vardı bizim zamanımızda Alsancak'ta. Ceylan bebe filan çok sonraları çıktı. Bayramlıklarımız buradan alınırdı. Bayram dışında oradan alışveriş yapmaya pek kimsenin gücü de yetmezdi zaten. O bayram beyaz bilekten bağlama ayakkabılarım da olmuştu.

25 Ekim 2012 Perşembe

Hayatımda ilk kez kuaför koltuğunda ağlayacaktım!

Saç konusunda kalenderimdir. "Kökü bende nasılsa.." tarzı bir özgüven mi ne bilmiyorum ama hayatımda hiç öyle saçlarım iğrenç oldu diye nefret ettiğim olmadı. Saçlarımı kahveye boyattığımda bile!

Geçen güne kadar...

23 Ekim 2012 Salı

Dumur diyalog #75

A: Özlem öğretmen bugün bana jelibon verdi
Y: Hmm neden verdi?
A: Bilmiyorum, sormadı bile biliyor musun? verdi

22 Ekim 2012 Pazartesi

What I wore today? (Bugün ne giydim?)

bugün ne giydim?*
Pazar sabahı eve gelir gelmez cüce bir hoşgeldin demeden puzzle sordu. Pis herif insan anasının boynuna sarılır! Baktım İlker'le yaydılar, başladılar yapmaya ben pazara gideyim dedim, sepetlediler beni.

Canıma minnet... Bu hafta pazarcılar beni fena halde depresyona soktu. Biri der, "bu hafta son abla artık haftaya tezgah açmam" niye lan? Mısır bitiyormuş Aman diyim sen ver oradan dört tane, ben yerim. Diğeri der "haftaya tarla biberi bulamazsın abla, bitiyor artık" Vay şerefsiz, yarım alacağıma bir kilo alırım. Pembe domatesler pembeleşemeden tezgaha düşmüş, fena... Fasulye tezgahlarından birkaçının yerinde olmadığını görünce iyice depresyona bağladım. HAYIR! Henüz fasulyeyle vedalaşmaya hazır değilim! Bebem bu kadar aşıkken o sebzeye katiyen mevsiminin bitmesine razı gelemem! Durdurun zamanı! (neyse geyiğin bokunu çıkarmayalım) Uzun lafın kısası pazar gitgide çehre değiştiriyor, kereviz ile taze fasulye göt göte tezgahlarda... Bir süre böyle, sonra gelsin kış güzelleri.

Kral gibi müdür

Arca elinden geleni yaptı, ateşse ateş, öksürükse öksürük... Yıllık geleneksel röntgen çekimini de başarıyla tamamlayıp ciğerde çok şükür hiçbir bulgu edemeyince istirahate çekildiler paşazadeler:)

Dün evliliğimizin onuncu yılı şerefine geleneksel Arca'yı anneanneye sepetleme ve geceyi başbaşa geçirme planlarımızı hayata geçirecektik. Doktor bile onaylamıştı. Arca yaklaşık bir haftadır bugüne hazırlanıyordu. Allah seni inandırsın ben kendimi bu kadar motive etsem şirkete genel müdür olurum.

19 Ekim 2012 Cuma

“Bir çocuğa bakamadınız”

Arca ilk ateşlendiğinde doktoru, espri olsun diye, bize böyle demişti, ulen zaten gerilmişim el kadar bebeye enfeksiyon bulaştırdık diye, adamın üzerine yürüyecektim. “Etmeyeceksin kardeşim o lafı etmeyeceksin vallahi tıbbın neferi demem kaşını gözünü patlatırım”… diyemedim tabii kös kös boynumu büktüm.


Bakamamıştık evet. Hala da bakamıyoruz.

18 Ekim 2012 Perşembe

Günün sebzesi: Közlenmiş kırmızı biber

Bu ara mevsimi kırmızı biberin. Eskiden ben bunun bir etli dolmasını yapardım, üf hafif acılı filan yerken aklın çıkardı şerefsizim. Ama gel gör ki artık karbonhidrattan yana temkini elden bırakmıyor, dengeli besleniyoruz.

17 Ekim 2012 Çarşamba

Geçen yıl bu zamanlar

Var ya koptum! Blog arşivine bakıyordum.

Geçen yıl bu zamanlar "Çocuk yapın!" demişim, RTE salladıkça ben sallıyorum. O vakitler 3 imiş önerisi. Benim üslup da daha makul daha hafif. Unutmuşum bile yazıyı:)

Bu yıl bu zamanlar "ÇOCUK YAP!" diye biraz daha asabileşmişim. Halbuki yıllar geçtikçe daha naif olmalı daha sabırlı olmalı anne kişisi. Yok kızmışım ve kuvvetle muhtemel RTE'nin aile planlamasına pek de dostça yaklaşmayan yeni bir söylemi sebep olmuş buna.

Vallaha ben demiyorum o diyor, ben diyorum, o diyor ben diyorum, hadi allah ne verdiyse:)

Elaleme laf edenin başına iyi şeyler gelmez

Muhterem kocam kitap okumaz filan diye dokunduruyorum ama genel kültürü iyidir. Hani Matrix’te vardı, bir alete bağlıyorlar seni ve beynine bilgi yüklüyorlar. Alman kültürdeki tek kurluk hezimetimden sonra Matrix’in bile Almanca konusunda bana yardımcı olamayacağını hazmetmiş ve Fransızca, İspanyolca ve İtalyancayı bu şekilde öğreneyim hayalleri kurmuştum. Millet uçak kullanmayı öğrenir ben dil öğrenmek istiyorum, hey allahım!

16 Ekim 2012 Salı

Organize işler bunlar!

Dokuz ayın çarşambası bir pazara toplanmıştı. Boşa koydular dolmadı, doluya koydular almadı.

İlker’in yapı fuarına gitmesi icap ediyordu. Yeliz’in dibinden üç parmak çıkmış röflelerinin tazelenmesi. Zira Yeliz ‘in “saçımı kahveye boyatalım daha da röfle masrafı olmaz, tasarruf ederiz” (tasarruf bütçe plan procesi Vol.2) önerisi muhterem kocası tarafından “kocadan da tasarruf edersin o vakit!” şeklinde kesin bir dille reddedilmişti. Pazara gidilmesi gerekiyordu ve tabii markete de gidilmeliydi. Bunlar eğer Arca cücesinin uyku saatine kadar halledilebilirse öğleden sonra yemek yapılabilir, çamaşır yıkanabilir ve hatta ev bile toplanabilirdi.

Dumur diyalog #74

A: Bazen uzun kollu giydiğimde kollarım ıslanıyor okulda
Y: Öğretmenine üzerini değiştirmesini söylüyor musun?
A: Hayır! "üzerimi değiştirir misin lütfen" diyorum.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Günün sebzesi: Acılı kabak kavurma

Kereviz ve bamya "opera" gibidir, seversen çok seversin, sevmezsen kimse sana yediremez. Ama kabak karaktersizdir. Sevmem diyeni bulamazsın ama kimse de öyle aman aman bayılmaz. İlla ki seveceğin bir şeyi vardır. Katiyen yemem de diyemezsin. İşte öyle yersin gider.

Bu hafta sonu günün çorbası ailesi ilklere imza attı!

Geçtiğimiz hafta “plan ve bütçe görüşmeleri” yaptık ve son zamanlarda ne çok harcadığımızı fark ettik. “Masraflardan kısma” konulu ufak bir workshop ile hemen inisiyatifi ele aldık. Bundan gayrı bizim haneye tasarruf hakim!

Beni ilgilendiren kısım kitap harcamaları! Her ay mutfak masrafı gibi kitap masrafım var. Hani kenara atsan birkaç ayda bir çeyrek altın alırsın. Okumayalım da cahil mi kalalım? Tabii ki hayır, işte bu yüzden kütüphaneler var. YAŞASIN KÜTÜPHANELER! Lakin Arca üyelik sistemini, kitapların okunduktan sonra geri verildiğini öğrendiğinde benimle aynı görüşü paylaşmadı, şiddetle karşı çıktı.

Nasıl yani kitabı alıyorsun ve senin olmuyor mu? Olmaz öyle şey!

12 Ekim 2012 Cuma

Dumur diyalog #73

İ: Arca cücesi gel bakkala gidelim.
A: Cüce değilim ben!
İ: Ya nesin?
A: Fındık faresiyim!
.......

sayar oğlanın intikamı

Akşam eve geldim, üzerimdekileri çıkarıyorum, yuh dedim! YUH! Bütün gün omzumda sümük lekesiyle dolaşmışım. Arca’nın sümüğü!

Dün sabah paşazade geç uyanmak istediler. Hayır öyle bir ayar tutturuyor ki tam kahvaltımı hazırlamışım üzerimi giymişim çıkmama beş dakika varken uyanıyor. on dakika daha uyusa yırtacağım! Zaten bende şans olsa baba olurdum. Neyse beni üzerimde iş kıyafetleri ile görünce bastı yaygarayı. Nasıl ağlamak ama yırtınıyor. Çıkaracakmışım, ev kıyafeti giyecekmişim. Oldu! gözlerim doldu!

11 Ekim 2012 Perşembe

ÇOCUK YAP!

Tuvalette tam da rahatlamanın arifesinde “annneeeea” şeklinde bir feryatla işini yarım bırakmak istiyorsan, çocuk yap!


Duşunu beş dakikada almak, kahveni soğuk içmek, kahvaltını yarım yamalak yapmaktan zevk alıyorsan, çocuk yap.

Zamanın çoksa, “neden 7, 8’den önce gelir?” gibi sorularla beyin mıncıklaması geçirmek istiyorsan…

10 Ekim 2012 Çarşamba

Bu hafta bunlara gıcık oldum

Apartmanın kedisi...

Kedi değil o vahşi bir yaratık. Sabah sinsice yolumu gözlüyor. Ben apartmanın kapısından çıktığım an üzerime atlıyor. Sağa yelteniyorum sağıma atlıyor, sola yelteniyorum soluma atlıyor. Sanki "yelisssss" der gibi tıslıyor. Yolumu değiştiriyorum benden önce koşup yolumu kesiyor, bir daha tıslıyor "yelissss".

9 Ekim 2012 Salı

Sayıyorum! 1-2-3!

Geçenlerde Arca’yı okuldan almaya giderken Özge aradı. Konu genel olarak ana-baba eğitim kitaplarıydı. Dünya kadar kitap vardı ve haliyle kafası iyice karışmıştı. Ne zaman ve nasıl yaptırım uygulamalı? Hangisi cezaya girer hangi şekilde davranırsak vermek istediğimiz mesajı alır? Nasıl etkin bir şekilde çocuk dinlenir, nasıl ağzından laf alınır?

Bir arkadaşım bana akıl danışıyor, fırsatı kaçırır mıyım! Arabayı çektim kenara, Allah ne verdiyse anlatıyorum. İletişimde devrim! Telefonda “ana-baba eğitim kitaplarını anlama ve özümseme” konulu seminer!

Hmmm buraya kadar güzel… Kapattık telefonu, ben park ettim, okula girdim. Üzerimde hala az önce girmiş olduğum rolün izlerini taşıyorum: okumuş, bilmiş, hatta çokbilmiş ukelaana.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Terapi

Adamın tuzu kuru. Adam başarılı bir sitcom’un senaristi. İki evi, spor arabası, iyi kötü bir evliliği, sağlıklı yetişkin çocukları, konuşamadığı daha doğrusu dinlemediği bir karısı ve uzun uzun sohbet ettiği bir platonik ilişkisi var… Fakat hiçbirinin çare olamadığı bir diz ağrısı ile buna ve nice saçma sapan takıntılarına iyi gelmesini umduğu pek çok “terapi” seansı… Akupunkturdan tut da bilmem ne yağlarıyla bilmem ne terapisine kadar, ülkede ne kadar tavsiye edilen para tuzağı varsa bizim adam ağına düşmüş.


Geçtiğimiz iki haftanın kitabı Terapi’ydi.

Dumur diyalog #72

Kahvaltısını yapmayan Arca'ya, Nadire teyzesi : "aa Arca olmaz ama ben ne yapacağım şimdi? Babanı bir arayıp anlatayım durumu, belki o bir şey söyler."
Arca: "babam şikayetten hiç hoşlanmaz yalnız!"
...............

7 Ekim 2012 Pazar

Daha da Reyhan'a gitmem!

Agora'ya sabahları gideriz, gittik mi de mutlaka Arca Reyhan'da çikolatalı cheesecake yemek ister. Ama mesela Reyhan'dan vişneli yemez, vişneliyi mutlaka Tea&Pot'ta yiyecek böyle de alışkanlıklarına bağlı bir bebe kendisi. Rutinin bokunu çıkarmada üstüne yok, eh bunu böyle ben yaptım yok EASY imiş, yok Tracy'miş rutin manyağı oldu tabii.

Bu cumartesi yine çikolatalı cheesecake yemek istedi. Hafta başından beri de ateşli, sümüklü hani AVM ortamlarına girmesin yeni mikroplarla tanışmasın istedim. Mikrop camisasında zaten ziyadesiyle seviliyor pek sosyal, bu hafta samimiyete biraz ara vermesinde sakınca görmedim.

5 Ekim 2012 Cuma

Arca bu aralar n’apar?

Puzzle yapar…

Muhterem kocam yıllar boyu onlarca puzzle’ın on binlerce parçasını bir araya getirip tablolar yaptı hatta çerçeveletti, evin duvarlarına astı, benim o on binlerce parçadan tek parça koymuşluğum yoktur. Bunun kardeşi de böyle! İlknur bize düğün hediyesi puzzle tablolar yapmıştı.

Neyse geçenlerde Arca’ya 100 parçalık bir puzzle almış İlknur, tabii ki Cars karakterli. Bir gün eve geldim, Arca ile İlker patır kütür bitirmişler. Eğleniyorlar filan. Ben mal gibi bakıyorum. Sonra bütün hafta sonu puzzle yapıp durdular. Anam aklıma geldi, yılbaşında ablam Arca’ya puzzle almıştı, büyüyünce yapsın diye kaldırmıştım. Zira ben o puzzle’ı bu yaşımda oturup yapamam, Arca da liseden mezun olasıya kadar saklarım diye düşünüyordum. Meğer o da 100 parçalıkmış.

"Arca, oğlum, senin annen bir salaktı!" Vol.14

“Arca” ve “televizyon”un olduğu bir cümleye benim hassasiyetimin girmemesi mümkün değil. Pek çok konuda “saldım çayıra…” olabilirim ama şiddet, hayır abicim ne kadar geç tanışırsa o kadar iyi (gerçi ben çikolataya da böyle yaklaşmıştım şimdi götünde kırmızılıklar çıkasıya kadar yiyor- hmm pek iyi bir örnek sayılmam).

Ege'nin doğum gününde pinyatadan yakaladığı bonibon ile mutlu
olan bebem:) hayır tabii ki ertesi gün okulun sürpriz gününe gönderdim,
paylaş arkadaşlarınla dedim, tek başına yemesine izin vermedim!

Haber kanalı açık kalmışsa, İlker’in başının etini yiyorum. Travma da bık bık da… Kuzey Güney’i izliyor, silahlar çekiliyor, ben evde daha büyük terör estiriyorum. Muhteşem yüzyılın kafa koparma sahnelerini görünce cinnet geçiriyorum.

4 Ekim 2012 Perşembe

Fotoğraf demiştim…

Geçen hafta üniversiteden arkadaşım Emel, - facebook sayfasından blogu takip eder – bana bir mesaj göndermiş. Mesajda ilgimi çekebileceğini düşündüğü bir link var. Bir bülten çıktı, hmm bir tür anne sitesi. Yazı, fotoğraf, video gönderiyorsun, onlar da sana para ödüyorlar. Emeğin karşılığı veriyorlar, ne hoş diye düşündüm. Emel de “ha boyna yazıp duruyorsun bari kazanca dönüştür bir halta yarasın” düşüncesiyle göndermiş zaten.

Teknolojiyi sofranıza sokmayın, aman diyim!

Swissotelin yanında bir Tike vardı bir vakitler. Çok başarısız bir girişimdi. Bir defasında Koreli misafirleri iş yemeği için götürmüştüm, verdiğim (daha doğrusu şirketin verdiği) paraya yemin olsun acımıştım. Yok anam Topçu’ya gitsek daha tatmin olmuş ayrılırdık, eminim. Neyse doğru bir kararla kapanmış orası yerine İstanbul’un İzmir’e armağanı Midpoint açılmış. Vaktiyle Num Num’ın kapanmasına pek üzülmüştüm, zira İzmir’de öküzümsü hamburger yeme şansın yoktur, imkanlar fast food zincirleriyle sınırlıdır. Aşıyı olduktan sonra bu Midpoint’in performansını bir test edelim dedik. Küçük bir aile gibi görünürüz ama Karamürsel sepeti değiliz, öküz gibi yeriz.


Arca makarna yiyemeyeceğini anlayınca çok gıcık oldu. Söylemesi ayıp benim makarnamdan başkasını yiyemiyor, illa anasının makarnası olacak (bilmeyen de mantı açıyorum sanacak) dışarıda ısmarladıklarımızı hep İlker’le ben yedik o yüzden artık dışarıda makarna söylemiyoruz cüceye. Ya zaten nedir kardeşim? Evde alasına yapacağın makarnaya on liradan fazla veriyorsun. Neyse… hamburger de yemezmiş (görürüm seni birkaç seneye) köfteye tav oldu. Öncesinde bizimkine hemen boya kalemleriyle boyama kağıdı getirdiler. Müşterilerin veletleri ortalığı yıkmasın diye böyle bir önlem almışlar, takdir ettim. “Sınırlı boyama” kültüründen nasibini almamış cüce, haliyle kendi özgün sanatını icra etti kağıt üzerinde. Bu arada benim de yanımda oturmak istemedi, babasıyla oturacakmış, aman canıma minnet.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Dün aşı olduk, bugün ateş?

 Dün akşam aşı olmaya gittik. Evet grip aşısı. Bu bence biraz kurşun döktürmeye benziyor. Hayır, aşı oluyoruz, sonrasında daha beter hasta oluyoruz. Hani olmazsak daha daha beter olur muyuz? işte bundan tırstığımız için “olmayacağız” demeye cesaret edemiyoruz. Çaresiz, her yıl olduğu gibi tıbba teslim ettik kendimizi.

Arca aşı lafını duymasıyla “aşı olmayacağım” nakaratına başladı. Üstelik doktordaki muayene sırasında ortalığı birbirine kattı. Hayır ağlama değil, katiyen, bir hiper-süper-düper aktivite hali. Her şeyi kurcalama, yerinde duramama, o kadar ki doktor “ne çekti bu?” diye sorma ihtiyacı hissetti. Okulda Prozac verdiklerinden şüpheleniyorum:P

Aşı konusunda Arca ile polemiğe girmedik. Nasıl olsa hissetmeden acımadan aşı olacaktı.

Bizim insanımız harbiden mal!


Yok bu defa inceden filan dokundurmayacağım, bodoslama gireceğim.

Bizim insanımız harbi mal, ciddi söylüyorum saf filan değil mal!

Benzine zam yaparlar, vergiyi arttırıp, benzin istasyonlarını bir nevi vergi dairesi gibi kullanırlar bizim insanımız “benimki şirket arabası” der, “ay ben zaten 50 liralık alıyorum” der, hatta “benim arabam yok kardeşim, arabası olan tuzu kurular düşünsün” der. Mal işte!

Vallahi pes!

Açıkçası az sonra yazacaklarımı yazıp yazmama konusunda küçük bir tereddüt yaşadım, zira ne tür manyak olduğum anında okuyanlar tarafından fark edilecekti. Sonra amaann ko gitsin dedim! (zaten bilmiyorlar mı?)

2 Ekim 2012 Salı

Beni neden seviyorsun?

Ya da "burasını, Günün Çorbasını neden takip ediyorsun" mu demeliydim? Neden okuyorsun?

Hiç sevmem yorum sayısını tavana fırlatmak için yazılan postları. Hani "siz ne dersiniz?" diye post bitirilir ve okuyucuya pas atılır, okuyucu yorum bırakırsa şut ve gol! Bırakmazsa top taca gider, olacağı bu! sorun değil yani. Benim de akıl danışmak istediğim konularda elbette ki böyle bir şey yapmışlığım vardır, hani bin küsür yazının birkaçında soruyla bitirmişimdir. Kınamıyorum kimseyi, sadece sevmiyorum ve samimiyetine inanmıyorsam topu taca atıyorum.

Her neyse...

Dumur diyalog #71

Yatakta babasıyla tepişmece oynayan Arca’ya “ben de geleyim mi?" diye sordum.
“OLMAZ!”
“Niye?”
“Araba oynuyoruz biz!”

1 Ekim 2012 Pazartesi

Arca'nın sanata dönüş öyküsü

Bakırköy’de yaşarken boş bir odamız vardı, bir de ailelerimizden kalma bir “oturma odası” kültürümüz. Biz de kendimize o boş odayı oturma odası yaptık. O yıllar “L” koltuklar pek modaydı, piyasadakileri beğenmedik de kendi tasarımımızı çizdik. Dedemden kalan Yağcıbedir halımıza uysun diye de kırmızı! Hey gidi kırmızı koltuk!! Bugün hala on senelik krem rengi salon takımımızı kullanabiliyorsak sayesindedir!


Neyse İzmir’e geldik, yatılı misafirimiz kalmadı. Bunun yanı sıra oturma odasına sığamayacak kadar çok yemekli, oturmalı, coşmalı misafirimiz olmaya başladı. Eh bizim öyle ayrı odalarda ayrı kanalları izleyelim gibi bir adetimiz de yok… Kaldı mı kırmızı koltuk boynu bükük! Artık tüm hayatımız salonda geçiyordu. Arca ayaklandığında kurcalayacak yerleri sınırlamak adına o odaya yönlendirdik kendisini bir de oyuncak rafı hazırladık, ne de olsa kendi odası küçüktü. Derken Arca büyüdükçe bir genişleme politikası izlemeye başladı. Kendi odasına sığmadı, bizim kırmızı koltuklu oturma odasını kendisine oyun odası tayin etti. Kırmızı koltuğumuz da kahve-mavi yeni döşemesi ile yazlığa sepetlenince cüce yayıldıkça yayıldı oturma odasına.

Sonunda onu yine bir odaya tıkma düşüncesiyle yatak odasını bu oturma odasına taşımaya karar verdik. Böylece mevcut yatak odası bizim hobi, sinema, çalışma odamız olacak kendimize yer açılacaktı. Hayır olmadı. Arca bu yaz itibariyle yatak odasını oyun odasına taşısak bile bizim hobi odamıza musallat olacağının sinyallerini verdi. Düşündük taşındık, yerleşimi bu haliyle bırakmaya karar verdik.

29 Eylül 2012 Cumartesi

Peki ya Cango, Kango, Fısıltı, Uyku, Garip, Arap, Bady ve diğerleri?

Bu yandaki fotoğraftaki güzellik Aylin. Özge'nin güzel kızı, daha doğrusu kızlarından biri. Diğeri de zaten Aylin'in koynunda. Susam.

Benim kendi evladımla bir dört ayaklı dostunun böyle bir fotoğrafını çekmeme imkan yok. Çünkü ben bu fotoğrafa her baktığımda irkiliyorum, çok fena oluyorum. Elimde değil, çünkü ben köpeklerden korkuyorum, kedilerden korkmuyorum ama her ikisine de katiyen yaklaşamıyorum. Tüylerinin tenime değmesi sağlam bir çığlık atmam için yeterli. Belki fiziksel belki psikolojik bilmiyorum, üzülüyorum ama gerçek hissiyatım bu.

Bu sebepten Özge'den fotoğraf için izin istedim. Aslında başka bir yazı vardı taslağımda, çocuklarla hayvanların dostluğu üzerine, benim hiç tatmadığım ama bu yaz çokça tanık olduğum dostluk... Ama işler değişti.

28 Eylül 2012 Cuma

Flaş flaş… Arca cücesinin röportajını tüm çıplaklığıyla yayınlıyoruz!

Okulda duygularıyla ilgili sorular sormuşlar. Akşam çantasından çıkarıp verdi. Tüm içtenliği ile verdiği cevaplar:


Soru : En çok ne olunca sevinirim?
Cevap: Doğum günü partim olunca, arkadaşlarımla doğum günü partimde oynarken

Soru: En çok neler olunca şaşırırım?
Cevap: Arabalarımı sularken, sürprizlerimi yerleştirdiğimde

Soru: En çok neler olunca kızarım?
Cevap: Gezmeğe gittiğimde çünkü birazcık uykum geliyor

Soru: En çok neler olunca üzülürüm?
Cevap: Resim yaparken çünkü daire yapmak çok zor bir iştir.
….
Cevaplar gerçekten çok içten. Kendini çok iyi ifade edebilmiş bence. Sadece şaşırmayla sevinci biraz karıştırıyor galiba : ) Parti dedin mi her çocuk gibi akan sular duruyor ve akşamları misafirliğe gitmekten nefret ediyor ve direkt arızaya bağlıyor. Ama asıl dikkatimi çeken başka bir şey…

İşkilli anne mode on:)

27 Eylül 2012 Perşembe

Ham elmayı koparmışlar dalından yine de vatanım vatanım demiş

Bu sabah fire verdim. Uyku tatlı geldi. Az sonra Jillian bu avareliğin acısını fena çıkaracak biliyorum. Umrumda değil! Nasıl bir hamlık bu kardeşim hala kolum kanadım kırık.


Günün çorbası eşrafı benim bu sportmenlik oyunuma yavaş yavaş alışıyor. Misal dün İlker beni uyandırdı. Gerçi ben Arca’nın odasında minişime sarılarak uykunun en ballısını tadarken onun kulağının dibinde 05:58 – 06:00 – 06:05 saatlerinde çalan telefonu kafama fırlatmaya gelmiş ama olsun, sayesinde kalktım sporumu yaptım, mühim olan insanlık. Gün gelecek tek evladım da bana destek olacak, biliyorum, sabrediyorum.

Dumur diyalog #70

Annesine el kaldıran cüceye; “Arca! HEMEN ELİNİ İNDİR!”


Arca : “Elini indir değil”, “elini indirir misin lütfen” demelisin.

26 Eylül 2012 Çarşamba

Bugün günlerden...

Boya badana dolayısıyla home office günü.

Önce aşağı attılar sonra da yer kalmadı diye eve sepetlediler beni. Öğleden sonra evden çalıştım. Ancak bu home office olayı sakat abicim. Hem çalışıyorum hem dıkınıyorum, cola dondurma fındık… ha babam yedim.

Bir de araya kredi kartı yıllık ücretini ekstreme sıkıştırmış olan bankamı kalaylamayı bile sığdırdım. Geçen sene böyle olmuştu, bu sene utanmadan pazarlık etmeye kalktılar benimle.

Aynen şöyle gelişti olay:

Y: Benden yıllık aidat alamazsınız, derhal parayı hesabıma iade istiyorum
(Senelerin verdiği bir bıkkınlık var, artık öyle ık mık yok, direkt koyuyorum postayı)
Müşteri temsilcisi: hemen kontrol edelim. Hmm kartınıza 20 TL’lik … yükleyelim.
Y: Benden 55 TL alacaksınız, karşılığında 20 TL vereceksiniz, (aslında burada salak mıyım lan ben, sen kim oluyorsun beni söğüşlüyorsun dümbük diyecektim ama kişiselleştirmek istemedim, ne de olsa kurumun bir çalışanı karşımdaki, ee tabii bir de kaydediliyor:P ) doğru mu anlıyorum?

25 Eylül 2012 Salı

Önceki gün... dün... bugün ... günlerden...

SPOR!!

Daha doğrusu Jillian denen spor koçu mu ne haltsa onun sülalesine saydırma günü. An itibariyle hiç bilmediğim kaslarımı hissedebiliyorum ve hayır mazoşist olmadığım için hoşuma da gitmiyor.

Tamam baştan alalım. Ben ortaokuldayken… Puhaahah fazla baştan oldu ama beni başka türlü duyumsamanın imkanı yok, aramızdaki münasebet bir yanılsamadan ibaret olmasın istedim, istedim ki ilk gençliğimin köklerine ineyim.

Uzatmayalım, ben beden dersinden sınıfta on üzerinden yedi alan tek insandım. Matematiği on aerobiği yedi. Hırslı bir öğrenciydim. Evde turnike çalıştım başaramadım (evet evde beden dersine çalışan tek insandım ayrıca, bu kadar da inek bir insanım), takımlara girersem direkt on verirler düşüncesiyle baktım basketbolda kıvıramıyorum, voleybol takımına girmek istedim, alınmadım. Yılmadım, atletizm takımına girdim yüksek atlama diye tutturdular, bıraktım.

3,5 yaş babasının babatomisi

“Biz bunu yaptık ama olmadı bu!” repliğini 3,5 yaş babalarının icat ettiği, Gülse Birsel’in arakladığı rivayet edilir. Babayı sallamayan veletler büyük bir titizlikle anaya havale edilir. Zaten despotlukta duayen mertebesine ulaşmış 3,5 anasına böyle laf dinlememeler çerez gelir, söylemesi ayıp.

3,5 yaş babası babatomik olarak çocuğun istediği oyuncağı en ince ayrıntısına kadar çözmüştür. Ananın ofis komşusu İstanbuldaki oyuncakçıda siyah kumandalı büyük BMW bulunacağını içgüdüsel olarak hissetmiş, tam isabet ettirmiştir.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Dumur diyalog #69

Facebook'ta okulun koyduğu fotoğraflara bakıyoruz.
Geziye gitmişler. Aşağıdaki fotoğrafı görünce;
Y: Aa Arca hangi spor bu?
A: Trabzonspor

21 Eylül 2012 Cuma

Dumur diyalog #68

Okuldan haber monologları / diyalogları:


Y: Arca bugün okulda uyudun mu?

A: Uyumadım, uyumuyorum ben, bebekler uyuyor.

(Hafta sonu öğlenleri dötünde pireler uçuştu ama!)

Firari cüce

Sezonu bir türü kapatıp da şehre çekilemiyoruz, hala aklımız sayfiyede.

Geçen hafta sonu İlker balığa çıktı, iki turna iki küçük de palamut tutmasalar, çıkmayın kardeşim artık diyecektik, sustuk. İçim gidiyor yav! En son hamileliğimin ilk birkaç haftasıydı, tekneyle açıldık, haliyle atlayamamıştım. Şimdi de cüce var, deniz manyağı atlar tutamayız filan diye eşlik edemiyoruz, evde kocalarımızı bekliyoruz! Balıkçı karısı Yeliz :P

20 Eylül 2012 Perşembe

3. Sayfa haberi: Arakçı cüce aramızda!

Günün çorbası eşrafından Arca cücesinin okuldan oyuncak arakladığı ortaya çıktı.


Acılı anne muhabirimize konuştu:

3,5 yaş anasının anatomisi

Anatomi-babatomi serisine devam!


Tarihte bir ilk...

İlker maç izlemeye dışarı gitti. (hayır bu ilk değil : P)

Arca cücesi nezle ile sezonu açtı, an itibariyle ateş çıkacak mı çıkmayacak mı diye bahisleri açıyorum!! (Tabii ki bu da bir ilk değil puhahaha)

Bu vesile ile uyumamam lazım, bilgisayarı ve televizyonu açtım. Zira kitap okursam uyuyakalmayacağımın garantisi yok. Nurti senin face benim takılıyorum, işin bilgisayar kısmında sıkıntı yok lakin televizyon konusunda pek acemi pek pratiksiz kalmışım. Kuzey Güney ile Muhteşem yüzyıl arasında mekik dokuyorum. İkisi de pek güzelmiş, bir defa daha beğendim.

19 Eylül 2012 Çarşamba

Kelin merhemi olsa…

Sevgili yorumcu arkadaşlarım aldığım ürünlerle ilgili soru sormuşlar.


Öncelikle sözlerime “kelin merhemi olsa kendi başına sürer” diyerek başlamak istiyorum : )

Canım arkadaşlarım cidden paylaşmakla ilgili bir sorunum yok da işe yarar mı hiç bilmiyorum, herkesin cildi ihtiyaçları farklı. Ama yine ben ne yapıyorum onu yazayım. 

Merhaba!

Bizim Arca çok değil birkaç ay öncesine kadar tam bir hödüktü. Yok hayır abartmıyorum, son derece kıl bir tipti. Yanına yanaşıp öpmeyi filan bırak insanların bakmasına bile laf ederdi.


Yazlıkta terasta oturuyoruz mesela; yoldan geçen adama bağırırdı. “BAKMA!” Bir de bana dönüp “bakmasın bu bana!” derdi.

Yine bu yaz başka bir gün, yemek yerken meşhur Veli dede’nin karısı gayri ihtiyari bize doğru bakmış ki yan komşumuz gayet normal gözünün kayması. Bizimki önce pirzolaları güvenceye aldı sonra başladı bağırmaya: “BAKMASIN!”
“Kim bakmasın?"
“Veli dedenin karısı bana bakmasın! Niye bana bakmak istemiş annem? Söyle bakmasın, yemesin”

Bir de insanların üzerine yürürdü yolda giderken, “niye bakıyorsun?”

Arca bebekken bile böyleydi, ters bakardı, “alırım façanı aşağıya!” lafını yemiş gibi olur yanaşamazdın butlarına. Hiç unutmuyorum, bir gün blogta bir yorumcu, “Arca hiç gülmüyor” demişti. Sosyal medyanın bile ilgisini çekmiş!

Halbuki biz sevecen çocuğa alışkınız. Bizim Duru bebekken ve sonrasında sokağa bir çıktı mı herkesler çevresine doluşurdu, “prenses hazretleri halkını selamlamaya çıktı” derdik. Tamam, çok güzel bir bebekti (hala da çok güzeldir) ama asıl insanların gönlünü alan sıcak davranışları, herkese selam vermesi, gülümsemesiydi.

Neyse tam Arca da böyle işte alışacağız, kabulleneceğiz, üzerine düşmeyeceğiz dediğimiz hatta boş ver daha iyi kimseyle yüz göz olmuyor, kimseye öpücük filan vermiyor, diye işin iyi taraflarına bakmaya başladığımız bir anda, Arca yüz seksen derece döndü. Dönüş o dönüş.

18 Eylül 2012 Salı

Yarışma sonuçlarını açıklıyorum!

Çok depresiftim. Hata manik nanik depresif bir günümdeydim.


Motivasyonum sıfırdı, işimden, kendimden, hayattaki saçma sapan seçimlerimden ve hormonlarımın boyunduruğu altına girmiş PMS’den nefret ediyordum. Üstelik kahkahalarla güldüğüm kitabım tam da uçakta bitmiş, THY’nin dergisi okunmuş, gazete emlak ilanlarına kadar didik didik edilmiş, okunacak ne varsa tükenmişti. Allah kimseyi ama hiç kimseyi yolculukta kitapsız bırakmasın, amin!

İlk BBOM Okulları Eylül 2013’te Açılıyor!

Başka Bir Okul Mümkün (BBOM) Derneği; Çocuk Haklarına Sözleşme’sinde belirlenen
hakları hayata geçiren, çocukların kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayan, katılımcı

demokrasiyle yönetilen, ekolojik dengeye saygılı ve ticari kar amacı gütmeyen okullar

kurmak; bu eğitim anlayışının yaygınlaştırılması ve benzer başka okulların hayata

geçmesi için model teşkil etmek vizyonu ile üç yıl önce yola çıkmıştı. 2013-2014 öğretim

yılında İstanbul ve Muğla/Bodrum'daki BBOM okullarının öğretime açılması ise hepimizin

ortak hedefi.


Takipçilerimizin bildiği üzere, okulumuzun kuruluşu için somut adımlar attığımız bir

döneme girdik. Kooperatifimizin kuruluşu da bunun ana aşamalarından biriydi. “Başka

Bir Okul Mümkün!” dediğimiz için, bunca zamandır yaptığımız çalışmalarla okulumuzu

öğrencileri, öğretmenleri, ebeveynleri, binası, bahçesi ile bir araya getirmenin

eşiğindeyiz artık. Bu süreçte hepimiz işlerinden, evdeki sorumluluklardan, çocuklarımızla,

dostlarımızla geçireceğimiz zamanlardan arttıra arttıra emek harcadık. “İlk BBOM Okulları

Eylül 2013’te Açılıyor” demek aşamasına geldik.



7 Ekim 2012 Pazar günü İstanbul’da kapsamlı bir tanıtım ve dayanışma toplantısı

düzenliyoruz. Kolektif çalışma yapımıza dahil olmak isteyen yeni gönüllülere geldiğimiz

aşamayı aktarmak, BBOM Eğitim anlayışını tanıtmak, İstanbul BBOM Okulunun açılışa

dair süreci, katılım koşullarını paylaşmak amacıyla yaptığımız bu toplantıya “Başka Bir

Okul Mümkün!” diyen herkesi bekliyoruz.  
  ----- Keşke İzmir'de de olsa ....-----



Yarışma : Kozmetiğe neyi tercih ettim?

Bundan gayrı “kırışıklıklarım arttı, kaz ayaklarım bilmem ne oldu, yaşlanıyorum, çirkinleşiyorum” diye bıkbıklarsam bana “yürü git!” demek serbest! Çok samimiyim. Üç tur kozmetikçi gezdim, sayfalar dolusu hesap yaptım, boşa koydum olmadı doluya koydum almadı. Kozmetik devlerinin benimki gibi bir suratı gençleştirmek için çıkardığı maliyet 1200 TL anacım! Hiç abartmıyorum serumu, gecesi gündüzü, göz altısı, temizleyicisi! Üstelik bu taş çatlasın 4 ayda bitecek ve buna maskeydi, peelingti, makyajdı filan dahil değil! Free shop’tan aldırayım diye düşündüm, o da yine 800-900 TL mertebelerinde. Kısacası bir servet!


Hani diyorum kendi haline bırakıp üç beş sene sonra botox mu yaptırsam? Vallahi daha ucuza mal olur, hem de kesin çözüm. Tek sıkıntı biyonik görüntü. Röfleli kafam ve botoxlu suratıma bir de dudaklarıma silikon yaptırırsam kimse beni Pakize Suda’dan ayıramaz!

17 Eylül 2012 Pazartesi

Okullar açıldı. Açılmayaydı, iyiydi.

Trafik asansörden başladı. Bir 3’te duruyor bir 5’e çıkıyor. Hop 1’e iniyor, bir türlü 8’e çıkmıyor. Ya sabır! Geçtiğimiz aylarda asansörü dakikalarca tuttuğu için Arca ile birlikte sekizinci kattan döne döne inmemize sebep olan üçüncü kat komşumuzun sabıkası var zaten, asansörün üçte beklediğini görünce cinlerim tepeme çıkıyor.


Bir sabıkalı da yan apartmandaki jipli abla. Bu abla “kadın şoförlüğün” hakkını sonuna kadar veriyor. Fazla detaya girmeyeceğim, arabayı katiyen park etmiyor, kenara hafiften çekip bırakıyor, desem kafi olur kanımca. Sonra sen onun hantal jipini çizmeyesin diye slalom yap dur. Jip senin neyine be kadın!

"Balık" oğlanı kafalamanın en kolay yolu

Duygusuz-materyalist bir boğa burcu kadını olarak çok kereler hayalci-duygusal balık oğlanı yerdiğimi biliyorum ki daha ilişkimizin başındayız. Yüz yaşıma kadar yaşayacağımı düşünürsek (niyetim bu, İlker’i de yaşatmayı planlıyorum) bu beraberliğin nerden baksan bir altmış beş senesi daha var.

İflah olmaz kötümserliğimi bir tarafa bırakıp krizi fırsata dönüştürmenin yollarını arıyordum ki buldum! Azmin ve benim elimden uçanla kaçan kurtulur anacım, “balık”? Kaçabilemez!

14 Eylül 2012 Cuma

O bir survivor!

Üç taneydiler… İki Japon bir çöpçü. Arca’nın kıymetlisi “Umidi”nin hediyesi.

Japonlardan sumo güreşçisi kılıklı olanı bunun yemlerini de yiyince çatladı, çöpü boyladı. Arca balığının ölümünü metanetle karşıladı. Çok yiyince balıkların öldüğünü öğrendiğini düşündük.
Çöpçü, kuvvetle muhtemel pislik içindeki fanusta çöpleri yiye yiye sumo güreşçisinin akibetine uğradı ve bir sabah cesedini bıraktı, ruhunu teslim etti ebediyete.

13 Eylül 2012 Perşembe

En hayırlısı evimin kadını olmak!

Hayır, konumuz benim ruhuna el Fatiha okunup defnedilmiş kariyerim değil.

Konumuz Arca’nın babasıyla olan ilişkisi.

Arca bana acayip düşkündür. Ben tam olarak anlayamıyorum nedenini.

Benimle oyuncak almak hiç eğlenceli değil mesela. Geçen oyuncak almaya gittik, yaklaşık bir saat o araba reyonundan çıkmadık, İlker de yoktu yanımızda kafam şişti yeminle! Ulen hepsi aynı al çık birini değil mi ? Yok! Hepsi tek tek kurcalandı, uzun uzun parmaklandı. Ben sıkıntıdan patladım. Hep tekerlek işte, biri mavi biri kırmızı. Ben kendi arabamın markasını bile yanlış telaffuz ediyorum (Polo Corsa diyorum ya biri beni durdursun!) adam BMW’nin siyah couppe mi ne hani üstü açıklardan, hah ondan istediğini anlatıyor satıcıya. Allah ıslah etsin!

12 Eylül 2012 Çarşamba

Annenin vicdanına çok pis dokunduran kitap

Arca’nın en belirgin 3 yaş özelliği cıbıl koşmak! Bizim oğlanın teşhirci veya sapık filan olduğuna inanmış, kendimi evladımın negatif özelliklerine (ki benim bebem muhteşemdir normalde) alıştırmaya başlamıştım ki, bir kitap okudum (hayır hayatım değişmedi:P)

Bu öyle bir kitap ki…

Şimdi sen “manyak lan bizim oğlan” diyorsun. Kitap, “hayır sizin oğlan manyak değil, sadece 3 yaşında ve bu bu bu sebeplerden dolayı bunu yapıyor, ama siz duygusuz ve anlayışsız bir mankafa olduğunuz için anlayamıyorsunuz” şeklinde senin aklını başına getiriyor. Ağız tadıyla oğlana verip veriştiremiyor, vicdan denen sinsi şeytanın dipsiz kuyularında kıvranıyorsun.

Ama bok atmayalım kendini bok gibi hissetmeni sağlaması dışında güzel kitap:P

11 Eylül 2012 Salı

Yaz bitmiş yav!

Mevsim dönmüş sonbahara. Mutlu değilim. Normalde ben geçiş mevsimlerini severim, hem de çok severim. O terlediğin günlerin ardından battaniyenin altına girmek, inceden sızlatan serini hissetmek güzeldir. Uzun kış gecelerinden sonra mis gibi bahara uyanmak da... Gel gör ki bu yıl hiç beklemediğim bir anda yakalanmış gibiyim sonbahara. Sürprizlerden hoşlanmayan insanların somurtkanlığı var üzerimde.

Daha karpuz keseceğidik:)

Kitap siparisinden payima dusenler


                                          
Geçenlerde İzmirli anneler mail grubunda kitap tavsiyeleri mailleri dönüyordu. Herkeslerde bir sevinç… İhsan Oktay Anar’ın yeni kitabı çıkmıştı. Haydaaa… Kim lan bu, bu kadar milleti coşturacak?
Öte yandan Nurturia’daki kitap ve film kulübü çok farklı kitap önerileriyle sayfaları dolduruyordu. Pek çoğunu bilmiyorum, tanımıyorum yazarlarını, hiç okumamışım. Kulüp çok keyifli, her hafta bir film izliyor, her ay bir kitap okuyorsun sonra da grupta bunları tartışıyorsun. Geçen ayki kitabın türü sarmadı ama bu ayki kitabı acayip merak ettim.

Bugün günlerden...

... Arca cücesinin öğle uykusuz ilk okul günü.

"Büyüdün" demişler, uyutmamışlar bugün. 4 yaş grubu uyumuyor okulda. Oh canıma değsin.

Bütün yaz içim şişti bu cücenin öğle uykusu mevzusundan! Akranları aylar öncesinden bırakmıştı ve Arca inatla "uyumıcam, uyumayı sevmiyorum" diye haykırıyordu ancak ben biliyordum, yoğun yazlık günlerinde uykuya ihtiyacı vardı. Var ya despotlukta, çocuğun yerine karar almada üstüme yok, bırak uyumasın değil mi? Ama yok biliyorum ki arızaya bağlayacak. O kadar denize gir çık, bisikletti, atom karıncaydı tepesinden inme, sonra öğlen uyumayacağım de! Yok vallaha bütün yaz uyuttum.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Dumur diyalog #67

Bazen pek kibar, telefonda;
A: Babacım Egehan'ı bizim eve davet edebilir miyim?
İ: Kim lan Egehan? (kibar baba:P - bu çocuk kesin bana çekmiş:) )
A: Hani Umidimin evinde tanışmıştık ya?
....

Bazen pek gıcık!
Neden mikropların vücudumuza girmesini istemediğimizi uzun uzun anlattığımda;
A: Uff anne! abartma lütfen!

8 Eylül 2012 Cumartesi

Çocuğu - gerçekten - dinlemek

Arca'da çene bol. Hiç susmuyor, pis geveze kime çekti bilmem:P

Bu ara sık sık benzer kalıpları kullanıyor. Kalıplar birbirinden farklı ama çıkış noktaları aynı!
"Tamam mı?" : Bir öykü anlatırken dinleyip dinlemediğini test etmek üzere birkaç cümlede bir araya bir "tamam mı?" sıkıştırır. Ve senden gerçekten ilgili bir "tamam" almadan katiyen devam etmez!

"bak şimdi" de bence böyle bir şey.
Tüm dikkati üzerine toplamak istediği bir şey anlatacaksa - ki tüm anlatacakları aslında dikkat çekicidir - mutlaka cümle "bak şimdi" ile başlar "ne yapacağım..." "ne anlatacağım..." "bir hikaye var..." "ben bir çocuk gördüm..." ile devam edip olaya bağlanır.

En çok kullandığı ise "annem/babam biliyor musun?" ile başlayan kurmacalar. Henüz çözemedim, ya yine ilgi çekmenin bir yöntemi, ya da bir şekilde öğrendiği şeyleri bakalım annesi babası biliyor mu merakı.

Tespitim geldi, yapmazsam duramam!

7 Eylül 2012 Cuma

Haberler kötü!


Öğlen Forum’a gittim, tiryaki ofisin filtre kahve sırası bana gelmiş. Var ya bu tiryakilik yakında midemi delecek ya, neyse… İçkim yok (:P) sigaram yok bir kahvem var, ona da karışmayın len : )

Bu kahve bana pahalıya mal oluyordu, neyse ki Park Bravo’dan sadece bir beyaz gömlek (kaçıncı beyaz gömleğim bilmiyorum, mavi ya da beyaz buldum mu alıyorum!) ile çıktım. Derken Dauglas mı ne hah işte oraya girdim. Maksat Emre’nin yurtdışı dönüşünde freeshop’tan alabileceği bir şeylerin fiyatını öğrenmek. Evet böylece, dötüme şu kadar girecekti şimdi bu kadarcık girdi diyerekten sevineceğim! Plan bu!

Tepkisiz bir ülke için

Gazete okuymuyorum, haber izlemiyorum.
Hamileliğimden kalma bir alışkanlık oldu.
Kalbim hormonlarım dayanmıyordu, hala da öyle.
Belki iyimserliğimi kaybetmemek uğruna hormonlarımın arkasına saklanıyorumdur, kim bilir?

İlker bilgi veriyor çok gerekli haberleri.

6 Eylül 2012 Perşembe

Bugun gunlerden...

İstanbul
2 toplanti
erken havaalanina gelis
omru hayatimin ilk havaalaninda bira patatesi
ve
sabiha gokcen

Halbuki garsona sordum "o patatessepeti denen sey buyuk degil di mi" dedim. yani bir kisilik porsiyon dedi.

Ulen senin gozunde okuzumsu bir imajim mi var? Essek yukuyle para verecegim diye birakamiyorum da mecbur yiyecegim.

Hep bira denen meretin sucu illa ki yanina arkadas istiyor PİS : P

Arca cucesi dotu dogrultmus beni havaalanindan alacaklarmis:)

Ben kacar...

5 Eylül 2012 Çarşamba

"Arca, oğlum, senin annen bir salaktı..." Vol.13

“Arca, oğlum… Senin annen bir salaktı, medeniyetin içinde dizanteri amipini buldu bulaştırdı sana, daha da söylenecek söz kalmamıştır” cümlesi bu post için kafi diye düşünenler fena halde yanılıyor!

4 Eylül 2012 Salı

Zeki Müren de beni gördü!

Instagram ilginç bir dünya. İtiraf ediyorum, yanımda makine olmadığında çektiğim iğrenç fotoğraflarımın façasını düzeltmek için kayıt olmuştum. Sonrası çorap söküğü gibi geldi.

Bizim ailenin celebrity’si Emre (Deniz bebeğin babası olur kendileri), haliyle pek çok celebrity tanır. Geçen sosyal medya muhabbeti yaparken instagram profilini açtım, kimleri takip ediyor diye baktım. Işın Karaca ve kara böcük sevimli bebesi ile Cansu Dere ve ağzımın suyunu akıtan seyahatlerinin böylece müdavimi oldum.

Demet Evgar da böyle dahil oldu listeme.

Kumral Ada Mavi Tuna (Şerife'nin Kurabiyesi)

Annemin tarif defterinde öyle başlıklar görürsün. "Şerife'nin papatya kurabiyesi" "Aysel’in ıspanaklı böreği", "Neriman’ın çaylı keki"… Güldüğümde "öyle hatırlıyorum ben napayım?" derdi. .

Ben bunu anneme özel sanırdım. Meğer o zamanların raconu böyleymiş, zira geçenlerde öğrendim ki; İlker’in annesi, birine şambali tarifi vermiş bir zamanlar, o defterde öyle yazıyormuş, “Şükranın şambalisi” ... koptum!

Ben de kitaplarımın listesini yapsam eminim yanlarına böyle tarif notları düşerim:

Bugün günlerden...

AMİPLİ DİZANTERİ!! Yok artık "bir bu kalmıştı, bizim oğlan bunu da kaptı" söylemlerine girmeyeceğim. Zira önce Allah'ın sonra tıp dünyasının gücüne gidiyor olacak, yepyeni bir hastalık ile tanışıyoruz.

1 Eylül 2012 Cumartesi

Dumur diyalog #66

A: Annem senin gibi gözlüklü Şimşek mcqueen yaptım!!

.......

Çikolatalı bisküvi yerken.... çok çok yerken...
A: Annem bu bisküviden az yersen alerji yapar, çok yersen alerji yapmaz.

........
Balık, makarna, meyve suyu menüsünü götürürken...
A: Annem makarnayla meyvesuyu alerji yapar.
Y: İçme o zaman meyvesuyunu makarnanı ye.
A: Bana yapmaz, bebeklere yapar hıh

30 Ağustos 2012 Perşembe

Bisiklet

Köy, pazar, deniz, zıpzıp, parktan sonra hala enerjisi tükenmeyen veledi yormanın en eğlenceli yolu: bir saatlik bisiklet turu, maceralı bir bisiklet parkuru.

Emektar bisiklet ablamdan yadigar. Ancak ondan daha çok kullandığım için bizim mahallede beyaz Bisan benimle anılır. 27 yaşında. Babam müthiş baktı beyaza. Katiyen gıcırdamaz, hiç bir aksamı teklemez. On numara bisiklettir. Bunlardan yapmıyorlar artık.
Arca kulübede bu bisikleti gördüğünden beri aklı iki tekerlekli kullanmakta. Alıştırma tekerleklerine çok gıcık oluyor garibim. Yavaşlatıyormuş kendisini. O kaskı kafaya taktı mı kendini bisiklet yarışçısı sanıyor cüce.

Bayramda bir heves birlikte binecektik, lastiğini şişiremedik, babamın içinde kalmış, lastiği şişirmiş, zinciri yağlamış 27 yaş bakımını tamamlamış. Bu tatilin sürprizi beyaz Bisan.

Akşam üzeri, Arca ile birlikte bisikletlere atlayıp sahil yoluna çıkıyoruz. Zıpzıp ve parkın ardından üç buçuk kilometrelik sahil yolunda "maceralı yolculuğumuz" başlıyor. İlk gün bir yavru köpek Arca'nın peşinden koştu, heyecandan kalbi çıkacaktı yerinden.

Hep daha ileriye yolun sonuna kadar gitmek istiyor, hiç vazgeçmiyor.

Çok eğleniyor, benimle birlikte bisiklete binmek inanılmaz keyifli onun için... Biliyorum çünkü, bana kendi bisikletindeki gizli yeri gösterdi. Oraya bir şey sakladı mı kimse bulamıyormuş, bu bizim sırrımız olsunmuş. Bir de "biz bisiklet takımıyız, di mi!" diye soruyor. Evet eminim benimle bisiklete binmeyi çok seviyor!!

Laf aramızda her gün bir saat bisiklet demek, Arca'nın itirazsız uykusu demek. Tek sıkıntı idmansızlıktan hamlamış döt kaslarımın et kesmesi:))

Çocuğu yoracaksın!

Çocuğu yoracaksın, hem de çok pis yoracaksın. O kadar meşgul olacak ve yorulacak ki sana bulaşmayacak.

Uyan, yürüyüş yaptır, köyden gevreği kap, yarısını yolda yesin. Kahvaltı için bu arada acıkmış olsun. Tıksın yemekleri ağzına, vakit dar üç tekerlekli ile teras turu atmalı. Derken pazar arabasını verdin mi eline, doğru pazara. O zaten dünden razı. Kıçını kaşıya kaşıya alışverişte. 

Ne? yorulmadı mı? Doğru denize. İki kulaç attı mı zaten başlar dili dolanıp yorulmaya. "Eve kadar ben taşırım" vaadiyle kamyonun kasasına doldurduğu taşları anneannenin eline tutuşturdu mu anla ki, yorulmuş:)

28 Ağustos 2012 Salı

Dumur diyalog #65 ve tatilden goruntuler

Pazardan alisveris oyunu oynarken ;
A: annem sana bir sey alicam pazardan, cok duygulanacaksin.

......
A: cango, kango, garip, arap .. sizi cok seviyooommm
(sokagin kopeklerini seviyor neyse ki:) )
.....

A: annem biliyor musun? cangoyla arap sana havlayabilirler
Y: nedenmis?
A: sen onlara yemek vermiyorsun cunku
ic ses: sen ayaklarim kicima degerekten kacmadigima sukret cuce! ulen yanlarindan bile geciyorum daha ne edeyim? bi de yemek verecekmisim sen ver!
.....

A: annem biliyo musun? bakkalin kopeginin adi "uyku" obur sokaktaki kopegin adi da "fisilti"

(tamamen totosundan uyduruyor;) )

not1: telefondan post girmeyi pek beceremiyorum goruntuler Ilica plajindan, su kopurten arca fotosu haric:)
not2: duygulandiracak hediye tahta tabureymis:)

27 Ağustos 2012 Pazartesi

adettendir...

tatile giden sosyal medya insani kumsalda bir ayak fotografi ceker, instagramin imkanlarindan faydalanarak facayi duzeltir, sonra da facebook senin blogger benim paylasir da paylasir. ayaklari benimki kadar bakimsiz blogger da devekusu misali ayagi kuma gomer de ceker. maksat adet yerini bulsun:)

an itibariyle...

tea&pot'ta mojitolarimizi yudumlarken hain bir karin agrisi ile eve donduren cuceye sovmekte, cayimin demlenmesini beklemekteyim.

yer cucesinin dedigine gore bugun en guzel tatil gunuymus...

Ilica plajindan essiz goruntuler instagram'in ardindan azzzz sonraaaa bu sayfada...

Maksat her mecrada takipcilerin gozune gozune sokmak... tatilde oldugumu:P

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Dumur diyalog #64

A: Bu uçak çok güzel kokuyor annem.


Y: Neden?

A: Çünkü üzerinde çiçekler var.

….

Arabada seyir halinde iken bir yandan Hadise dinlemekte olan cüce bir anda fikir beyan eder,

A: Bu araba eskidi, BMW alalım biz.

24 Ağustos 2012 Cuma

Bukowski

Tatil hazırlıkları tamam! Bayılıyorum yüksek perdeden girişlere : )


Yok be yav bayram çamaşırlarını yıkadım sadece. Ütü yapmak zor geldi. Katladım tıktım çantanın içine. Zaten yazlığa gidiyorum, orada da ütü var çok şükür. Geçen seneki kavanozlarımı torbaladım, yeni kapak alınacak, şişe domatesi yapılacak. Arca’nın ehemmiyetle üzerinde durduğu kumandalı arabası, fotoğraf makinası, bilgisayar… Tamam işte.

İlker’e bir kap sebze pişirdim. Allahım mikemmel bir kadınım! (laf aramızda Nadire abla yokken köpekler yemez halimizi)

Tatil hazırlığının en titizlendiğim kısmı kitap seçmek. Bu sefer artık mokunu çıkarmayayım 5-6 kitapla gidip de sadece birini okuyup dönmeyeyim, akılcı bir seçim yapayım dedim. “Açlık oyunlar”ından sonra tempoyu düşürmeyelim, hazır tatil moduna girmişken çıkmayalım demiş “aklından bir sayı tut”a başlamıştım. Bu ilk başlayışım değil, geçen sene seksen sayfa kadar okuyup tırstığım kitap bu. İlker’e anlatıyorum, gece uyuyamadım oğlum, çok pis tırstım diyorum, gülüyor, insan okuduğundan tırsar mıymış? Hayal gücünün sığlığına sağlık! Sen okuma zaten!

23 Ağustos 2012 Perşembe

Bugün günlerden...

Kısa saç günü! Saçlarımı iyice kısalttım. Ne toplanıyor ne salınıyordu. Çok boş bir anımda yakaladı beni kuaför ve bastı makası! Fönlü şimdi. Merak eden facebook sayfasına baksın, vallahi uğraşamam her sosyal mecrada paylaştım içim şişti. Bir de kötü bir fotoğraf, makyajsız filan (bilmeyen de her sabah pür makyaj çıkıyorum evden sanacak)

Beyaz dizi

Bu kapağı hatırlıyorum! Ve yazarı:)
Yıl? bilmiyorum galiba lise ikinin yazıydı. Full time yazlıktayız. Hayatımın en bayık yazıydı diyebilirim.


Sahildeki adresimiz hocanın işlettiği “kafeterya” kapanmıştı. Hocam dediğimiz lise öğretmeni, yazları işletirdi kafeteryayı. Kafe, kahve filan değil de kafeterya dememiz belki de hocadan ötürüydü. Tost, içecek, bira da vardı sanırım. İlle de “Sensun” marka gazoz, koladan daha ucuz diye midir nedir, hep gazoz içerdim ben, ablam da maden suyu. Hoparlörlerinden sürekli Ahmet Kaya şarkıları çalardı.
“Başım belada, tabancamı unutmuşum helada”

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Var ya politikacı olacak kadınım şerefsizim!

Çözdüm ben olayı. Oy toplamak için özellikle pirinç bulgur dağıtılıyor. Bir taşla iki kuş.

Tatil yorgunu

Arca'nın "Dulucuğu" etrafta olduğu zaman kendimi dinlenmiş hissediyorum. Hmm eğer bir kızım olsaydı, sanırım 8-10 yaşlarındayken bir tane daha doğururdum:) Zira büyük erkek çocukların küçük kardeşleriyle ilgilendiğine hiç tanık olmadım ama Duru Arca ile ilgilenme konusunda kendini aştı artık! Hiç "ben 11 yaşındayım seninle oynamam" filan demiyor, birlikte müthiş oynuyorlar. Bir de gönüllü kitap okuyucusu. Arayıp bulamayacağın bir oyun ablası resmen! Bu bayramın şekeri Duru'ydu:)

17 Ağustos 2012 Cuma

Küçük şeylerin tanrısı

“Son”dan yana kaygı taşımayan yazar, öyküsünü evirir çevirir, geri dönüşlerle şimdiki zamanı harmanlar acayip bir kurgu ile sunar kitabını. Sonunu öykünün içinde bir yerlerde yakalamış olman umurunda değildir yazanın, o seni zaten üslubu ile teslim almıştır, sense tadını çıkarırsın.


Günler önce “Küçük şeylerin tanrısı” bitti. Üstüne başka bir kitaptan epeyce okumama rağmen tam olarak bende bıraktığı etkiyi tarif edemiyorum. Hani “etkileyici” dersin, hani “vurucu” dersin ama demekle tam olarak anlatmış olamıyorsun hissettirdiklerini. Hafta sonu Uşak yolundayken son sayfalarını okuyordum, sık sık kafamı kaldırıp bazı cümlelerini sindirmek için etrafı seyreder buldum kendimi.

Kitabı nadirkitap.com’dan sipariş etmiştim. Lale ablam sağ olsun tanıştırdı beni Türkiye’nin en büyük sahafıyla:) Listemdeki kitaplar pahalıysa bir de buraya bakıyorum ve hemen hiç eli boş çıkmıyorum. "Küçük şeylerin tanrısı"yla da böyle buluştuk. Çok seviyorum ikinci el kitap okumayı. Yeni kitabın kokusu yok ama başka bir ruhu var. Mesela benden önceki sahibinin notları vardı kitapta, altları çizilmiş bazı satırların. Ben çizemem, ama çizilmişse de itiraz etmem: )

Tek kişilik bavul ekibi-liste ekleme

Herkesler bavul toplamaya üşenir. Ben bayılırım! Bu sene her hafta öncesinde iş seyahatleri, ondan önce okul-ev arası gidip gelmeler. Seyahat fikrini seviyorum galiba, Hiç de şikayet ettiğimi hatırlamıyorum. Oyun gibi, alacakların bellidir.


İç çamaşırları… Her güne bir tane don. Tatil sutyeni, bak bu önemli, penye bikini üstü gibi bir şey hem de gri, neyle giyersen giy, giyilir.

Her gün için kombinasyonlar olarak hazırlarım giyeceklerimi. İş seyahati için zaten ne gün ne giyilecek, neyle giyilecek bellidir. Tatil için de böyle. Sadece seyahatin uzunluğuna göre bir iki kat yedek alırım, dökülür, yırtılır, neme lazım: )

16 Ağustos 2012 Perşembe

"kendi kendine uyuma" ve "gece çişi"ni nasıl hallettik?

Ben bazı konuların arkasını pek getirmiyorum. Halbuki sitcom değil anam bildiğin Köle Isauravarimsi bir pembe dizi çevriliyor burada. Arkası yarın mübarek!
Geçenlerde Elvan sordu, -kendisinin çocuğu filan yok, öyle bir azimle anlatmışım ki- “kendi kendine uyuma konusunu hallettiniz mi?” dedi. Çok fena. İşte böyle boyundan büyük laflar edersen sonra yüzüne vururlar. ık mık bir ara yazayım dedim.
Halbuki resmen mıçtım o konuda hem de betonu filan delemeden. Geçen gün Nil’le konuştuğumuzda itiraf ettim, rahatladım. Uzun lafın kısası halledemedik, hala koyun koyuna uyuyoruz!

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Dumur diyalog #63

A: Bana su verir misin babam? Mcqueenli bardaktan önce soğuktan sonra ılıktan.

İ: Önce ılıktan sonra soğuktan koysam olmaz mı?
A: Hmm bu da güzel bir fikir.
.....................

14 Ağustos 2012 Salı

loğusalık müessesesi


Doğurmadan hemen önce:)
 İster inan ister inanma loğusalık müessesinin raf ömrü 3 yıldır.
ha sen 1 ayda bitirdim o işi dersin, orasını bilemem.
Beben çocuk olmadan loğusasın hiç kusura kalma.
Tamam başında mevlüt örtüsü, üzerinde leylak rengi geceliğin, ayağında ponponlu terliklerinle "doğu tebriği bekle evde" demiyorum. Akıllara zarar. Lakin beben çocuk olmadan normal insan hayatı haram sana kabullen.

Doğum günü partisi resmi geçidi

Doğum günü prensesi:)
Doğum günü beyefendisi:)
Doğum günü topları... NEFİSSSSS

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Dumur diyalog #62

Yazlıkta arabalarıyla oynarken dedesi soruyor,
D: Oooo Arca arabalarını mı konuşturuyorsun?
A: HAYIR, onlar kendi aralarında konuşuyorlar, dinle bak
.....................

A: Balonlarla oynayalım
Y: Uyku saati 10 kere at, sonra yatağa
A: 20 kere
Y: Olmaz 10!
A: 20, ISRAR EDİYORUM!
Y: 15'te anlaşalım
A: 15, 20'den büyük mü?
Y: Küçük ama 10'dan büyük
A: Anlaştık

12 Ağustos 2012 Pazar

Günün sebzesi : atdötten fırın kabak mücver

Tuna'nın doğum günü partisinden çıktık, taksi ararken kendimizi pazarın ortasında buluverdik.
Pazar gördüm mü kayıtsız kalamam, kenarından geçemem, tam ortasına dalmam lazım. Öğle uykusu uyumamış yorgun bebemle sadece domates konusunda anlaşmamış olsaydık, haftalık alışverişimi de yapar giderdim. Bu defa bu pazar elimden iki kilo domatesle kurtuldu.

Domatesler nefis tam mevsimi.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

"11 yaralı 4000 gönüllü!" Anormalitesi

Anneannemin cenazesine giderken yolda fark ettik. Manisa girişi konvoy, yarım saatten fazla. Bizde cenazeye yetişemeyeceğiz endişesi. Foça'da hain saldırıymış. İzmir çıkışları tutulmuş pek tabii, tek tek arıyorlar herkesi.

Normal...
Terör saldırısı artık normal.
Hayatımızın bir parçası sanki terör.

Hafta sonu muydu? 8 şehit oluyor, kimsenin gıkı çıkmıyor. Normal çünkü. Şehitler ölmüyor ki sadece, hayatlar sönüyor kimsenin haberi yok. Normal değil mi? Bizden 8 şehit ama onlardan 11 tanesini haklamışız. Teselliye bak senn! Normal...

İzmir nasıl bir yer biliyor musun? Bilmiyorsan söyleyeyim, İzmir, "normal" değil az buçuk "anormal" bir şehir.

10 Ağustos 2012 Cuma

LÖSEV Gönüllüsü Olmak Bir Ayrıcalıktır...

Büyük LÖSEV Ailesi, lösemili&kanserli çocuk ve ailelerin bu zorlu mücadelede yalnız olmadıklarını göstermek için sevgi ve azimle çalışan bir vakıftır. LÖSEV kurulduğu 1998 yılından bugüne dek faaliyetlerini duyarlı kişi ve kuruluşların destekleri ve binlerce GÖNÜLLÜSÜ’nün katkılarıyla gerçekleştirmiş; Türk halkının konu hakkında daha bilinçli ve duyarlı olmasıyla beraber tedavide %91'lere çıkardığı başarısını %100’e çıkartmayı hedeflemiştir.

melek

Anneannemi topraga verdik dun.
Kirmizi yanakli tonton anneannemiz...
Onu hep guzel sozleriyle anacagim;
"Allah esinizden isinizden guldursun"
"Sizi de boyle evlatlariniz baksin"
"Benim yavrularimin da CUMLESININ yavrulari da..." diye duaya baslardi hep...
Sadece kendi cocuklarina degil baskalarinin cocuklarina da dua ederdi. Melek oldu...

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Nohut oda bakla sofa

“yaşlı minik bir hanım bir başına yaşarmış
masası sandalyeleri rafta da bir testisi varmış…”

“Tostoraman” istediği kadar yavrulasın,

“Maskeli fare” kaçacak delik arasın,

“Zogi” yıldızları kapsın,

Gelen geçen cadıya “Süpürgede yer var mı?” diye sorsun,

“Minik Balık” istediği kadar totosundan öykü uydursun,

“Kasabanın en şık devi” don atlet kalsın,

“Pırtık tekir” Çalgıcı Hüsnüyü daha çooook arasın,

“Değnek adam” mevsimleri ve hatta “Salyangoz ve Balina” dünyayı dolaşsın…

hepsi bir tarafa benim yaşlı minik hanım bir tarafa.

7 Ağustos 2012 Salı

“İnsanların yüzleri neden farklı farklı olur?”

Bunu üç yaşında bir çocuk sorarsa nasıl cevaplarsınız? Öğle uykusundan yüzüm öpülüp mıncıklanarak ve bu soru sorularak uyandırıldım. Dürüst oldum, zaman kazandım. “Çok güzel bir soru ama sana nasıl anlatacağımı biraz düşüneyim, sonra cevap vereyim olur mu?” Allahtan tamam dedi ısrar etmedi. İlker’i aradım, “sen cevap verme ben gelince yanıtlayacağım” dedi. Cevabı bildiğinden çok kendisi cevaplamak isteyen birinin heyecanı vardı ses tonunda. İlişmedim.

Tatil, tam tadında

Tomografi haricinde süper bir tatildi. Kısa ama güzel. Tam tadında. Çocuğun toplumla paylaşılmasının anneye ne denli fayda sağladığı hakkında bir belgesel çekmek istiyorsan bizimkilerin yazlığında birkaç gün geçirmen yeterli.


Her şey çok hızlı oldu aslında. Pazartesi gününü izin almam, gecenin bir körü eşya toplamam, Cuma akşamı daha yedi olmadan dedenin arabasıyla yollara düşmemiz. Arca için her şey oyun, eğlence. Arabadan indiği anda bizim sokaktaki üç oğlan çocuğu Arca’nın eve girmemesi için yeterli bahaneydi.

Cumartesi sabah yaşanan tomografi gerginliğine de “Alsancak’ta sabah çayı içesimiz gelmiş, gezdik geldik” diye gülümseyip geçiyoruz. Tabii ancak akşam suyuna yetişebildik. Gün batımında nefis bir deniz, kumsalda “sen sarışınsın ben esmerim” dediği sarı kafa Egemen’in aradaki bir buçuk yaş farka bakmadan hareketlerini taklit etmesini tasvir edemiyorum ama hala gözümün önüne geldikçe gülüyorum. Komik lan bizim oğlan!

5 Ağustos 2012 Pazar

bizim orda gunbatimi guzeldir...

seni sen yapan secimlerin aslinda ve belki biraz daha fazlasi...

bu ara aklimi ziyadesiyle megul eden bu, kendi secimlerimiz ne kadar bize aitti ve biz kendi cocuklarimizin secimlerinde ne kadarlik bir role sahip olacagiz? basrolu kapma savasi mi verecegiz yoksa yardimci oyuncu oscarina mi oynayacagiz? figuranlik da bir diger olasilik...

arca korkuttu dun. yataktan dustu, hersey normalken bir anda "basim donuyor, basim agriyor" demeye basladi, kafayi da buldugu yere koymaya... doktoru aradim iki saat sonra gorulen belirtilerden hoslanmadi. izmire donduk, tomografi... sonuclar sukur...

3 Ağustos 2012 Cuma

Bir köpekfobikten bir köpek katili yaratan sistem

Ya hiç gitmem, sol şeritten gidesim tuttu, hiç vurmam 120’ye vurasım tuttu, sonra kocaman bir köpeğin benim önüme atlayası tuttu. Zavallım oracıkta sizlere ömür, kenara çektim, polisi aradım, ekip gönderin, belki yaşıyordur, öldüyse de otoyolun ortasında başka araçlara tehlike olabilir diye. Benim arabanın tamponu dağıldı, plakası uçtu. Bir de üstüne trafik sigortamız evde kalmış, mikemmel bir “arabayı bağlama” hadisesini burada anlatmama ramak kalmıştı.

Hadisenin akabinde İlker devletimin memurunun baskılarına dayanamayıp “ağırlığını koymaya” karar verdi. Raporu almak için trafik şubesine giden İlker’e “bu hanım senin neyin oluyor hemşerim?” diye sormuş memur. “Karım” demiş muhterem, “ooo olmaz böyle sen bugün git eve ağırlığını koy, ne bu böyle ehliyet hala Yeliz Y.” Ağırlığını koydu muhterem kocam, ehliyet değişecekmiş yoksa bir daha benim kaza işlerimle filan uğraşmazmış. Yemedi tabii “peki” dedim, trafikle polisle ne uğraşacağım, zırt pırt, ben bilmem beyim bilir dedim sıyrıldım, katiyen polemiğe girmem:P

1 Ağustos 2012 Çarşamba

“Bu dünyada başka türlü yaşamak mümkün mü, onu öğrenmek istiyorum” Küçük kara balık

Hatırlar mısınız? Ben hatırlamıyorum desem? Ve hatta hiç okumadım desem? Gerçi ben “Küçük Prens” ve “Şeker Portakalı” okumamış sayılı çocuktan biriyim “Küçük Kara Balık”ı okumuş olsam şaşardım. Garip gelebilir ama Aziz Nesin’in kitaplarıyla büyüdüm ben.

Neyse ki Arca var da, kaçırdığım çocuk klasikleriyle şimdi tanışıyorum, geç olsun güç olmasın.