30 Kasım 2011 Çarşamba

DIY'dık DIY'madık demeyin! Peynir ekmek yemeyin!


Bu gözler D.I.Y. (Do it yourself : Türkçe meali "elin armut mu topluyor, bir dünya para vereceğine kendin yap!") da gördü ya blogta artık ölsem de gam yemem!

29 Kasım 2011 Salı

Anarşizm

Dün sabah evden işe gider gibi çıkmıştım, kuaföre bir gün önceden tembihlemiştim, “erken gel!” Gün kısa iş çok! Bir pazartesi sabahı kimse saçını yaptırmadığından bütün kuaför halkı etrafımdaydı. Full faça düzeltme iki saatte bitti. Yeni manikürcü kıza pek yüz vermedim. Çünkü biliyorum, aynen şöyle başlıyor her şey; “tırnaklarınızı kendiniz mi kesiyorsunuz?” Toynak olmuş kızım onlar, manikürcü elinden çıkmışa benziyor mu! Tabii ki kendim kesiyorum. Dört ayda bir uğruyorum kuaföre tırnak bekler mi!


Eğer “hhmm evet” deyip geçiştirirsem, bu defa da sohbeti genişletmenin diğer yöntemi “tırnaklarınız güçsüzleşmiş, vitamin takviyesi yapın” Eğer havamdaysam ve sohbet edersem işte o zaman yeni peeling ürünleri ile saç serumu pazarlanmaya başlıyor. Havamda değilsem, duvardaki televizyonu seyredermiş gibi yapıyorum. Aslında bu yeni kızı çok sevdim, çok kibar ve gıdıklamadan dolayısı ile karnına tekme yemeden günü atlattı.

Çocuk yapın!

Hayatınızın tekdüzeliğinden sıkıldınız mı? Kaşınıyor musunuz?

Geceleri ne kadar sıklıkla kalkabilirim, potansiyelim nedir? Gibi sorulara cevap mı arıyorsunuz?

Dağınık eviniz için artık bahane üretemiyor musunuz?

28 Kasım 2011 Pazartesi

Erer miyim acep?


Balkonda ereceklermiş. Öyle dedi pazardaki güzel yüzlü köylü teyze. Birazını mutlaka böyle ermemişlerinden al, lezzeti hiçbir şeyde yok dedi. 
Çoktan ermiş birkaç tanesini daha dünden indirdim mideye. Ben yazın ortasında böyle lezzetli domates yememiştim. 
Bakalım bizim bol güneşli balkonumuzda erecekler mi? Aynı lezzete erecekler mi?
Onlar balkonda güneşlenedursun ben bugünümü şehrimin muhtelif semtlerinde, umumiyetle yüzümü güneşe karşı çevirerek geçirdim. Erer miyim ben de domatesler gibi? 

26 Kasım 2011 Cumartesi

Günün çorbası iftiharla sunar: Ev işlerinde pratik bilgiler

Tabii ki mail kutusundan arak! ama faydalı görünüyor, hadi bu kıyağımı da unutmayın:P
* Ütü yapmayı sevmiyorsanız daha kısa sürmesini sağlamak çok kolay. Ütü masası kılıfının altına alüminyum folyo serin. Folyo ısıyı geri yansıtır ve ütü yapma süresi kısalır.

25 Kasım 2011 Cuma

Bu aralar...

Bu bloga çok gülüyorum. Aslında çok önemli bilgiler veriyor kendisi, lütfen dikkate alalım. Eğer evlenmemiş olsaydım muhtemelen bu blogu ben yazıyor olurdum. Şimdi işte veletti kocaydı antin kuntin işler peşindeyim ama Müjde gerçekten çok önemli bilgiler veriyor.

Eğer bu satırları okuyorsa, yorum ayarlarını pop up pencere olarak değiştirmesini rica ediyorum, zira puhahahhah şeklinde yorum bırakasım var teknik aksaklıklar izin vermiyor.

Bu aralar...

Bu büyüklükteki bir bardaktan buz gibi bira içesim var, Kordonda gün batımına karşı mümkünse kafa dengi bir şahıs ile. Mümkünse Arca mevzubahis olmasın. İşten güçten hayattan kitaplardan konuşalım.

Al benden de o kadar!

Son bir haftadır ofise asla zamanında gelemedim. Sebep? Tabii ki Arca.

Son haftalarda Arca kendi kendine bir veda ritüeli hazırladı. Şöyle ki, benim iş için evden çıkmama yakın Ümit abla geliyor. Kapıyı Arca açmak istiyor ancak Arca mutlaka benim kucağımda olacak. Sonra Umidine bir hıh yapıyor ve biz birlikte salona gidip oturuyoruz.

Bu ritüel her gün eskizsiz tekrarlanıyor, eksik bir done olduğunda ev yıkılıyor.

İşin kötüsü son bir haftadır alışma süreci için yeni bakıcımız Nadire abla da geliyor. Aynı ritüel ona da yapılıyor. Tek fark anne son bir haftadır katiyen işe salınmıyor.

Diller döküyoruz, anlatıyoruz, ikna etmeye çalışıyoruz, yok! Gören de Nadire çocuğa zulmediyor sanır. Halbuki süper anlaşıyorlar. Kanımca Ümit ablanın gidecek olması gerginliği tırmandırıyor. Bir de sabah evde üç kadın küçük beyin peşindeyiz (harem kurdu şerefsiz!) ya iyice şımarıyor.

(Ah ulen hastalıktı Ümit ablaydı derken hassas ruh haline ilişmiyorum, öyle bir tersime gelecek ki feleğini şaşacak ya neyse…)

24 Kasım 2011 Perşembe

Köy Enstitüleri masalı

Bir varmış bir yokmuş…


Yoklukların savaşların içinden bağımsız bir millet çıkmış.

Yazık ki savaş yeni başlıyormuş. Ülkenin büyük çoğunluğu köylerde yaşıyormuş ama bütün ülkenin sadece çok küçük bir kesimi okuma yazma biliyormuş. Eğitimli şehirli gençler de köylere gitmek istemiyormuş.

Demişler ki bu köylerde yaşayan zeki çocuklar var, biz bunları eğitelim onlar da kendi köylerindeki çocukları eğitsinler, böylece ülke kalkınsın. İşte bu kadar basit. Bir nevi saadet zinciri. Ülkenin kendi gerçeklerine ve ihtiyaçlarına ve pek tabii imkanlarına dayalı bir sistem.
Demişler ki, öyle kitaplara gömülmesin bu gençler. Köylerinden geldikleri gibi girsinler işin içine, ekmek pişirsinler, duvar örsünler, tamir yapsınlar, ekip biçsinler, bunları modern yöntemlerle yapmayı öğrensinler. Bir taraftan da okuma yazma öğrensinler, klasikleri okusunlar ve mutlaka bir enstrüman çalsınlar.

Dumur Diyalog #30

Hastalık sonrası mızmızlanan Arca sonunda İlker'i bile çıldırtır.
İ: Ümit abla, Arca kahvaltısını tamamen bitirmeden çizgi film yok bugün!

23 Kasım 2011 Çarşamba

Hain Evlat Arca ile babasının işbirliği #2

Bunlar benim sanat kariyerimi piç ediyorlar. Çok değil birkaç ay önce Arca müsikimizin güzide eserlerini seslendirmemi heyecanla karşılardı. Şimdi şarkı söylerken susturuyor, dans ederken durduruyor.

Ve bu suçun faili meçhul değil! Tabii ki İlker! Kulağına fısıldarken yakaladım geçen gün. “Söyle annene şarkı söylemesin babacım, bu ne be!” diyordu. Tamam sesim kötü, “yeteneksizim Türkiye!” ve bunu anlamak için tek kuple şarkı mırıldanmam yeterli lakin dans konusunda son derece iddialıyım arkadaş!

22 Kasım 2011 Salı

Kaçmak

Allah biliyor ya, hafta sonu dışarı çıkmayı çok istedim. Cuma ateş 40 dereceyken bile İlker’e “yarın hava güzel olacak, biraz oksijen alsın Arca, yürüyüşe çıkarayım” demiştim. Cumartesi balkona bile çıkamadık tabii ki.

Dumur Diyalog #29

Okuldan her gün 50 kuruş göndermemizi, kumbaraya atacaklarını, yılbaşında biriktirdikleri harçlıklarla oyuncak alacaklarını bildirdiler.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Günün sebzesi : Brokoli denen sebze

Önce evden haberler: Arca'nın ateşi bugün çıkmamış. Kıçımı kaşıyıp dilimi ısırıyorum daha da çıkmasın diye dua ediyorum.

Geçen hafta pazarda taze soğan alıyorum, - o soğan da neydi be kardeşim, Çeşme soğanı, demetle değil, kiloyla satılıyor, incecik kütür kütür, her yemeğin yanında götür : )- yandaki tezgahta brokoli gördüm. Hiç hazzetmem o saçma sebzeden. Sahi bizim çocukluğumuzda yoktu, bir vitamin deposu pompalamasıyla hayatlarımıza girdi. Concon bir sebze!


İki dal istedim, pazarda az miktar almaya utanıyorum aslında. “şöyle az bi şey ablacım, iki dal ver yeter” diye eğilip bükülüyorum. “Bebek için mi abla?”  bozuntuya vermiyorum, “Ha evet ya bebek için, tazelerinden ver ablacım n’olur” Evet bebek, 33 yaşında 78 kilo civarında bir bebek var bizim evde. Günde bir öğün sebze yemeli ancak kış sebzelerinden evir çevir yiyebildiği bir halt yok. Barbunyanın et sınıfında tüketilmesi gerektiğini öğrendiğimizde resmen yıkıldık! Buzluk sebze değeri taşımayan tek öğünlük barbunya paketleriyle dolu!

Bir nevi dejavu

Cuma öğleden sonra düşmeyen bir ateşin telefonuyla fırladım ofisten.

Ne zamandır araba kullanırken ağlamamıştım. Fonda "kul kurar kader güler" çalıyordu. Evet bu aralar paralel evrende bir gün geçirmeye niyetlenmiştim değil mi? Evet şu anda ateşi 40'a yaklaşmış miniğin bana yapışacağı evde kırksekiz saat geçirmeye gidiyordum.

18 Kasım 2011 Cuma

Etraf masadakilere kulak misafiri olmak istiyorum

Hani bir lokantada yemek yerken etraftaki masalarda oturan insanların konuşmalarını dinlersin ya...


Tamam biliyorum, bunu herkes yapmaz. Bizim gibi azıcık kaçık tipler yapar. Daha doğrusu İlker yapar(dı), beni de mutlaka olaya dahil ederdi. (Ben son derece usturuplu, terbiyeli bir hanımefendiyim, kocam olacak muhterem beni kötü emellerine alet ediyor!)

Olay şöyle gelişir:

Hayatı tatmak…

Mevlana demiş ki; “sadece bazı insanlar hayatı gerçekten tadar.”

Ve insanların tamamı ölümü!

“Her canlı bir gün ölümü tadacaktır!”

Hoşgeldin antibiyotik

"Çocuğa antibiyotik vermeyelim aman ha!" laflarını bizim telaffuz etmemiz zaten ironik oluyor, üç hafta boyunca antibiyotikle yaşamış bir çocuk var elimizde, bizim numunemiz bu, yapacak bir şey yok.

Yapılan bir dolu tahlil sonucu herhangi bir çocuğun kapabileceği bir enfeksiyon çıktı. Neyse ki...

17 Kasım 2011 Perşembe

Her bunalmış ananın hayali : Paralel Evren

Arca nekahet döneminin üçüncü haftasında, katiyen evden çıkmamasına (hastalıktan çıkamamasına) ve okula gitmemesine rağmen yine boğaz enfeksiyonu olarak üstün başarı madalyasını almaya hak kazandı. Kendisi, daha bir hastalık bitmeden yenisini başlatabilen türünün tek örneği olmasıyla tanınıyor.


Ateş sinsiden 38’i geçince kıllanmıştık zaten.

Anneye yapışmalar, iştahsızlık…

Sabah doktordan önce biz muayenehanesindeydik. Boğaz enfeksiyonu ama yok hastane tecrübe etmiş bu ana baba öyle bir ışıklı alet ile boğaza bakmayla tatmin olmaz, illa ki çocuğunun orası burası delinsin, kanı alınsın ister. Evet, biraz gaddar olabiliriz ama çok çektik valla hiç umrumda değil, iki ağlar bir susar. Her türlü tetkik için kocaman bir tüp kan alındı bu defa. Sonra bir de idrar testi.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bu Pazar kimseye söz vermeyin!

Dün konuştuk, sesi pek fenaydı, tek derdi Pazar’a kadar iyileşmekti. “Bir Kar Canavarı” diye takıldım ona. İyileşecek tabii ki, o tatlı sesine kavuşacak. Minikler de bayıldıkları “Bir Kar Masalı”nın annesinin tatlı sesine kavuşacaklar.

Köşeli jeton

Şimdiki nesil bilmez, bizim zamanımızda jetonlu telefonlar vardı. Sarı telefon kulübeleri, jetonu atarsın düşer konuşursun. Kaç dakika konuşacaksan ona uygun boyutta jetonlar vardı. Ya da jetonun bitmeye yakın bir tane daha atardın. Hey gidi…