mim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2018 Pazartesi

Okuma üzerine

Arca söylediğinde fark ettim, evet, haklıydı, eskisi kadar çok okumuyorum.

Yeni bir hayat, hayatta farklılıkları da beraberinde getiriyor. Özellikle de alışkanlıklarının yerine koyabileceğin bir şeyler varsa.

Mesela birkaç haftadır sürekli Fransızca ile uğraşıyordum. Telefondaki uygulama, alıştırmalar, Fransızca şarkılar, okumanın önüne geçmişti, kabul.

Ehliyetim gelince arabayla daha çok işe gider gelir olmuştum, otobüsteki okuma saatim buhar olup uçmuştu, doğru.

Muharrem İnce çok eğlenceliydi, twitter'da kah gülüyor kah memleketin haline daralıyorken zamanı tüketiveriyordum, maalesef.

18 Kasım 2014 Salı

Kişisel mim

Jardzy mimlemişti. Aslında soruların pek çoğunu daha önce yanıtlamıştım ama yine de pas geçmek istemedim.

Blog açma hikayeniz nedir?
Sene 2005. İlker askere gitmişti. Canım sıkılıyordu. İnternette gezinirken yemek bloglarına rastladım. Herkes blog yazabiliyordu, ben de başladım yazmaya. Yaptığım yemekler üzerine hikayeler anlattığım bir bloğum vardı. Sonra bir konu başlığında kısıtlanmak istemedim, tamamen kişiselleştirdim yazılarımı ve blogspot’a geçtim.

6 Kasım 2014 Perşembe

Yemek mimi takdimimdir!

Canım arkadaşım Gülçin mimi yapıştırmış, hay allah razı olsun. Ben de milleti okuyorum ağzımın suyu akıyor bir üstüme almadıydım mimi. Görev insanıyım işte :) Peşinen mimliyorum, yasemin :) 

En sevdiğiniz yemek:
MAKARNA!! Öyle vallaha… Ama sade değil, üzerinde mutlaka sos olacak. O sos hakkında araştırma yapılacak, olası malzemeler hakkında sohbet edilecek, istişarelerde bulunulacak, tabii muhteremle… İtalya’ya gittiğimde kendimden geçmiştim. Sırf makarna için bile İtalya’da yaşayabilirim.

17 Temmuz 2012 Salı

Tak tak takıntı!

Nil’im canım arkadaşım Bevkimin anası mimlemiş. Cevaplamayana iki cihanda rahat yok!

Mim cevaplama konusunda takıntılıyım mesela. Ben olaya görevden ziyade buraya girip çıkan insanların seni beni biraz daha yakından tanıma arzusunu yerine getirme olarak bakıyorum. Misal Nil’in donunun rengini bilirim (O nasıl bildiğimi biliyor:P ) ama yine de kendisinin bu kadar takıntılı olduğunu bilmiyordum.

9 Mart 2012 Cuma

Kitap okuma ritüelleri - mim tadında

Bir dolap kitap sormuş, yoruma yazmaya kalksam çok uazayacaktı.
Tam postluk bir konu, en azından benim için:)

Kitap okuma ritüelleri...

Aslında hem var hem yok.

Arca tarafından rahatsız edilmeyeceksem, mekan ve eşlikçilerim mutlaka olur.

Mesela gün içinde koltukta, köşeli koltuk özellikle, Arca’nın öğle uykusu zamanı o odaya güneş gelir, kış güneşi sıcacık yapar içerisini. Eşlikçim umumiyetle kahve, atıştırmalık. (koltuk için tık)

6 Mart 2012 Salı

Mim

Kuzumun anası mimlemiş, cevaplar gelsin!!

En sevdiğin nelerdir , nelerden hoşlanırsın ?


İyi yemek, iyi içki, iyi kahve, iyi kitap …

Fotoğraf çekmek, yemek pişirmek, dostlarla vakit geçirmek

Bir de İlker’le Arca’yı severim: )

13 Aralık 2011 Salı

MİM : Hayatımda gizli saklı kalmış gerçekleri açıklıyorum!

Ev ödevimizi unutmayalım, Hypo mimlemiş, atlamayalım : )

Göz kırpamam! Yüzümün aldığı şekil o kadar komik olur ki bırak çaktırmayı puhahahah diye gülersin. Çocukken katil kim diye bir oyun vardı katiyen oynayamazdım. Göz kırpmaya çalışırken maymun gibi bir şey oluyorum. Ağzım burnum oynuyor, gözümden başka yüzümdeki bütün mimikler oynuyor.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Çocuk nasıl konuşturulur?

"Evet çocuğu bir sorgu odasına alırsınız, tepesinde çıplak bir ampul, “Konuş!” dersiniz ve o zamana kadar tek kelime etmemiş çocuğunuz bir anda konuşmaya başlar!"

17 Eylül 2011 Cumartesi

MİM: Blogger'ların "en"leri boyları kiloları....

Evet başlık itibariyle çok cıvık oldu kabul ediyorum.

Bu hafta sonu "Mim" haftasonusu ilan edilmiştir. Beğenmeyen okumasın (kimi sevmez mim şeysini, ben severim)

Görev bilinci ile yanıtlıyorum.

5 Nisan 2011 Salı

pisi pisikopatım

Bizim oğlan antibiyotik bağımlısı olmuş. Bir hafta antibiyotik alımı durunca hemen hasta oldu. Sümük, öksürük. Sümüklerini büyük keyifle ağzıma yüzüme sürdüğü için ben de nasibimi aldım.

Normal şartlar altında ateş de olmadığından ıhlamur ile geçiştireceğimiz bu hastalık hali, akciğerdeki kistin enfekte olma ihitmali söz konusu olunca, iki tıksırmadan sonra doktorun kapısını çaldırdı bize.

"Enfeks.."

cümlesini tamamlamadan , aman antibiyotik yaz doktor gözünü seveyim dedik. Yazmadı. Viralmiş, soğuk algınlığıymış, semptomatik tedavi ile atlatılacakmış, mış mış mış.

Biz de antibiyotik bağımlısı olmuşuz.

İlaçlar bir güzel uyku yaptı Arca'ya, tabii bana da. Hafta sonunun büyük kısmını uyuklayarak geçirdik.

Bugün yine doktora gideceğiz, biz psikopatız, doktoru da kendimize benzettik. Korkarım bizi artık hastası olarak kabul etmeyecek. Yok canım Hipokrata yemin ettiler bunlar hasta ayıramazlar bakacaklar bebeme.

Vakit bol olunca kitaba yumuldum. Sevgili Lale önermişti, önce "Sahilde Kafka" demişti. Hastanede epey sürünmüştü elimde, Arca'nın emri kesindi : "kitap okuma!" Hatta gecenin bir vakti ilaca gelen hemşire kitabı görmüş "Çok severim Kafka'yı, çok iyi yazardır" demiş. İlknur açıklamaya kasmamış, o Kafka bu Kafka, ammaaan boşver salla.

İşte o Kafka ... Sahilde Kafka. Bildiğimiz Kafka değil, Murakami'nin kitabı.

Olur mu herkeste öyle? Bende çok olur. İlk görüşte aşk değil. Önden bir sardırma turları atarım kitapla, flört dönemi. Hemen sarmazsa endişelenmem, hafiften zorlarım sınırları, çözülüverir hemen, kucağıma düşer, sonra bir beden oluveririz. İşte herşey böyle başlar... Sonra yemek yerken yaparken, tuvalette, seyahatte, iki arada bir derede, illa ki uyumadan önce ve hatta Arca limon sıkmazsa o oynarken yamacında... elimden düşmez.

Bitmeye yakın üzülürüm, tam o dönemde heyecanımı paylaşsın diye İlker'e de anlatırım, özet geçerim. Hiç kitap okumayan İlker'in kitaplar hakkında geniş bir bilgi yelpazesi vardır. Çok da şaşırmıyorum aslında, bir anlatan var niye okusun?

Bitirmeyi hep özel bir zamana ertelerim. Ortam hazırlamaya pek kasmasam da hangi kitabı bitirirken nasıl bir hal içerisinde olduğumu, kitabı bitirdikten çok zaman sonra hatırlarım.

Kitap demişken Nehir Ada'ya neden kitap aldığını çok güzel anlatmış ve "elim sende" demiş. Onun yazdıklarının üzerine ne yazılır bilemedim.

Sadece aklıma geldi.

Biraz manyak olduğumu itiraf ediyorum;

Alışverişe deyip üç tur atıp kitapla eve dönerim
Biri bana kitap armağan edince deliye dönerim
Giyimden arttırım kitap bütçesi yaratırım
Kamuya açık yerlerde kitap okuyan birini gördüm mü mutlaka ne okuduğuna bakarım,
Duyargalarımı her daim "Kitap" anahtar kelimesine açık tutarım
Kitap kokusuyla yaşayabilirim
Bir eve gidince kitaplığı varsa uzun süre orada vakit geçirebilirim
Eğer okuyacak kitabım kalmamışsa –ki bu çok nadir olur - kendimi çok ama çok kötü hissedebilirim

Belki de kendim gibi bir manyak olmasını istediğim için Arca'ya kitap alıyorum.

Belki;
Yorgun bir günün ardından koşup oynamaktan bıkmışken biraz dinlenmek, saçlarının kokusunu çeke çeke uyutmak için alıyorumdur.
Belki,
Hayal dünyasının sınırlarını zorlamasına yol göstermek için alıyorumdur.
Belki;
Her yeni kitapta gözlerinin ışıltısını gördüğüm için, belki ne hediye istersin diye sorduğumuzda “kitap!” cevabı aldığımız için, belki hemen hiçbir kitabı sevmezlik yapmadığı için, belki o uzun uzun kitaplara bakarken biz İlkerle iki çift laf edebildiğimiz için …

Bilmiyorum…
Belki?

Belki de sevdiğim bir şeyi onun da sevmesinden duyduğum samimi duygularla kitap alıyorum Arca’ya. Bir ortak paydaya sahip olduğumuz için mutlu oluyorumdur bencilce.

Kim bilir?

26 Mart 2011 Cumartesi

Mim

Ruhdağı mimlemiş, severim ben elim sendeleri:)
Epey olmuş gerçi bunu taslağa atalı, hastane filan derken...

1-Gün içinde eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey:

Hiç telefonumun çalmaması!


2-Gördüğün zaman eğer almazsan uyuyamam dediğin şey:

Kitap


3-Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey:

Diyet yapmıyorum ama yediklerime dikkat etmeye çalışırım her zaman. Hafif kaçırırsam birkaç gün dikkat ederim. Bira ve şarap vazgeçemem. İç fındık. Çikolata. Patates kızartması. Bu saydıklarımla yediklerime pek dikkat ediyormuşum gibi görünmüyorum, pis boğazım ya!!



4-Uğurun var mı, uğurun?

Yok.


5-Kendine en yakıştırdığın renk:

Renkli giyinmeye kasıyorum ama mavi ve uçuk pembe dışında renklerle aram pek yok. En çok siyahın yakıştığını düşünüyorum, bir de toprak renkleri.



6-En sevdiğin takın:

Alyansım. İlk alyansımızı İlker de ben de kaybettik. Uzun süre alyans takmadım, sonra geçen yıl doğum günümde İlker almıştı, daha hiç çıkarmadım. Küpe çok severim. Bu aralar uzun kolyeler alıyorum. Aslında pek takı insanı değilimdir, yakıştıramam ama çok özenirim.


7-Takıntın?

Bu aralar Arca ile ilgili herşey! Bir de arabaya bindim mi mutlaka kapıları kilitlerim.


8-Bavulum çoktan hazır,gitmek istediğim şehir,ülke?

Paris veya Roma ama illa ki İlkerle. Ayrı ayrı çok yurtdışına gittik, hep iş dolayısı ile ama gezmeye hiç gitmedik birlikte. Gezmek istiyorum kardeşim ben ya!!

9-Ben bu şarkıyı duyunca şakırım:

Kenan Doğulu, çakkıdı çakkıdı Şakımayı bırak direkt oynamaya başlıyorum. Çok ilham verici çoookkk!!


10-Solunda ne var?

Pencere

Kuzumun annesi Hayat, resim yapmaktan vakit bulursa kisd, Defne Nilin annesi Seyhan ilk aklıma düşenler...

11 Şubat 2011 Cuma

itiraf.com

Hülyayı bu mimi bana paslaması için resmen zorladım. Günah çıkarasım gelmiş nicedir. Hoş, paslamasa da bir punduna getirip yazardım.

Uzun bir post olacak, şimdiden uyarayım.

Bazen 5 (yazı ile beş) gün yıkanmadığım oluyor. Saçlarım kuru olduğu için görüntüyü kaldırıyor ancak kaşınmaya başladığımda zorla banyoya gidiyorum. Çocukken de sevmezdim.

Arca’yı da günlerce yıkamayı unuttuğum oluyor.

Arca ile ilgili sürekli hayaller kurarken yakalıyorum kendimi. Sonra hep bir Kızılderili atasözü ile kendimi silkeliyorum. “Hayalkırıklığı yoktur, yüksek beklenti vardır. “ I-ıh hayır işe yaramıyor! Yine başa dönüyorum.

Kendimde çocuğunu yarış atı gibi o kurs senin bu kurs benim gezdirecek hırslı anne potansiyeli görüyorum. Bundan nefret ediyorum! Arca büyümeden önce bu potansiyelimi rafa kaldırmalıyım.

Arca’nın göz göre göre elini yaktım. Acayip vicdanım sızlıyor. Pilavın suyuna limonu sıktırmamalıydım, kaynar su eline sıçradı, çok canı acıdı.

Ama Arca’nın benim canımı acıtmasına tahammülüm yok. Saçımı çekmesi ya da yanlışlıkla da olsa acıtmasına çok sinirleniyorum. Emzirirken ve doğumda yeterince acı çektim, yeter ulen psikolojisine sahibim

Arca’ya sesimi yükselttiğimde daha yükselttiğim an pişman oluyorum ama bazen durduramıyorum.

Arca ile ilgili krizleri aştığımda dötüm kalkıyor, ben bu işi biliyorum havalarına giriyorum. Tökezlediğimde ise aynı hızla geri iniyor o döt!

Gelecek maçlardan acayip tırsıyorum. Pütürlü yiyemezse diye 7 aylıkken pirzola verdim eline, boğulmasından daha az korkuyormuşum. Sonra 2 yaş civarı emzik zor olur dediler, 18 aylık olmadan bıraktıralım dedim. 2,5 yaş tuvalet konusunda inat edebilir korkusuyla tuvalet eğitimine yöneldim, erkenden lazımlığı koydum önüne. Ha kötü mü oldu? Bilmiyorum çünkü kendimi boşu boşuna yorduğumu ve gerdiğimi düşünüyorum şimdi. Üstelik bunların hiçbirinde öyle aman aman bir çabam yok, Arca bu konularda uyumlu davrandı, o yüzden kendimi övmenin de bir anlamı kalmıyor. Sanki hiç katkım yokmuş gibi hissediyorum bazen.

İlkere çok gıcık oluyorum. Ben uğraşıyorum o kenardan seyrediyor sonra bir tespit yapıyor ve doğru çıkıyor. Benden daha fazla annelik güdüsü olmasına gıcık oluyorum.

Uzun bir süre Arca ile baş başa kalmaktan korktum. İlker eve geç geleceği zamanlarda o gece nasıl geçecek diye ödüm patladı.

Kitap anne hallerimden nefret ediyorum. İnsanlara “…. Kitabında böyle yazıyor” ile başlayan öğütler vermiş olmaktan utanıyorum. Daha da fenası çocuk eğitim kitapları yerine bu aralar romanlara sarmış olmama rağmen itiraf ediyorum hala gizli gizli çocuk eğitim kitapları karıştırıyorum.

Arca’ya kitap almaktan/okumaktan hastalıklı bir zevk duyuyorum. Abarttığımı düşünüp acayip tırstığım zamanlar olmakla birlikte buna engel olamıyorum. Oyuncak almaktan ise nefret ediyorum, çünkü beceremiyorum.

Yaptığım işi sevmekle beraber bazen “farklı bir şeyler yapabilirim” güdüsü geliyor. Ama “rahat dötüne mi battı otur oturduğun yerde” düşüncesi bu karşılaşmada galip geliyor ve oturuyorum. Cesaretsiz ve rahatına düşkün buluyorum kendimi ve bundan nefret ediyorum.

Çok şekilci bir insanım. Hadi bunu “estetiğe önem veriyor” diye yumuşatmayalım düpedüz şekilciyim işte. Etrafımda hep güzel insanlar olsun istiyorum. [Boris Vian “Bütün çirkinler ölmeli!” demiş di mi? Kendisi de pek güzel sayılmaz! - bak başladım yine]

Temizlik yapmaktan nefret ediyorum. Ev 15 gün temizlenmeyebilir, rahatsız olmuyorum.

Evde temizlik yapılırken evde olmaktan nefret ediyorum. Ben de yapmayayım, başkası da yapmasın!

Uyurken dişlerimi sıkıyorum. Özellikle hasta veya stresli olduğumda. Böyle bir şey yaptığımı yirmilik dişimi alacak olan çene cerrahı fark etmişti, altı yıl kadar oluyor. Üstelik antidepresan vermişti. Kendimi psikolojik deli hissetmiştim ve inatla içmemiştim. Sonradan öğrendim ki yetişkinlerin %70’i dişlerini sıkarmış. Bu beni rahatlatmıyor tabii ki, şu anda çenem ağrıyor!

Ve... hasta olmaktan nefret ediyorum. İğrenç mıymıntı tiksinti bir insan oluyorum. Etrafımdaki herkese mikrop gibi bu mıymıntı hallerimi bulaştırıyorum, zamanla etrafımda mıymıntılıktan bir sur örülüyor ve ben bunun içinde boğuluyorum.

Çok mıymıntı bir yazı oldu, böhüüü iyileşmeden dönmemek üzere gidiyorum!!!

Gitmeden...
Elfanam, Başakçım canım benim ve babadan itirafları duyalım!!

Hangi çizgi film kahramanı?

ATOM KARINCA!!

Çocukken öyle aman aman çizgi film yoktu. Bir atom karınca bir ağaçkakan bir de değerli. Ablam değerli olurdu hep, sakin miskin kenarda ama her şeyden haberdar. Ben asla ve asla yer yüzü görmeyen dötümle atom karınca.

Sonraları en sevdiğim çizgi filmler çok değişti. Kendimi şeker kız candy sandığım uzun bir dönem oldu. Hatta üniversitedeyken tekrar yayınlamışlardı, Elvan’la izleyip ağladığımızı hatırlıyorum. Siz bize bakmayın bizim Banu Alkan’ın Serpil Çakmalı ile filmini izlemek için ders ektiğimiz zamanlar oldu, Candy kimmiş: )

Şirinlerin hastasıydım, Tom ve Jerry için yanıp tutuşurdum. He-man için annem sokaktan çağırırdı, Disney’in cumartesi sabahları için erkenden uyandırırdı. Kaçırırsam terör estirirdim. Çocuk olmayı çok seven, çocukluğunu doya doya yaşayan bir çocuktum.

Şimdi çizgi filmleri çok bilmiyorum. Mesela Kayyu (tabii başka türlü yazılıyor) çok güzelmiş. Arca henüz izlemedi ama babanesi iki kitabını almış. Arca bayıldı. Bence izlenebilir, sevimli, zararsız güzel bir çizgi filme benziyor.

Arca Mickey’nin hastası. Haftada bir veya iki defa izliyor. Televizyonda kayıtlı. “A şimdi Mickey varmış, hadi açalım” deyince hemen Mickey ve Donald Amcayı koltuğunun altına sıkıştırıp geliyor. Şimdilik sarmadı, ısrar etmedi ama öğrense istendiği zaman izleyebileceğini eminim sarar.

Bir de Cars… Bu film tabii aslında. İlker DVD’sini almış, 15’er dakikalık parçalarla seyrettik. Ben önceden izlememiştim. Bayıldım. O son sahnelerde Kral’ın kaza yaptığı hani, ağladım. Manyak mıyım neyim! Evet Arca da suratıma manyak mısın diye baktı.

Arca biraz büyüsün de sinemaya gidip çizgi film (şimdi animasyon diyorlar değil mi?) izleyelim istiyorum. Ice Age'i defalarca izledim, sonra o aşçı fare, bir de Incredibles...

Hay allah unuttum. Mim bu mim! Çok baba bir blogger var. Blogger baba pek bulunmaz bilirsiniz, hazinedir onlar. Mimi bana paslamış, ben de ...
Aslında soru şu: hangi çizgi film karakteri olmak istersiniz? Ben çocukluğuma indim kısa bir süre, yenilerden bilen varsa buyursun:)

Tekir
Huysuz
ve çocukluğunu harika anlatan iça'ya paslıyorum,
heyecanla bekliyorum

18 Ocak 2011 Salı

Lohusalık üzerine mim

Çok sevdiğim İlknur mimlemiş. Hemen yazalım.

1- Lohusalık denen hadise sizce tam olarak nedir?Mutlaka tıbbi bir tanımı vardır. Ancak ben kendi adıma farklı başlıklar koyayım:
Deliliğe ramak kala
Hormonlar çıldırmış olmalı
Aşk ile nefret arası gidip gelmeler


2- Lohusalık içinde hormon dengesizliğini de barındıran bir şeyse neden 40 gün sürer gibi bir algı var toplumda sizce? Regl olamadığın, emzirme ile birlikte hormonların dağınık kaldığı süre boyunca sürmesi makul değil mi?Hmm ben bu kırk gün bebeğin kendini toparlaması olarak biliyordum. Ama bu hormonlar kişiye göre değişir bence. Fiziksel olduğu kadar duygusal bir süreç. Kişinin nasıl geçirip atlattığı ile yakından ilgili.

3- Sizin lohusalığınız (Hormonal dengesizlikler ve depresif olma halini kastediyorum hep lohusa derken) ne kadar sürdü?Hormonal kısmını pek hatırlamıyorum ama Arca ile başbaşa kalıp kendi düzenimizi oturttuğumuzda rahatladığımı hatırlıyorum. Sonrasında tabii ki ara sıra anlık dellenmelerim oldu ama sebepsiz gibi görünen cinnet hallerim ve durdurulamayan ağlamalarım Arca 15 günlükken azalmıştı.

4- Nasıl geçti, hep aynı şiddette miydi? Normale yavaş yavaş mı, birden mi döndünüz? Herp depresif, sinirli olacak şekilde mi etkiledi sizi, manik, aşırı enerjik anlarınız da oldu mu? Bende anlık ağlamalar ve anıra anıra ağlamalar oldu. Yeşil kaka konusunda annemle sıkı bir tartışmanın ardından durduramadığım bir ağlama yaşadığımı hatırlıyorum. Sonra bir gün gerçekten bunaldığımı ve İlkerin bizi alıp arabayla turladığımızı, arabada yağan yağmurun altında kahve içişimizi ve nasıl düzeldiğimi hatırlıyorum.Bir de Arca tok ve gazı çıkarılmış olmasına rağmen durmadan ağlarken soğuk ve yağmurlu bir günde kendimizi sokğa attığımızı, sokaklarda hüngür hüngür ağlayarak gezdiğimizi İlkerin son gaz eve gelip bizi yollardan topladığını hiç unutmuyorum. Bir de pusetin tekerleklerini tam takamamışım, felakete ramak kalmış. İlk günlerdeki uykuya aç, yorgun ve mutsuz hallerimi saymazsak, genelde neşeli günlerdi. Dediğim gibi anlık patlamalarım oldu.

5- O dönem yanınızda, sizi gerçekten anlayan, destek olan eş, dost, arkadaşınız var mıydı? Yalnız mı geçirdiniz?Annem ve İlkerin annesi ilk 15 gün bizimleydi. Arkadaşlarımızın arasında ilk doğum yapan ben olduğum için beni anlamalarını pek beklemiyordum zaten. Mesela benden 2 ay sonra doğuracak olan Nazlının bize yemek getirdiğini, ablamın iki arada bir derede eve gelip temizlik yaptığını, İlknurun bizde kaldığını filan hatırlıyorum. Hiç yalnız değildim. Özellikle yalnız bırakılmadım. Hatta bir sure sonra yalnız kalmaya ihtiyaç duydum: ) Arca 1,5 aylıkken evden çalışmaya başlayacağım için Ümit abla aramıza katıldı, bir sure yarım gün. Ama onun destek ve gazı ile epey süt üretimim dolayısı ile kendime güvenim artmıştı. Hem bana hem Arca’ya baktı.

6- Eşinizle nasıl geçirdiniz bu süreci?Valla süperdi. Sanırsın 3 çocuklu baba, öyle bir tecrübe hali. Her böhüüü şeklinde ağlamalarıma sükunetle yaklaştı hatta hala öyle. Emzirme konusunda çok destek oldu, harika bir ekip çalışmasıydı. Kiloya taktığım dönem tartı aldı geldi, kakalı bezleri bile tarttık. Süreci eğlenceye dönüştürme konusunda çok başarılıydı. Hani bir daha çocuk yapsam (tövbe) sırf İlker etrafta olacağı için daha rahat olurum.

Ben de canım cicim kuzumun annesi Hayat'a, çiçeği burnunda 2 yaş annesi Özleme gönderiyorum.

Sevgiler

24 Aralık 2010 Cuma

EMZİRME REFORMU GEREKLİ!

Blogcuanne Elif’i çok seviyoruz, takip ediyoruz. Çok güzel bir reform için kolları sıvadı, hepimize önayak oldu.
Bir mim başlattı, Özgüranne’den bize bir sobe geldi, hemen yanıtlıyorum.

Kimler yanıtlamak ister?

Başakçım, Hülyam, kisd, İlknur (çok uğraştığını biliyorum, bana ilham olmuştun)
bir el atsanız canlar: )

Sorular şöyle:
(1) Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı sizce yüzde kaç? (*)
Çok düşük olduğunu (%1,3) sonradan öğrenip şok olmuştum, tahminim %50 filandı.

(2) Siz bebeğinizi ne kadar süre anne sütü ile beslediniz?
6 ay sadece anne sütü aldı. Sonra 1 yaşına 10 gün kala tamamen bitti.

(3) Kaç ay doğum izni kullandınız?
16 hafta kullandım.

(4) Yasal süt izninizi kullanabildiniz mi?
Evet ama bilinenden farklı bir yöntem ile. Şöyle ki;

39 hafta boyunca günde 1,5 saat izin kullanmak yerine 13 hafta boyunca günde 4,5 saat izin kullandım. Yani sabahtan öğleye kadar çalıştım, öğleden sonra evdeydim. Şirketim önce anlamadı, yok bildiğimiz usül olsun dediler. Yılmadım güzel güzel anlattım, akıllarına yattı. Çünkü matematiksel olarak onlara giren çıkan bir şey yoktu. Sonra ben kendimi biliyorum, o 1,5 saat erken çıkmaları bir süre sonra yapamayacaktım, hiçbir zaman mesai saatlerine uyamadım, yanacaktı izinler. Belki de şirkete batacaktı 39 hafta hergün erken çıkışım, çünkü benzer tecrübeler gördüm evvelden. Sonuç olarak böylesi çok iyi oldu. İş yerinde süt sağdım, erken de çıkınca 6 ay ilave hiçbir şeye gerek olmadan anne sütü ile tamamlandı. Sonra da stoklar ve sabah akşam gece emmeleri ile devam etti.

(5) Emzirdiğiniz ya da süt iznini kullandığınız için iş yerinde mobbing (tepki, işi bırakmanız için baskı) ile karşılaştınız mı?
Hayır kesinlikle karşılaşmadım. Kurumsal bir Alman şirketi olduğu ve kanunlara çok uyduğu için hakkım ne ise aldım. Ne eksik ne fazla. İş ortamında da sorun yaşamadım. Ama yaşayanlar oldu, gördüm, erken çıkışlara, süt sağmak için ofisten ayrılanlara iş arkadaşları tarafından tepki gösterilenlere tanık oldum önceden. Biraz da ben laf gelmesin diye şartlarımı çok zorladım belki bu sebepten karşılaşmamışımdır.

(6) Bebeğinizi toplum içinde, dışarıda emzirmeniz gerektiğinde sıkıntı yaşadınız mı?
Hiç yaşamadım. Bir pareom vardı, gerekli durumlarda onu örttüm üstümüze. Emzirme odalarını kullandım bol bol. Hatta Alsancak’taki Mothercare mağazasının arka tezgahları bizi iyi tanır: )

(7) Emzirme konusunda desteğe ihtiyacınız oldu mu? Gerek emzirme danışmanlığı, gerekse psikolojik olarak yeterince destek bulabildiniz mi?
İnternet ve bu yolda beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımın çok desteğini gördüm, ayrıca eşimin. Çok araştırdım, kendimi çok motive ettim. Ancak profesyonel bir destek almadım.

(8) Emzirdiğiniz süre boyunca etraftan “sütün yetmiyor, mama ver, bu çocuk meme emmek için çok büyük” şeklinde baskı gördünüz mü?
Arca ilk ayda doğum kilosunun çok altına düştüğünde doktorumuz henüz anne sütüyle devam edelim demişken etraftan “pek küçük mama verelim, toparlansın” dediklerinde üstlerine yürümüşlüğüm vardır. 1 yaşına yaklaştığında büyük insan gibi yediği ve anne sütünü sadece süt olarak içtiği için kimse pek karışmamıştı.

(9) Emzirme Reformu’nu biliyor musunuz? Sizce Emzirme Reformu neden gerekli?
Biliyorum, sadece annelerin değil, herkesin bilinçlenmesi için çok gerekli. Çocuğun sağlıklı yetişmesi sadece annenin sorumluluğunda değildir, toplumsal bir sorumluluktur.

(10) Emzirme Reformu’nu web sitesinde desteklediniz mi? Destek olmak için www.emzirmereformu.com adresindeki formu doldurmanız yeterli
Ben Blogcuanne’ye yorum bırakmıştım ama web adresindeki formu atlamışım hemen doldurdum.

Yukarıdaki soruları yanıtladıktan sonra, veri takibi yapabilmek açısından yazınızın linkini bilgi@emzirmereformu.com adresine gönderiniz.

(*) Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı yüzde 1,3. (Kaynak UNICEF Türkiye). Annelerin yüzde 98′i doğumdan sonra emzirmeye başlıyor, fakat ilk iki aydan sonra genel emzirme sorunları veya işe başladıklarında yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle emzirmeyi ve anne sütüyle beslemeyi sonlandırabiliyorlar.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Anne-Baba-Çocuk Blogları hakkında

Bu aralar ev ödevlerim arttı, bir an önce teslimatlarımızı bitirelim.

özgür annenin yolu bilimsel araştırma yapan birileri ile kesişmiş ve derdini burada anlatmış. Bir tür soru-cevap anket formunda mim başlatmış.

Ben de cıvıtmadan elimden geldiğince ciddi ciddi yanıtlamaya çalıştım, mülakat gibi oldu, idare ediverin gari:P

Okumaya başlamadan önce, bu işin incelikleri kuralları var, uyalım, zira ciddi bilimsel bir görev...

Bizi sobeleyene ve sobelemek istediklerimize link veriyoruz.
Sonra yazımızı veya linkimizi annebabacocukbloglari@gmail.com adresine gönderiyoruz.
Hemen aklıma gelenleri sobeliyorum:
tekirim
iyi bir blog okuyucusu ve taze blogger özge
sevgili ilknur
elfanam
ve ela'nın yeşimŞimdi cevaplar:

1. Bir zamanlar “bebek günlükleri” vardı. Sizce bloglar onların yerini aldı mı?
Tersten sorarsak, “eğer blog diye bir şey olmasaydı, ben bebeğim için günlük tutar mıydım?” Evet tutardım!! Demek ki benim bakış açıma göre bloglar bebek günlüklerinin yerine geçmiş.

2. Blog yazarlığı ebeveynlik tarzınızı etkiliyor mu? Nasıl?
“Blog yazarlığı” tabiri benim için biraz ağır kaçıyor, yazıp çiziyoruz işte bu sebepten “blog yazmak” lafını kullanacağım.

Blog yazmak ebeveynlik tarzımı etkilemedi. Çünkü blog yazmasaydım da böyle bir ebeveyn olurdum: araştırmacı, öğrenmeye aç, internet annesi, vs vs… Sadece blog yazmak, kendi bildiklerimi paylaşmak, paylaştıkça yeni bilgiler edinmek açısından faydalı oldu. Ayrıca blog sahibi olduğum için kendim gibi annelerle irtibatım oldu, hem daha fazla bilgi sahibi oldum hem pek çok konuda yalnız olmadığımı gördüm, kendimi rehabilite ettim : )

3. Anne-baba-çocuk blogları blog dünyasını etkiliyor mu? Nasıl?
Blog dünyası neyin etrafında dönüyor? Açıkçası bilmiyorum. Blog dünyasını etkilemese de anne-bebek temalı her türlü ticari oluşumu etkilediğini düşünüyorum. Dergilerde blogger arkadaşlarımızı görüyoruz, güzel girişimlerin çıkış noktası oluyor, sonra pek çok anne bebek ürünü söz konusu olduğunda bloggerların düşüncelerine kulak veriliyor. Dolayısı ile bence anne bebek blogları bir şekilde bir şeyleri etkiliyor.

4. Çocuk büyütmekle ilgili olarak, bloglar olmasaydı kesinlikle farklı davranırdım dediğiniz bir şey var mı?
Çok var. En başından Tracy Hogg kitabından haberdar oldum, bu benim ilk dönemlerimde çok faydalı oldu. Bloglardan birinin tavsiyesi ile tanışmıştım. Tecrübesizliklerim içinde debelenirdim muhtemelen.
Tuvalet iletişimi hakkında bilgi sahibi oldum. 2 yaşından sonra daha mı kolay olurdu daha mı zor, tabii bunu bilemem ama gelmek istediğim noktaya çok yaklaşmış olmak beni mutlu ediyor. Bloglar olmasaydı bu işin 2 yaşından önce yanına yanaşmazdım, hiç düşünmezdim.

5. Anne-Baba olmak meslek mi yoksa üstlendiğimiz toplumsal rollerden biri mi?
İkisi de değil. Meslek demek çok profesyonel kaçıyor, hem emekliliği de yok bu işin, hayır meslek olmamalı . Toplumsal bir rol üstlenmiş olmak da yanlış geliyor. Toplumun dayattığı bir rol değil ki bu. Bu, artık kendimizden ayıramayacağımız bir yönümüz. Hayatımızın vazgeçilemez bir bölümü.

6. Anne-baba-çocuk blogları, babaları nasıl etkiliyor?
Genel olarak nasıl etkiliyor bilmiyorum, kişiye göre değişir. Ama bizim evde bloglar, blogger dostlar hep sohbet konusu olmuştur, hep paylaşırım, İlker de ilgilenir, merak eder. Ama bloğumu takip etmiyor mesela.

7. Bloglar yoluyla gerçekleşen bilgi ve deneyim aktarımı büyükanne-büyükbabaların bilgi ve deneyimini değersizleştiriyor mu?

Bilgileri eskide kalabiliyor onlar da bizim sayemizde yeni şeyler duyunca şaşırıyorlar, hep bi “bizim zamanımızda …” ile başlayan cümleler kuruluyor. Ama deneyim çok farklı tabii ki deneyimleri çok değerli, internetten okunan 2 satır yazı ile silinemez. Ama blog yazan anneler de deneyimlerini aktardığı için deneyim anlamında blogları da küçümsememek lazım.

8. Anne-baba-çocuk blogları sözkonusu olduğunda, blog yazmayı daha ne kadar sürdürmeyi düşünüyorsunuz?
Blog yazmak Arca’dan önce de vardı, kısacası benim bloğum başından beri anne bebek bloğu olmadığı için gittiği yere kadar devam eder diye düşünüyorum. Yani bebeğin büyümesinden, birey olmasından bağımsız olarak farklı bir parallelde ilerler.

9. Yazdığınız blog kapansa ya da kapatılsa bloglar yoluyla kurduğunuz sosyal ilişkiler devam eder mi?

Kesinlikle devam eder. Çok güzel dostluklarım oldu, onlar artık benim arkadaşlarım, sadece benim gibi blog yazıyorlar. Yazamazsak da arkadaşlığımız devam eder.

10.000 mimi

Bakmayın tüketim çılgınlığının ve kapitalizmin neferliğini yaptığıma, aslında iflah olmaz bir istifçiyim ben.

Öyle kolay kolay para harcayamam – Arca’dan başka ki ona da kendimce dikkatli para harcıyorum - .

Sene 2004. İlker de ben de fosur fosur tiryakileriz. Ben 7 senedir filan içiyordum pek de severek içerdim. Neyse sigaranın fiyatı yükselince hatırladığım kadarıyla o zamanın parasıyla 3,5 milyon filan, bir hesap ediyoruz, ciddi rakam! İlker’le kafa kafaya verip hesap yaptık, her ay o para ile neler yapabileceğimize karar verdik. İlker DVD koleksiyonu olmasını istiyordu, bir heves başladı, her ayki sigara parasıyla orijinal DVD aldı. Ben de giysi alırım dedim, gören de giyim kuşama dünya para harcıyorum sanacak. Sonra ne mi oldu? İlker 6 ay sonra sigaraya başladı, ama DVD almaya devam etti, şu anda 1000’e yakın DVD’si var. Ben ? Sigaraya hiç başlamadım ama benim para önce emeklilik sigortası oldu, sonra kenara koyma parası oldu, sonra… Sonrası yok kenarda bir yerde işte: )

Banka hesabının beni sıcak tutmasını seviyorum. Kenarda param olmalı ama az ama çok. Olmadığı zaman kendimi kötü hissediyorum. Bir yerden para geldi mi, hemen kenara konacak! Dolayısı ile Arca için o kadar para havadan gelse hiç düşünmeden geleceği için yatırım yapardım. Biliyorum pek yaratıcı olmadı ama napalım beni böyle sevin: )

Nerden mi çıktı şimdi bu post? Çok sevdiğim sadece anne bir mim ile kapımızı çalmış, hemen iki satır yazayım dedim.

Adet olduğu üzere, ben de elim sende yapıp kaçayım :
başak ve çınar
kuzu
sahalara dönmeye göz kırpan tuğçe
birinci tekir şahıs
yeşim (elanınki)

21 Ekim 2010 Perşembe

Çocuk kitapları anketi

Canım kisd mim hazırlamış, ben de çok merak ediyorum yazılıp çizilecekleri, önce kendimizden başlayalım sonra biz de mimleyelim, bu konuda yazmayan kalmasın!!

Boncuğunuza kitap seçerken en çok önem verdiğiniz kriterler neler?

1. Benim vermekten çekindiğim mesajlar olmasın. Mesela Evren güzel bir örnek vermişti, şişmanlığın negatifliği üzerine bir Cemile kitabı varmış. O yazıyı okuduktan sonra Cemile devri bitti bizim evde.
2. Eğlenceli olsun, yeni şeyler öğrensin. Mesela Tübitak Erken Çocuk Kitaplığı şahane bir set. Günlük sohbetlerimizin içinde bazen “hani şu kitapta şu vardı” filan diye hatırlatmalar yapıyoruz çok eğlenceli oluyor.
3. Sağlam olmalı kolayca yırtılmamalı (Arca yırtma işinde çok başarılı!!)
4. Resimleri güzel olmalı, arcanın dikkatini çekmeli
5. Başka çocuklar sevmiş olmalı, tavsiye kitapları çok seviyorum, genelde arcanın da hoşuna gidiyor.
6. Tekerlemeli, ahenkli kitapları seviyorum, okurken kulağa hoş geliyor


Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?


Hayır, özellikle kapak tasarımı için kitap almıyorum.

Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?

Eğlendirirken öğretmeli bence. Çok öğretmeye yönelik kitap zorlama oluyor.

Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı ilüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz veya tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?

Çok ayırım yapmıyorum sanırım. Ama resimlerin güzel olması, dikkat çekmesi, gerekli bence. Öyle güzel resimlendiriyorlar ki bazılarını, ben bile gözlerimi alamıyorum resimlerden. Ama dikkat ettim, Arca Atakan serisine de Feridun Oral’ın çizimlerine de ilgi gösteriyor. Galiba önemli olan ilgisini çekmesi. Gerçi şimdiye kadar ilgisini çekmeyen bir kitap olmadı ama ? çok seçici değil sanırım.

Çocuğunuzun şu anda en çok sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?

1. NİNO!! Yavru ahtapot olmak çok zor. Hergün mutlaka defalarca okutuluyor, bazen sayfayı çevirmeme izin vermiyor, 5 dakika kadar resme bakıyor. Hani şu trafiğin sıkışık olduğu sayfa.
2. Atakan serisi – bizde süpermarket, park ve ananeli kitaplar var. Atakanı arkadaşı sanıyor bence.
3. Tübitak Erken Çocuk kitaplığı – Ayda, Yeraltında, Gölde, Rüzgarlı bir gün, Yağmurlu bir gün.. hepsini çok seviyor ve eşit seviyor. Ayrım yapamam. Bu kitaplarda belirli bir hikaye yok ya, isimleri kendimiz uyduruyoruz, bu çok hoşuna gidiyor. Mesela Yağmurlu bir gündeki kara oğlan Tuna, uzun boylu olanı Alpi. Rüzgarlı bir gün kitabındaki velet Arca, kız da Nilda.

Ortak bir yönü yok sanırım, kitaplıkta çeşitlilik fazla, hepsini seviyor bence.

Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öylesine bir masal mı uydururdunuz?

Arcayı uyuturken uydurduğum masallar genelde ormanda geçiyor, Arca bazı hayvanlarla karşılaşıyor ve sohbet ediyor. Galiba dostluk, hayvan temalı hikayeleri seviyorum.

Çok merak ettiklerim var, hemen sıralayayım...

Evren ve Yavru Su : Hatta geçtiğimiz günlerde biraz anlatır mısın diye rica etmiştim, Tülinsu'nun kitapları ile uyuyan bir minik kitap kurdu olduğunu biliyorum:)

Başak ve Çınar : Çınar adamım !! seni dinliyoruz:)

Hülya ve Tuna : Hülya kaç zamandır yazmıyorsun, belki mim ile ısınma turlarına başlarsın:) ÖZellikle son soruya cevabını çok merak ediyorum.

Aylin : Minik ligten bir temsilci de olsun değil mi?

Kirazım ve Dorit : Buyrunuz:)

ve kasabanın en şık devi ile bizi tanıştıran sevgili sarıçizmeli ve 2 yaş güzeli UE

12 Ekim 2010 Salı

Günün Çorbası TOP 5

Ne güzel oldu, sevgili Başak ilginç bir mime dahil etmiş beni. Mimlemese de mutlaka bakardım, çok ilginç çünkü... Blogger kullanıcısıyım ama bugüne kadar istatistiklere bakmak aklıma gelmemişti. Meğer bu uygulama ile en çok okunan yazılarını bulabiliyormuşsun. Kumanda panelinden ulaşılabiliyor.

Bizim bloğun en çok okunanları listesi...

Önce top-5'in 5 numarası : Saçlarımdan nefret ettiğimi söylemiş miydim? Eh hala bilmeyeniniz varsa buyrun tıklayın!! Saçlarımdan gerçekten nefret ediyorum ama onlarla yaşamayı öğrendim!!

Number 4 : Hissiyat böyle sıkıldım!! bu kadar iç bayıcı bir postun okunmuş olmasına şaşırdım:) Ben bugün okudum yine ruhuma daral geldi. Benim ruhsal dengesizliklerim ve annelik buhranlarımla beslenmeyin kardeşim!!

3. sırada : Kadir abi koş!! motive edilesim var Açıkçası bu postun neden bu kadar okunduğunu anlamadım. Günlük tadında hata ufaktan heyecansız bir yazı.. Dönüp de bi daha okunmaz yani. Bu blog okurlarını anlamak kolay değil, ilginç:)

2. sıraya yerleşen post : Arca terörizminin Özgemin geldiği nurturia buluşması ile birleştiği yazı. hehe bak bu yazının okunması normal. bi kere ilk fotoraftaki ağlamklı surat çok komik. ağlatmadan kriz aşma yöntemleri puha diye gülmek istiyorum!! Son aşamadığımız krizden sonra bu yazıya bi tarafımla gülesim geldi:) Allahtan fazla ahkam kesmemişim zira şalap şulap yalayacaktım laflarımı:)

Ve son olarak NUMBER 1!!! Yatır kaldır maceramızın Jacoblı ilk iki gecesi. Ya cidden bu okur milleti benim acılarımla besleniyor!! Köpekler yemez halimi bir vaziyeti yazı dizisi yapmışım, herkesler de merakla okumuş. Şimdi okuyunca cidden çok gülüyorum. Nasıl da kasmıştım. Ama şaka bir yana blog dostlarımın manevi desteği olmasa o kadar azmedemezdim. Şimdi Arca kendi kendine uyuyor mu, işe yaradı mı diye soracak olursanız, evet kendi kendine uyumayı öğrendi. Ama ben bu işkenceleri kendime ve ona yaptığım için mi, yoksa zaten geçeceği mi vardı o dönemi, inanın ki bilmiyorum. Şu anda Arca'yla çoğu zaman odaya girip bazen sadece pışpışla bazen sadece yatağına koyarak bazen de yanına yatıp fısır fısır kırmızı başlıklı kızı anlatarak uykuya yolluyorum. Gamsızlaştım mı ne?

Hadi bakiim dökülün!! Ben şahsen hiç bir postunu kaçırmam, Ruhdağımı merak ediyorum. Sonracığıma yine her postuna yapıştığım kisd akabinde sadeceannem, sarıçizmeli ve de kuzu güzelini mimliyorum ... Ayrıca Başakın dediği gibi benim unuttuğum ve paylaşmak isteyen herkes!!

Bir de kenarda anladığım kadarıyla size insanlar nasıl ulaşmış diye bir kısım var. Sağlam yazarlardan Hülya'nın bloğuna girenlerin bir kısmı bana da bi bakıp çıkmışlar, şaşırmadım, ben de pek çok bloğu hülyanın listesinden görüp takip etmeye başlamıştım:)