ilkler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilkler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mayıs 2011 Salı

Arca’yı toplu taşıma araçlarıyla tanıştırma procesi #2 : Arabalı feribot

Vaktiyle metroya duyduğu heyecanı denize açıldığımızda da duyacağından son derece emin, boş hafta sonumuzu bu proceye ayırdık.

Cidden boştu bu hafta sonu, organizasyon yoktu, çok spontane takıldık. Cumartesi öğleden sonrayı sahilde yürüyüşe ayırdık, öncesinde hep evdeydik. Güzel bir yemek pişirelim dedik, hamileliğinin en kokuya dayanıksız döneminde İlknur’a destek çalışmalarımızın ikinci ayağı olan, “yemeği bizde yiyin” konseptine babane de dahil oldu. Bu bile kendiliğinden gelişti.

Pazar günü hava şahane, güneş parlak, ılık, rüzgarsız. Denize açılmaya pek elverişli.

Sabahtan apartmanın önüne çıkıp futbol oynadık ki, iyice yorulsun öğlen uykusunu hemencecik uyusun, feribot procesini doyasıya yaşasın. Her şey, en ince ayrıntısına kadar her şey planın tıkır tıkır işlemesi için!



Kime bahsetsek “mutlaka yanınıza ekmek, gevrek alın” dedi, herkesin derdi martıların yeterince beslenmesi : ) Tabii ki konsepte uyduk ve gevrek aldık limanda. Hayatımda yediğim en korkunç gevrekti. Arca bile kemirmedi, o kadar kötüydü. İstifimizi bozmadık, havası güzel, denizi güzel, kızları güzel İzmir’imin körfezini bir baştan bir başa geçtik.


İşte buna bindik...

İlk defa denize açılan Arca’dan bir sevinç nidası, bir kalp çarpıntısı, bir heyecan kıpırtısı bekledim. Nafile! Gayet vakur bir eda ile enginlere daldı. Umru olmadı.

Gören de her gün bizi işe yolcu edip denize açılıyor sanacak.

Yanından geçtiğimiz koca koca gemilere bile rengini söylemekten başka yorumda bulunmadı cüce.

Bostanlı tarafında yalnız hissederim kendimi, yer yurt bilmem, turist turist bakarım etrafıma. Hemen sonraki feribotla döneceğiz ya, çok uzaklaşmadık, bir parka attık kendimizi. Bizim yakada park yok ya, kaysın diye Karşıyaka’ya getiriyoruz çocuğu : )

Ve hafta sonunun bombası...

Bu aşamaya gelebileceğimi ben bile hayal edemezdim. Ama kendimi aştım, kabıma sığamıyorum. Son olarak parkta başka bir çocuğu düşürerek sakarlıkta son noktayı koydum!

Olay aynen şöyle gerçekleşti:
Arca döner kaydıraktan kayacak, aşağıdan ona bakıyorum. Oyalanıp duruyor. Arca yaşlarında bir çocuk koşuyormuş, ben geri gidince ayağıma takıldı bam diye düştü. Çığlık kıyamet, annesi koştu, elleri sıyrılmış, ben bir taraftan özür diliyorum bir taraftan “yok kafasını çarpmadı” diye açıklama yapıyorum. Benim sakarlık kariyerimin en önemli mihenk taşı çocukların kafasını patlatmak ya, bilinçaltımda “hadi ucuz atlattınız” demeye çalışıyorum! İlker olaya müdahale etti, “yürü Yeliz birilerini daha haşat etmeden gidelim” dedi. İyi de kardeşim nerden göreyim çocuğu, koskoca kadınım o beni görsün diye sayıklayadurayım apar topar kaçtık mekandan.

Yakında oyun parklarına eşkalimi asacaklar
“bu kadını görenler hızlıca çocuğunu uzaklaştırsın!”

Arca kuru üzüm diye tutturunca çarşıyı arşınladık. Baktık feribot saati yaklaşıyor, bir depara kalkarsın, İlker koşuyor Arca pusette, ben ara sıra üzüm tıkıştırıyorum ağzına, neyse ki yetiştik!

Benzer bir dönüş yolculuğu…

Büyük umutlar bağladığım ve heyecandan rüyalarına girecek sandığım deniz yolculuğu Arca’nın ruhunda fazla bir iz bırakmadı kanımca.

Gevreği martıların bile yemediğini bilmem söylememe gerek var mı?



Anne notu: Eylemlerimden vazgeçmeyeceğim! Bence Konak-Karşıyaka vapur seferi yapmalıydık. Konak'tan limana yürümeye üşenmeseydik de... Saat Kulesinin önünde bir süre kuşlara yem atmalı, sonra vapura binmeli, balıkları filan beslemeliydik. Karşıyaka'da çarşı gezmeli, dönüşte Alsancak limanında inmeli, biraz Kordon yapmalıydık. İzmir ruhuna daha yakın bir program olurdu. Hem parktaki çocuk da telef olmazdı.

6 Şubat 2011 Pazar

40.2 ?!?

Tarih yazıldı bugün bizim evde, bu gözler 40.2'yi gördü.

Halbuki dün akşam saatlerine kadar herşey normaldi.

Geçen hafta Ümit abla İstanbula gitmek için iki gün istemişti, kırmak istemedik. Hem mutlu hem de üzücü bir haberle döndü, kızı hamileydi ve Arca'yı yakında bırakacaktı, en geç Eylül gibi... Hani bir yıl içinde bırakacağını düşünüyorduk ama daha önce olması fena koydu. Hazmetmeye çalışıyorum...

Neyse salı gün döndü, o gün iyiydi. Çarşamba geldiğinde çok öksürüyordu, içimize sinmedi, doktora gönderdik. Ümit abla kuvvetle muhtemel gripti ama doktorlar bronşitte ısrar ettiler. Biz yine önlemimizi aldık, pazartesiye kadar gelme dedik. Üç gün Arca'ya imece usülü bakıldı, annem, ablam, İlker...

Son olarak ben dün öğlen evdeydim. Arca öğlen uykusunda keyifle uyanıp yanıma geldi. Birlikte temizlik yaptık, neşeliydik. Akşama doğru başladı ateş. Arka azılara yorduk masumca.

39'ları görünce azı mazı rafa kalktı.

Aksiyon başladı!

Ateş bir türlü düşmedi, her yol denendi. Doktor arandı yeni talimatlar alındı. Yok yine düşmüyor. 40 sınırına dayandı, kaptık doğru doktora. Enfeksiyon şüphesi olduğundan bizi başka odada beklettiler, Arca kudurur durmaz. Aklıma "Kar Masalının" iphone uygulaması geldi, Arca'ya daha göstermemiştim. Bayıldı!! Hatta doktor sordu, o da eve gidince 2,5 yaşındaki kızına gösterecekti.

Doktor grip teşhisini koydu, biz antibıdıbıdıda ısrar ettik. Dünyada doktorunun anitbiyotik vermek istemediği ancak ailesi ısrar eden tek bebe Arca'dır herhalde. Yok öyle zor bir sabah geçirdik ki totomuz yemedi, ya ateş daha da çıkarsa?

Doktor bizi ikna etmek için kan tahlili ve boğaz kültürü talep etti. Sonunda ikna olduk. Acayip kıl bir anababayız, biliyorum. Yine de her ihtimale karşı reçeteye yazdırdık.

Kullanmamak üzere antibiyotik, kullanmak üzere ateş düşürücüler, kullanmama ümidi ile novalgin damla ayrıca şurupları içirmek için şırınga ve muhtemel sümükler için otribebe. Evet tüm donanımlarımız hazır! o grip virüsünü yeneceğiz!!

Arca iyiydi hoştu hatta 38 derecelere kadar düşen ateşi ile bipbip ile turlarken cıbıl poz verdi...



Sonra halası geldi, hoşbeş etti, ama hali yok.



Birlikte yemek hazırladık, tavuk ve bulgur pilavının yanına ayran istedi, birlikte çırptık. Ne olduysa o 15 dakika içinde oldu ve bir anda çıkan ateş hiç düşmedi. 40.2 yi gördük. Duş, sirkeli sular... Üstelik ateş düşürücülere daha vardı.

Bir ara düşer gibi oldu hatta üşüdü. Ama bu defa da kakası geldi, bingo ishal!!

Bu gece böyle... Uyumuyorum nöbetteyim yoksa top patlasa uyanmam. İlacın saatini bekliyorum, 10 dakika arayla ölçüyorum ateşi.

Bütün gün hiç bir şey yemedi. Normalde bütün gün boyunca yemek yiyen bir insan yavrusu için çok ama çok zor olmalı! Ara uyanmalarından birinde süt içmeye ikna oldu sadece.

Bir rivayete göre bu rezil ateş 5-6 gün sürüyormuş. Bakalım önümüzdeki geceler ne olacak. Bir de ayrılmadan doktora sorduk, kesin biz de kapmışsızdır, ne zaman hasta oluruz tahminen? Pazartesi bilemedin salıya kadar ömür biçti bize.

Bir de unutmadan....

İlker bir kulağından ateşini ölçüyor, Arca hop kalkıyor, öbür tarafı dönüyor "bunu da!!" illa ki iki kulak birden ölçülecek! Hani bir defa da değil her seferinde!

Allah iyiliğini versin Arca!

3 Şubat 2011 Perşembe

İkidir ne yapsa yeridir

İnsanın küçüğüne çocuk denir, çocuğun delisine “2 yaş çocuğu” denir.

Arca olumsuzluk eklerini öğrendi beridir, keyfimize diyecek yok!
Bir negatiflik hakim ki sorma gitsin!

Y: Gel annecim
A: gelme!
Y: Hadi yemek yiyelim
A: Yeme!
Y: Öpeyim mi bi kerecik?
A: Öpme!
Sonra öpülmek istediği aklına gelir hemen düzeltir : öp öp öp!!!

Yolda sokakta “kucaaak” olayı ayrı bir eğlence konusu. Neyse ki pusette anlaşıyoruz. Ama zırlayacaksa kucak şahane bir bahane!

Bir de öğle uykusu konusundaki direnç dostlar başına! Cumartesi düğüne gideceğiz, banyo yapmam lazım ama Arca 12’de gözleri kapanmaya başlamış olmasına rağmen tam üçte mırıl mırıl kitap dinlerken uyuyakaldı. Özel bir radarları var bu veletlerin anne telaşlı mı işi mi var, çocuğun uykuya yatmasını dört gözle mi bekliyor, hoop antenler devreye giriyor, başlıyor arızaya.

O nedensiz krizler mesela, çok ilginç! Elleri yıkamak için lavaboya yaklaşıyoruz, suyu açıyorum, kızıyor, kapatıyorum kızıyor. Empati hak getire! Biri de anadan yana empati kursa?

Agora’daki oyuncaklara söz vermiş İlker, bindirdik, hareket edince bastı yaygarayı, hop boynumda! Talep şu, bütün jetonları kullanıp oyuncakları çalıştıracağız, o nasıl hareket ettiklerini karşılarına geçip seyredecek, inceleyecek, çalışma prensiplerini keşfedecek! Oldu canım görürsem söylerim!!

Biliyorum dişler de zorluyor, keyfini kaçırıyor, bazen o kadar ağrım olsa koşup oynar mıydım diyorum. Mümkün mü?

Kendini ifade edememenin gerginliği bunlar, hem her şeyi yapabilecek gücü damarlarındaki asil kanda hissedecek hem hala anneye bağımlılığın gerçeği ile yüzleşecek.

Bu kadar çelişkiyle bu kadar acı ile o küçücük bedeni ve sevgi dolu yüreği ile baş edebilmek ancak deli işi olabilir.

Biz de ne yapalım “ikidir ne yapsa yeridir” deyip geçiyoruz.

Bitirirken…

Arca’nın ilk şarkısnı unutmadan yazalım

Oooo (işaret parmağı büzülmüş dudaklar çember yapılarak arasına sokulur, bazen bu kısım o kadar hoşuna gidiyor ki şarkıya geçemiyor)
Pokkavavı soydum (es)
Başucuma koydum (es)
Arca bir yalan uydurduh (es)
Duma duma dum kımını mum
Kocakarı kalktı
Nambayı yaktı
Üç göbek attı
Yatağına yatttt - tıh

30 Ocak 2011 Pazar

Pazar gecesi hesaplaşması

Bugün fark ettim ki, geçen hafta pazartesiden beri bugün ilk defa evde yemek yedim.
Salı...
Arca'nın doktor kontrolü vardı. Tahminlerimiz bizi yanıltmadı, 14 kilo! Öyle çok yağmur yağıyordu ki Alsancak'ta kalmayı totomuz yemedi, Göztepe'ye kaçtık. Ora Lahmacunda yedik. Oyun odasının yanına konuşlandık, Arca deli gibi oynadı. 5 yaşlarında bir kıza "heeeey çocuuuk!" diye seslenmmesi... komik velet yav! Doktor "olmuş bu artık, tamamdır" dedi. Bir de kalabalık saatlerde AVM'leri önermedi, malum salgın beter, herkes hasta.

Çarşamba...
İstanbuldaydım ya malum havaalanı tıkınması, Burger King kaçamağı!

Perşembe...
Dışarıdaydık. Arca balıklı havuzun başından ayrılmadı, arabasını da bir güzel dibe yolladı. Yorucu ama güzel bir akşamdı.

Cuma...
Annemlere yemeğe gittik. Duru ve Arca tepişmekten helak oldu. Ertesi gün için sözleştiler.

Cumartesi...
İlker'in kuzeninin düğünü. Tek düğün kıyafetimin içine sığmamı üç kadeh şarap ve tüm menüyü süpürerek kutladım. Aa tabii genç çiftleri de kutluyoruz. Bol bol kurtlarımızı döktük, iyi geldi be!!

Sonunda bugün...
Günlerdir acayip dağıtmışız evi. Sabah baş ağrısıyla uyandım. Arca kahvaltı etti, sıra bize geldi. Ekmek almaya çıkalım derken iş kumru yemeye dönüştü. İyi de sabahın bu vakti hiçbir kumrucu açık olmaz derken Çiftekumruların 24 saat açık olduğunu öğrendik. Sabah ayazında İnciraltı keyifliydi. Şöminenin yanına konuşlandık. Arca pokkavav suyunu anne baba kumruları götürdü:)Keme şeker taşımacılığının üstü açık vosvosla yapılabileceğine tanık olduk!
Güzeldi be!!


Evde yemek yapıp yemek ayrı güzeldi!

Aa unutmadan Arca'nın arka azıları çıkyor. Ellerinin ağzında olması bir tarafa açık ve net söylüyor : "Dişim acıyor!"

Güzel bir kaç ayın ardından yine uykusuz gecelere yelken açıyoruz, yine huysuz nöbetlere bünyeyi hazırlıyoruz.

10 Ocak 2011 Pazartesi

Arca'yı toplu taşıma araçlarıyla tanıştırma ve kaynaştırma procesi #1

Tübitak serisinden "Yeraltında" çok ilginç bir kitap. Arca'nın 4 hecelik ilk kelimesi yeraltında. En çok ilgisini çeken sayfa da pek tabii ki metronun olduğu sayfa.

Aylar önce niyetlenmiş, Arca hasta olunca ertelemiştik.

Geçen hafta birgün eve metroyla geldim. Salata yaparken Arca'ya anlatıyorum, "dikkat kapılar kapanacak!"

Hemen kitap geldi, temsili metro sahneleri canlandırıldı. Arca feci gaza geldi. Yakamdan düşmüyor.

Haklı da! Al götür çocuğu üç durak bindir dön değil mi?

Eylem planı yapıldı. İlker de proceye dahil olmak isteyince p0zar gününde karar kılındı. Kahvaltı sofrasını bırakıp çıktık. Metro kaçıyor ya!!

Yürüyen merdivenler, kentkart ile dıtlar, boş koridorlarda İlkerle yarış, her detayı inceleme. Say say bitmez.

Bizim sıradan dünyamızın 23 aylık bir çocuk üzerindeki etkisine bakar mısınız?

Her durakta "dikkat kapılar kapanacak" cümlesi ablayla beraber söylendi. Konak, Çankaya, Basmane gibi güzide semtlerimiz kelime dağarcığına dahil edildi.

Özellikle yerin üzerine çıkılan bir durak seçilerek ters istikamette eve dönüş yolculuğunda benzer sahneler yaşandı.

Öğle uykusu hikayesi "Arca'nın metro yolculuğu" idi. Telefon eden babaneye ve akşam yemeğe gelen anane ile dedeye detaylar anlatıldı.



Next taşıt : Vapur

28 Aralık 2010 Salı

Bir haftasonu anatomisi Vol.3 : Mike Tyson

Her seferinde diyorum ki “yok bu en beteri, bundan daha kötüsü olamaz”. Ama oluyor, her seferinde daha kötü, daha şiddetli, daha korkutucu, daha ömür yiyici!

Pazar öğleden sonra Arca uyanınca, market alışverişi yaptık, artık market alışverişleri bile eğlenceli! Sonra manava uğradık, Arca göz hakkı mandalinayı lüpletti tabii. Geçerken mezeler aldık, balık ziyafeti çekeceğiz kendimize, nihayet: ) Tam arabayı park ettik, elektrikler gitti. Hem de Narlıdere’den Karşıyaka’ya kadar neredeyse İzmir’in yarısı “black out”! Önce acayip küfrettik şansımıza, ev 8. Katta! Sonra üç dakika önce gelsek asansörde kalırdık, yine ucuz atlatmışız dedik. İlknurlara gittik. Arkadaşları vardı. Arca bol bol mum üflemece oynadı, güzel ablalara hava attı, numaralarını gösterdi. Elektrikler gelince daha da keyiflendi.

Tam içimden ne tatlı bir çocuk oldu canım oğlum diye geçirirken, İlkerin yanında İlknurun koltuğuna geçmeye kadar verdi, kırıta kırıta koşarken ayağı kaydı ve 22 aylık hayatının en şiddetli kapaklanmasını yaşadı. Gözümün önünde. Yüzünün şakağa yakın yanak ve göz hizasını yere çarptı, bütün vücudunun ağırlığı ile! Gözünün kenarı ve kaşı anında şişmeye başladı. En nefret ettiğimiz buz olayı tam yaygaraydı.

Eve gelip lasonil sürdük. Bütün akşam hareketlerini kontrol ettim, defalarca kafasına baktım. Ömür törpüsü. Onlar şahsen değil de yaşattıkları, yaşatacakları… Bu sebepten bu kadar sevilesi bu kadar güzel masum bu kadar ömrümüze ömür katan varlıkları var. Törpüledikleri ömrümüze biraz telafi: )

Tabii kuyruğu doğrultunca duramadık hemen geyiğe vurduk! Surat Mike Tyson modeli oldu! Hey yavrum hey doğuştan boksör: )

13 Aralık 2010 Pazartesi

kısa... kısa...

Arca kar ile tanıştı. Cumartesi sabah serpiştirdi, tam hadi bari balkona çıkalım diye giyinirken durdu, vazgeçtik, pencere kenarına ilişip seyrettik. Ara sıra durdu, Arca’ya karı bizim yağdırmadığımızı söylememişiz, “bi daha ! bi daha!” diye çıldırdı.

Oyun grubunda bu defa daha iyiydi, en azından ağlamadı, kendi isteği ile ayrıldık, giderken ablalara “hokkayay” dedi. İnkilap kitapevinde daha çok eğlendiğini söyleyebilirim (entel çocuğum öyle hoppidi zıppidiler olgun evladıma göre diil - bir geyik sıkıştırmazsam olmaz) Nurturia’daki çekilişte bize 12 aylık bir tatlı oğlan çıktı, tanımıyoruz, ilgi alanı kitaplarmış, aman pek sevindik. Arca’nın o aylarda sevdiği kitaplardan aldık, umarız o da kitapla yolculuğunda bu yeni yol arkadaşlarını sever.

Pazar günü iki saat düz vites araba çalıştık İlkerle. Sanıyorum sigarayı bırakmasının kötü bir zamanlama olduğunu fark etmiştir. Önceki iki denemeye göre iyiydim. İlker “gaza bas! Gaza!!” diye haykırırken arkada Arca da “gaza! Gaza!” diye tempo tuttu. Bir ara “in anne ben geçicem direksiyona” cümlesiyle dile geleceğini sandım. Yokuşlar tahminimden iyi sadece ben trafiğe çıkacaksam sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli ki etrafta benimkinden başka araç olmasın. Olduğu an panik anne devreye giriyor.

Arca inanılmaz bir kriz yaşadı. Böylesine hiç tanık olmamıştık. O salya sümük ağlar ve çığırırken biz İlkerle birbirimize soran gözlerle bakakaldık. Pazar günü öğle uykusuna çok geç yattı, Orçunlara gidecektik ve artık kalkması gerekiyordu. Perdeyi açtım, a uyandı dedim, yok henüz afyonu patlamamış. Biraz kucağımda kestirdi. Neyse uzun zamandır görmediği Orçuna gideceğiz deyince sevindi, hadi giyinelim dedik. Pantolon giymek istedi, üzerine 2 kazak koydum, seçsin diye. “kımını”yı seçti. Buraya kadar her şey normal. Pijamasının altını çıkardım. Başladı ağlamaya. O an anlamadım zaten. Anlasam anında pijamayı geçiririm, hiç inatlaşmam da, öyle bir hal aldı ki olay, Arca ağlıyor, ne demek istediğini anlatmıyor, ben elimde pantolon istersen öbürünü giyelim diyorum. Tam inatlaşma! Bir taraftan kucağımda. Bu arada çantaya koyduğu oyuncaklarını rahatlık olsun kendi taşısın diye sırt çantasına koyuyoruz, ağlıyor, başka torbaya koyuyoruz daha çok ağlıyor. Sürekli kucağımda, kendini sakinleştirmeye çalışıyor. Böyle bir yarım saat gitti, ben ömrümdense 1 yıl! Bir şekilde sakinleşti, pijamayı gösterdi, giydirdik, sanki yarım saat böğüren çocuk o değilmiş gibi laylalom arabaya bindi, mezeciye giderken elmaları götürdü, Orçunlarda gayet keyifliydi, anlattık, inanamadılar. Neyse ki şarap iyiydi, mezeler iyiydi, akşamın geri kalanı neşeli geçti. Arca ilk defa haydari yedi, “naneli yoğurt” şeklinde tanıştırdık kendilerini. Yakında rakı balığa başlarız: )

Balık demişken hala yiyemedik desem : )))))

6 Aralık 2010 Pazartesi

Oyun teyzesi Yeliz

Geçen haftaki korkunç Topolino macerasından neşeyle çıkan dengesiz Arca, bütün hafta “oyun – park!” başımın etini yedi. Gözümü karartıp götürmeye söz vermiştim ki, Kipa Play Barn’dan oyun grubu önerisi kapımıza geldi. Meltem ilgilendi, grup oluşturmaya çalıştı, Hayat da talip oldu derken sözleştik. Tek içime sinmeyen anneler gruba dahil olmayacak, oyun ablaları ilgilenecek. Zaten olması gereken de o, ama Arca’nın ortamlara yavaş ısınması karakter özelliklerinin başında geliyor ki bunu artık sağır sultan duydu. Deneyelim dedim. Sonuçta Arca’nın hem fiziksel aktiviteye hem de sosyal ortamlara daha fazla girmeye ihtiyacı var.

Perşembe ateşlendi, Cuma devam etti. Gecesine ateşi çıkmasa cumartesi götürecektim ama doktor da cumartesiyi sakin ve dinlenerek geçirin deyince, tek outdoor aktivitemiz balkonda piknik oldu. Cumartesiyi iyi geçirince Pazar gitmeye karar verdik. Emre’nin yeğeni Yasemin Arca’dan 3 ay büyük, tam bir dilli düdük, İlknurlardaydı, onlar da gelmeye karar verdiler. Birbirlerini tanır severler, arabada yan yana seyahat ettiler, pek güldürdüler.



Arca, cümle kuramaz, tamlama eklerini henüz çıkaramaz, Yasemin onu düzeltir:

İlknur: Arca nereye gidiyoruz halacım?
Arca : OYUN – PARK!
Yasemin : Arca nereye gidiyoruz? Oyun PARKINA gidiyoruz!

Yasemin kelimeleri çok düzgün telaffuz edemez, çok bilmiş Arca onu düzeltir:
Yasemin : (Arca’nın mikifaresini ister) aa Miki MARE!
Arca : MİKİ FARE!

Buraya kadar güzel…

Play Barn küçük bir yer. Olsun, zaten sadece 7 çocuk kabul ediyorlar, ablalar var. Dedim ki bizim ilk, ben aylık ücret ödemeden önce denemek istiyorum. Tamam dediler.
Anneleri oyun alanına almıyorlar, tamam sorun yok, zaten ben de Arca’nın peşinden dolanmaya meraklı değilim de Arca’yı bilmediğin ortama bırakınca hönk! Oluyor. Gelmeden önce oyun ablalarından bahsetmiş olmama rağmen Yasemin ve Ela gibi tanıdığı arkadaşları olmasına rağmen Arca arıza çıkardı. Ağladı.

--------------------------------------------------------
Hata 1: Arca’yı tanıyorum, öncelikle rica edip ben girmeliydim, oyuncakları ablaları arkadaşları vs tanıştırıp kaynaşması için destek olmalıydım, geçen haftaki topolino’da o kadar ortamların adamı görüntüsü çizdi ki Arca gerçeği kafamdan silinmiş. (özeleştiri)
Bir eleştiri de işletmeye, ilk defa gelen bir çocuk belli ki çekingen mizacı var, bir oyun ablası ona verilmeli, abla kendini tanıtmalı sevdirmeliydi, bunun yerine “aa Arca gel bak oynayalım” diye elinden çeken tanımadığı bir insan oldu o ablalar Arca için. Şimdi mesela Ela, Hayatlar Ela’yı bıraktılar, gittiler, Ela için de ilk gün sonuçta, ama malumunuz Ela ortamlara direkt aktı, hiç sorunsuz. Belki olması gereken oydu, ama yine de çekingen mizaçlı bir çocuk için özel muamele –en azından – başlangıç için yapılabilir miydi? (Yine çuvaldızı kendime batırayım, ben belki de baştan uyarmalıydım)

---------------------------------------------------------

Neyse girdim içeri, oyuncakları tanıttım, ablaları sevdirmeye çalıştım, Ela ve Yasemin ile kaynaşmasına çalıştım. Yalnız takılmayı tercih etti, kaydırakları çok sevdi. Ama bir defa olsun paçamı bırakmadı, tam hah alıştı, paravanın arkasında bekleyebilirim diyorum, görüş alanından çıktığım an basıyor yaygarayı! Tam ne güzel oynuyor diyorum, çocuğun biri dokunuyor, bizimkinin gücüne gidiyor, basıyor yaygarayı! En son oyun evinin içine girdi, çıktı, Ela girdi, Yağmur girdi, kapıyı kapattılar, aman pek bi içlendi. Tamam dedim, artık bu kadar küçük ve zararsız şeylere bile tahammülü kalmadıysa gitme vakti gelmiştir. Eş zamanlı olarak işletmenin başındaki bayan da "bugünlük Arca için yeterli" dedi, benden iyi not aldı. Demek ki gözlemlemiş.

Dışarı çıktık, kuru üzüm ve kayası ile teselli bulmaya çalışıyoruz, bankta oturduk sohbet ediyoruz.

Y: Burasını sevdin mi Arca?
A: Hayım: (
Y: Bir daha gelmek ister misin?
A : Evet
Y: Ablaları sevdin mi Arca?
A: Hayım!
Y: Peki o halde bir daha gelmeyelim tatlım, sorun değil
A: GEL!

-------------------------------------------------------------------
Özeleştiri: Arca hastaydı ve fiziksel olarak iyileşmiş bile olsa bu paçama tırmanmalar, boynumdan inmemeler hep hastalık sonrası kırılganlığın getirdikleriydi. Belki bu hafta hiç getirmemeli, belki daha az orada tutmalıydım.
-------------------------------------------------------------------

Hayat’la çıkışta sohbet ettik, Ela’nın özgüvenine hayranlığımı (maşallah) bir defa daha dile getirdim. Düşün ben paravanın arkasına geçemedim onlar market alışverişi yaptılar, HARİKA!! Hayat çok sevmedi ama devam edecek, yeterince koşup enerjisini atamadığını düşündü Ela’nın. Topolino gibi yerler, eğer kalabalık olmayan bir zaman yakalanırsa enerjisini atmak için daha uygun yerler gibi görünüyor.

Tam yürürken işletmenin başında olan bayan arkamdan koştu, dedi ki Arca için güzel bir gün olmadı ama hafta içi uygun ve tenha bir zamanda getirin alışsın, göreceksiniz sevecek. Ben de Arca ile ilgili bilgiler verdim, çekindi, tanımadığı bir ortam ve tanımadığı yetişkinler, çocuklar etrafını sarmış gibi hissetti, kendini güvende hissetmedi, farklı yaklaşmak gerekirdi. Hafta içi mümkün değil ama cumartesi herkesten yarım saat önce gidip alışması için fırsat vereceğim, hem Arca’ya hem Playbarn’a. Sonuçta bu tür oyun gruplarının Arca’nın sosyalleşmesi için olumlu olacağını düşünüyorum. Parka götürdüğümde bir kaydırağı bile paylaşmak istemiyor, “ama ama ama”lar uzayıp gidiyor. Tabii yaşı küçük ama böyle ortamlara girmezse paylaşmanın ne demek olduğunu hiç öğrenemeyecek.



Neyse kısaca o gün oradaki ablalardan farkım yoktu, evet belki yaş farkı! Bu bakımdan bana oyun teyzesi diyebilirsiniz: ) (Bakar mısınız top havuzunda debelenme aktivitesinde bile varım, hey allam b.k var, mecbursun sanki topla götür çocuğu kardeşim!)

1 Aralık 2010 Çarşamba

Dün gece sabaha karşı 3 suları

Güzel bir akşamdı, baştan sona kendi yemeğini kendisi yedi, bir Arca klasiği olarak benden çok yedi. Sonra bol kudurmacalı bir akşam geçirdik, Tarkan’dan öp, Athena’dan Arsız Gönül bu aralar favori. İlknurlar uğradı, Barış Manço’nun Ayı şarkısında coştuk, falan filan…

Uyudu, uyumadan önce rüyasında kimleri göreceğini sormak rutinin bir parçası, ilginçtir bu defa “balkabağı” dedi. Gece 1 civarı sıklıkla uyanmaya ve ağlamaya başladı. Kabus gördü herhalde, ne gördün rüyanda dedim, “balkabağı” hmm iyi peki su içelim uyuyalım rüyada anneyi görelim daha az ağlamaklı bir rüya olur.

1-2-5 artık kaç defaydı hatırlamıyorum, defalarca kalktım. Canı acıyor gibi. Karnın mı ağrıyor diye sordum, evet deyince bol bol karnını ovdum ama gaz çıkarma yok. Yanımıza aldım, arada İlker de ovuyor karnını. Ağlama şiddetlendi, “kaka” dedi. Hadi be! Gün içinde 2 defa yaptığı için bu olasılık aklımıza hiç gelmemişti. Ayı ve Ali kitabını yanımıza aldık, Aliyi okuttu. Ama içim uyuyor bu arada. İlker biraz kestireyim demiş, onu da çağırdı. Maaile tuvaletteyiz. O mıçıyor biz gururlu gözlerle birbirimizi kutluyoruz, sorun çözüldü!!

Sanıyoruz…

Bu defa da geri uyumaya ikna etmeye çalışıyorum, iğrenç sesimle ne zamandır ilk defa ninni bile söyledim, üstelik alttaki bu fotoğrafı bu ilginç gecenin hatırası olarak çekerken uyandı düdük, tekrar istek yaptı, bi daha ninni, ay kendi sesimi duymaya dayanamıyorum!



Uyudu, uyandı, yanımızda yattı, İlkeri tekmeleri ile hırpaladı, bir şekilde sabahı ettik. Uyanık kaldığımız zaman uyuduğumuz anlardan daha uzundu, kısaca hala esnemekteyim.

Bunları anlattım çünkü öncelikle ebeveynlik tarihimizde böyle bir şeyle karşılaşmamıştık, Arcanın gece yarısı sıçması bir ilk!!

Ayrıca kendi adıma gece uyanmalarını daha metanetli karşıladığımı fark ettim. Bunda İlkerin telkinlerinin yanı sıra Arca'nın sadece 1 defa kalkarak ya da hiç uyanmadan geçirdiği gecelerin sıklığı da etken. Çünkü biliyorum ki kapris veya huy değil bir şekilde onu rahatsız eden bir şeyler var. Tek yapmam gereken sakin sakin ne olduğunu bulmak ve çözmek!

Ama en önemlisi, kendimizin bebek değil de çocuk ana babası olduğumuzu fark ettik. Fark ettik ki ister hiç konuşmasın ister uzun cümleler kursun fark etmez, artık bu dönemde çocuklar acılarını duygularını ifade edebiliyorlar, ne mutlu bize! Küçük bir bebekken de ağladığı olurdu ama ne kadar zor olurdu anlamamız, hemen gözleri kısar delilleri gözden geçirir, gün boyu yaşananlardan ipucu yakalamaya çalışırdık. Kimi zaman bir türlü sonuca ulaşamazdık.

Peki ya şimdi?

“Arca karnın ağrıyor mu?”
“Evet!”

29 Kasım 2010 Pazartesi

OYUN – PARK!

Arca artık tamlamalar yapıyor. Ama iki kelime arasına bir “es” koyuyor. Sanki düşünüyormuş gibi, ya da üstüne basa basa söylemek ister gibi. İlginç, sevimli. Mesela Donald – Amca ya da Yılmaz – dede gibi.

Cumartesi günü –deneme çekimi yapacağımız saha çalışmasını saymazsak - fotoğrafçılık kursundaki son günümdü, yine büyülenmiş olarak çıktım sınıftan. Bu sanat nasıl bir şey kardeşim, nasıl alıyor insanı içine ve ruhu nasıl başka bir boyuta taşıyor? Ömrüm boyunca sanatın her dalına (bale, dans, flüt, gitar…) çok hevesli fakat az yetenekli oldum, belki de sanata sanatçıya hayranlığım bundan kaynaklanıyor. 3 saatlik bir fotoğraf şöleni ile doyan ruhum trafiğe çıktığımda artık hazımsızlık mertebesindeydi, Topolino gazımı aldı!!

Kurs için birkaç saatliğine ayrılacağımı anlatmak ve küçük adamın olurunu almak için epey dil dökmek gerekti. Topolino’dan bahsetmiştim ona, arkadaşlarıyla oynayacağından, öncekini hatırladı, keyfi yerine geldi. OYUN – PARK! Yeni tamlama!

Topolino gazımı aldı demiştim ya, geçtiğimiz ay o kadar sevdiğimiz mekandan nefret ettik diye özetleyebilirim ama yok detaya gireceğim!

Başımıza gelenleri anlatmam lazım. Annemi Agora’ya bırakacağımız için biraz geç kaldık, 3’ü geçiyordu. Ama elif ve Egenin annesi gelmişti, yaşasın. (bu arada egenin annesine bayıldık, meltem ile tanıştığımıza çok sevindik, Fadişle rastlaşamadık, çok üzüldük, halbuki Arca “Deniz”i arkadaş listesine eklemişti.)

İçerisi o kadar kalabalıktı ki, Arca’yı bacaklarımın arasına sıkıştırdım, girişteki işimi ancak öyle hallettim. Geçen ayki bayan vardı kasada ama o günkü gibi tatlı değildi, zavallım bambaşka bir insan olmuştu. Bizimkilerin yaş grubuna ayrılan bölüme gittim, aman tanrım 7-8 yaş çocuklar var. Hemen görevliye şikayet ettim, cevap : “sabahtan beri 3 doğum günü vardı, zapt edemiyoruz”. Hani ben mi şikayetçiyim o mu anlamadım. Arca bu defa inanılmaz cesaretliydi, hemen oyuncaklara daldı. Nil’in dediği doğru “ulen çocuğu getirmiyorsun böyle yerlere sonra çekingen diye şikayet ediyorsun”!! Doğru söze ne denir! Arca kabuğunu kırdı, kabak çiçeği gibi açıldı da zaman kötü zamanmış.

Neyse grup yavaştan toplanınca yemek almak için yukarı çıktık. Oturacak yer yok, tüm masalar partilere ayrılmış, kenarına ilişelim diyoruz, yok mümkün değil, hatta Tuna asil poposunu yere koymak istemeyip sandalyeye oturdu da iki yaşlı kadın çok pis tersledi, şok olduk. Yemeklerin çok uzun bir sürede gelmesi, yerde yememiz, hepsi ayrı kötüydü, hangisini saysam?

En fenası.. çocuklar zıplarken biz de anneler olarak girdik, çünkü büyük çocuklar da zıplıyor, bizimkileri korumamız lazım. Güzel de sohbet ediyoruz, büyük çocukları bizimkilere yaklaştırmıyoruz. Bir görevli gelip “yaylar çok hassas, burada sizin oturmamanız gerekiyor” diye uyarıda bulunmuş. Elif de “o halde çocuklarımızın büyük çocuklardan korunması için buraya görevli koyun” demiş. Peki koydular mı? Hayır! Büyük çocukların oraya girmesini engelleyemediler, küçük çocukların bölümünde plastik top savaşı yapmalarını da engelleyemediler, ben bir tanesinden nasibimi aldım. Kısa bir süre sonra bu çocuklara ait doğum günü pastasının geleceği anonsu yapıldı, hepsi ipini koparmış gibi koşmaya başladı, Arca da tam o sırada zıplamak için merdivenlerdeydi, vahşi anne panter olarak koşup kurtardım ama meğer zamanlamam o kadar iyi değilmiş, akşam yanaktaki morluktan anladım, darbeyi yemiş bizimki. Hepimiz kızdık, çemkirdik çocuklara ama o büyük çocuklar da çocuk işte, nasıl laf anlatacaksın, işletmenin gerekli düzenlemeleri yapması, gerekirse böyle yoğun günler için eleman ilave etmesi gerekiyordu. Elfanam uyarıları yaptı, ama bizim için artık gitme vakti gelmişti, sonra düzeldi mi, büyük çocuklar ayrıldı mı bilmiyorum. Örneğin Hülya çok önceden ayrıldı mekandan, Tuna çok rahatsız oldu. O kadar stresli bir gündü ki ben tek kare fotoğraf çekmemişim. Hani Arca kırk yılın başı böyle fiziksel aktivite coşkusu yaşayacak, hiç kaçırmam!! Tatsız bir gündü, akşam resmen sızdım yorgunluktan, stresten.

Şimdi terazinin bir tarafına Arca’nın o gün çok eğlenmesini, bugün bile hala “oyun-park” diye tutturuşunu ve geçtiğimiz ay nezih ve düzgün bir şekilde vakit geçirmemizi koyuyorum. Diğer tarafına da bu hafta yaşadıklarımızı.

Arca’nın hatırına bir şans daha vermeli, önceden doğum günü var mı diye sormalı öyle gitmeli belki de, bilemiyorum.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Arca ilk defa ...

Hayatımın en güzel tatiliydi! Detaylara girmeyeceğim, özetle... aile, arkadaşlar, Elvan, pastırma yazı, dinlenme, Arca, Arca, Arca ...

Ne çok ilkler yaşadı!

Sincap gördü.

Kahvaltıya gidelim demek bizim için Gizli Bahçeye gidelim demek. Çok hızlı bir servisi ve nefis kahvaltısı var. Asırlık ağaçları, Atatürk’ün kahve içtiği tarihi kamelyayı ve şanslıysanız – ki biz şanslıydık - ağaçlarda sincapları görebilirsiniz. Zamanı ise dalından mandalina toplayabilir, toplayan köylüleri seyredebilirsiniz. Arca’nın deliksiz uyuduğu ve geç kalktığı tek gecenin sabahında, hazır Elvancım da bizimleyken ve hava muhteşemken kahvaltıya gitmeye karar verdik. Arca genelde sabahın köründe kalktığı için kahvaltı organizasyonuna ancak ara öğünü denk gelirdi, bu defa bizimle kahvaltı etti. Bak bu da bir ilk : )

...................................................................

Dut kurusu yedi, hem de Cansu’nun elinden!!

Bizim ara öğün zulamızda kayi (kayısı) ve üyum (üzüm) vardı, onlarınkinde dut. Arca yemeye, Cansu yedirmeye bayıldı.

...................................................................

Çizgi film izledi. Mickey Playhouse! Ve aşık oldu. Bayram harçlıkları ile Mickey ve Donald oyuncakları satın aldı. Onlarla uyudu, onlarla yemek yedi, onlara yemek yedirdi, onlarla gezdi, mıçtı… “hey bilgili!” demeyi öğrendi. Bittiğinde hüngür hüngür ağladı, teselliyi yine oyuncaklarında buldu. (evet daha bu yaşta o çarkın içine biz de girdik, ha ben10 ha kayyu - mu ne - ha mickey? hiç farkı yok, sadece çizgi filmi izlemekle kalmıyorsun oyuncağını da alıyorsun. Zaten hediye gelmiş mickeyli nevresim takımımız vardı, şimdi tam oldu! bakalım daha neler göreceğiz!)

...................................................................

Birkaç saniyeliğine de olsa televizyona çıktı.

Çok güzel dostlar edinmemizi sağlayan Nurturia ailesinin Kanal D ana haber bültenindeki tanıtımında video lazımdı, Damlaya göndermiştim, birazında görünüyor. Hehe celebrity anası oldum yav!!

...................................................................

Tavşan gördü, hatta peşinden koştu, düştü, yılmadı bir daha koştu.

...................................................................

Ve son olarak at sevdi ve bindi!
Pazar günü iki saatlik öğle uykusunu almış ve dinlenmiş olarak yemeğini yedi ve atları görmek için yola çıktık. Falabella’da Cansularla buluştuk.

İşte atlarla Arca’nın öyküsü…


Önce heyecanla ama sakin sakin yaklaştı, “bin! Bin!” diye talebini dile getirdi. Açık konuşayım biz sevebileceğine bile ihtimal vermedik.


Kafasını çitlere dayayıp uzun uzun seyretti. Ortamı kokladı.

Arada çimlerde koşturup oynadı. Sonra yine atlar geldi aklına, önce babasının kucağındayken sonra da kendi başına sevdi, okşadı.



Yine tutturdu “bin! Bin!” diye, “emin misin?” dedik, “EMİN!” dedi ve bindi!! 3 tur attı. Öyle mutluydu ki… Sabah çok özlediği Ümit teyzesine anlatıyordu “at! Bin! Dıgıdık!”

16 Kasım 2010 Salı

Bayram traşı ve mutlu bayramlar



Arca ilk defa berberde traş oldu, bundan önceki 2 seferi evdeydi. Berberde müthiş eğlendi, hala nereye gidelim deyince "berbere" diyor.



Mutlu bayramlar

31 Ekim 2010 Pazar

hem hepsi farklı hem hepsi aynı

bilmece bildirmece kaydıraktan kaydırmaca :)
5 toddler... hani ne çocuk ne bebek... ikisinin arası bir yaş döneminde geçiş aşamasını tamamlayan insan küçüğü tür.
en büyüğü 2 yaşını dolduralı hepi topu 4 ay olmuş. en küçüğü ise yer cücesi Arca.
Havanın kötü olacağını varsayarak topolinoya gitmeye karar verdik. Arca ilk defa gidecek böyle bir ortama. Nasıl anlatsam? Parka gidiyoruz dedim.

Hayat, Hülya, Elif, Nil... ve pek tabii diğer cüceler Ela, Tuna, Ege, Berk.
Oyun alanına girdik...

Naçizane gözlemler...

Ela(21 ay), Hülya'nın deyimiyle o bir amazon!! Ela ortama girdi ve direkt adapte oldu, hatta saniyeler içinde ortamın bir parçasıydı. Hiç yadırgama yok! Onun için kaydırak olsun, tırmanma, atlama, zıplama olsun. Ela'nın bizi kopardığı an!! Nil dedi ki : "Şahsen BEN kayamazdım!!"


ve son olarak bizim oğlanlar yorgunluklarını ara öğünle giderirken Ela hala orta pistte dans ediyordu.

Berk... 2 yaşını dolduralı henüz 1 ay oldu. Hiç sağa sola bakmadan direkt büyük çocukların oynadığı kaydırağa daldı. Dedim ki "Nil hayrola? geldiniz mi siz buraya daha önce? Berk ne güzel patır kütür oyuncaklara daldı?" ona göre kreşten alışkın, yoksa zor. Olabilir ama bayıldım. O nasıl bir özgüven, hiç arkasına bakmadı.

Yine Arca ile tatlı münasebetleri oldu. Bunlar ilerde garanti kanka olacaklar.

Ege... 2 yaşını dolduralı 1 aydan biraz daha fazla oldu. Tunayla birlikte zıp zıpın dibine vurdular. O nasıldı hatırlamıyorum, Hülya anlattı, Tuna Ege ayakkabısını çıkardı diye, çıkarmak istedi, Ege de Tuna çorabını çıkarıyor mu diye kenardan kesti:P Çıkarsa anında çıkaracak. Arca'nın araba gözüne hoş görününce şansını denedi, Arca ödlek düdük bastı yaygarayı, Ege de "efendilik bende kalsın, küçüğü üzmeyelim" dedi diğeriyle oynadı canım benim!

Tuna... en büyükleri, ortamın paşası (puhahaha)! şaka bir yana Arca sürekli Tuna'yı kesiyor. Turuncu kamyonu sırf o oynasın diye getirdi, benzeri Tuna'da var ya. Tuna için tüm oyuncaklar hikaye gibiydi, o kaydırağın 3 katı kadarına tırmanmışlığını bildiğimden Tuna'nın rahatlığı hiç şaşırtmadı beni.


Arca... kan bağımız olduğundan en çok onu gözlemledim, daha doğrusu gözümü üzerinden ayırmadım mecburen:) Evden çıkarken dedim ki Arca'ya 2 tane araba alabilirsin. Kırmızı kamyonun yanında üzerine binilebilen mcqueen'i seçti. Eh seçenekleri sınırlamazsan olacağı bu. Dedim ki arabaya sığmaz, bak bu Tunanın çöp kamyonundan hem o da oynar belki, o zaman bipbip'ten vazgeçti. Tabii bu hadise bi tarafımızda patladı. Çünkü bipbipe benzer arabalar varmış, Arca iki tanesini sahiplendi, en az 20 dakika ne bindi, ne paylaştı, sadece elinde tuttu.

Psikolojide bir analizi vardır kesin. Bir ara kaydıraklara gitmek istedi, sanırım, bırakmak da istemedi, beraber gitme girişimlerinde bulundu. Örneğin Elanın daldığı o kaydırağa yaklaşmak Arca'ya 15 dakikaya maloldu. Hatta o hani büyük çocuk kaydırağı var ya, orada sanırım yarım saat harcadık, sadece tepesine tırmanmak için. iki basamak tırmanıyor, 3 defa arkasına bakıyor, sonra birkaç defa geri dönmeye çalışıyor, sonra gözleri beni arıyor, ses etmezsem surat buruşuyor. Görünce, cesaretlenince devam. ÖDLEK!! kibarcası TEMKİNLİ:)

Tadını alınca kudurdu. Biya, biya (bir daha) diye diye defalarca bindi. Zıp zıp daha kolay oldu onun için, önceden alışkın olduğu bir oyuncaktı. (kanepe:P)

Hatta takla attı, çok hoşuna gitti, bir daha denemesin diye kırk takla attırdı bana. Dönüşte yemeğe gidiyoruz uyutmamak için de bir kırk takla atmışımdır. Sohbet etti, akayaylayını (arkadaşlar) saydı, oyunlardan atladığım olunca (bop-top) hatırlattı. Bu güzel günün Arca için ne kadar faydalı olduğunu bugünkü park tecrübesinde anladım. Kaydırağa kendi başına çıktı ve kaydı. Doktor çıkmış çocuğunun diploma törenindeki haklı gururu vardı dolan gözlerimde:)))


Hepsi birbirinden o kadar farklı ki aslında, ama hepsi kuru üzüm söz konusu olduğunda aynıydı!! hiçbiri hayır demedi:)
Canlarım seviyorum hepinizi!!

5 Ekim 2010 Salı

Son günler

Şimdiye kadar pek çok defa yazıştık, birbirimizin bloglarını okuduk, ama sesini hiç duymamıştım. Bugün telefonla konuştuk, bu ses!! allahım bu ses!! (fonda eski türk filmlerinden bir sahne ve hafiften bir müzik, mümkünse "o bakış ki götürür beni yıllarca geriiii.... " nağmeleri) sanki benim hemen her gün konuştuğum bir ses kadar tanıdıktı. Demek ki onu yazılarından tanırken sesini bilinçaltımın derinlerine kodlamışım, duyunca hem hiç yadırgamadım hem de bu kadar cuk oturmasına şaşırdım. Ne güzel oldu, canım kisd:)

haftasonu bir ilk yaşadık. Arca ilk defa anne ve babası olmadan ananesinde kaldı. Çalışmalara 1 hafta öncesinden başladık. Atakan Arcanın hayali arkadaşı ya "atakan geceyi ananesiyle geçiriyor" kitabını aldık hemen. Her gece okundu tabii defalarca. 3 gün öncesinden "anne ve baba uzağa gidecek, Arca ananesinde kalacak, Duru da gelecek, oynayacaksınız, birlikte uyuyacaksınız" repliği dile gelmeye başladı. Cumartesi gününü de yapışık geçirdik. Peki arıza çıkarmaması için yapılan bu çalışmalar işe yaradı mı? Tabii ki hayır!! Ananeye gittik, Duru da orada ama Arca mızık!! Yarım saatten fazla konuştuk, "tamam mı annecim hadi bize el salla biz gidiyoruz" diyorum, "peki" diyor ama mızık!! Uzun uğraşlardan sonra Duru'nun da müthiş yardımları ile kendisi ile vedalaştık. Bu arada otelde kalıyoruz ama Alsancakta yani şehirdışına çıkmaya bile tırstık. Neyse ki korktuğumuz olmamış biraz arandıktan sonra oyuna dalmış, gece uyandığında ise duruya sarılıp tekrar uyumuş.

Asıl bizim için şahane bir geceydi. Zeynepler de aynı otelde kaldılar, Poyrazı akşam yemeği için babaneye bıraktılar, yemek için Güller de katıldı. Kordon'da uzun zamandır yürüyüş yapmamıştık, el ele, kol kola... Ayıptır söylemesi İzmirde hala akşam bir hırka ile sokakları arşınlayabiliyorsunuz:) Gençliğimizin mekanı pizza Venedikte geçmişimizi yaadettik. Kordonda bira içmeye gittik. Çok önemli bi karar aldık. Ayda bir bebeleri bırakıp yemek+kordon organizasyonu yapacağız! Gece çorbacıya bile gittik! Kısacası Arca ile ne yapamıyorsak hepsini yaptık. Kendimize geldik. Yapmalı yapmalı imkanları kullanmalı!!

Pazar eve döndük ailecek, ne zamandır görüşemediğimiz Nazlılar bize geldi. Cansu nasıl tatlı, cümle kuruyor. İnsan sevdiklerinin bebeleriyle kendisininkiymiş gibi gurur duyuyor. Arca ile çok güzel oynadılar, arada arıza çıktı tabii ama hasarsız atlatıldı. Biz ailecek bira kötü örnek olduk Cansuya. Misal bizim mutfak dolaplarını açmak serbest, tencere dolabı Arcaya tahsis edildi. Ama Cansularda aynı dolap deterjan dolabı diye yasakmış, alışmasın dediler ama çok geç kaldık. Sonracığıma Arca artık tepelerde geziyor. Ananedeyken iyice azıtmış. Çözüm bulamadık, oturma odasındaki kanepeyi her bi tarafını yastıklarla güvenli hale getirmek suretiyle zıplama kanepesi yaptık. Başka evde ve başka yerde zıplamak tırmanmak yok! Cansularda böyle bi uygulamadığı için bir puan daha düştük!! Cansu tam hanım hanımcık olmaya karar vermişken şimdi biz onu bozacağız korkarım. Ne kadar anladı bilmiyorum ama sadece bizim evdeyken bu yaramazlıkları yapacağına dair anlaştık.

Pazartesi gör dötüm yollar İstanbul. Toplantı sunuş, akşam yemek. Yemeğin en sıkıcı anlarının kurtarıcısı sohbet konusu yine açıldı "Bizim Yeliz hn İzmirde oturuyor" "oooo ne şahane, nasıl oluyor ?" .... Derken bütün macera sil baştan anlatılır, İzmir gibi yerde bi de maaş mı veriyorlar, aman ne şanslısın, aaaa hava hala sıcak mı orda.... geyikleri ile geceye neşe katılır, bulutlar dağılır... Bu defa Boğaza gittik, İstanbulun özlenesi yerlerini gördüm yine, sonra arabada etrafı seyrederken 10 küsür yıl önceki halimizi gördüm gençlerde, paramızı Ortaköyde bitirdik mi yürüyerek Beşiktaşa dönerdik. Gece 12 uçağıyla İzmire geldim. Sabah karşı uyanan Arcayı aldım koynuma mis gibi uyuduk.

Sabah ofise geç gitmeye karar verdim. Zaten çalışacak hal yok. Salı pazarına uğradım. Karga kahvaltısını yapmadan gittiğim için birkaç tezgahta siftah yaptırdım.
Pazar diyaloglarına bayılıyorum:
Pazarcı: abla siftahı senden!
Yeliz : hadi hayırlı işler
Pazarcı : yok abla bereketi allahtan diceksin.
Yeliz : demeyince noluyo, olmuyo mu?
Pazarcı: ya abla de işte! Al parayı da at şöyle tezgahın üzerine!
İyi tarafıma geldi, dedim gitti! Kayyuuu kayyuuu diye bağıranlara hasta oldum bi de, özlemişim pazar hallerini. Zara babyci fiyatları arttırmış sanki, penye yelekler aldım, çalı süpürgemiz sizlere ömürdü, yenilendi. Kendime birkaç toka çorap derken pazar da hareketlenmeye başlamıştı.

Akşam Arca ile yumul yumul... Arca uyuduğuna göre şimdi dün kaçırdığım Ezeli izlemem lazım...

Bu arada Arca'nın dişleri çıkıyor!! Gece uyanmalarının sırrı çözülüyor mu ne? 2 elinin parmakları en arkaları kaşıyıp duruyor. Tamam Arca 4,5 aylıktı ilk dişleri çıktığında ama bu son arka azıları bu kadar erken beklemiyordum. Bir süre geceleri rahat uyuruz diyordum, kader yine ağlarını örmeye başladı.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Sonbahara Merhaba

Hani derler ya “yediğin içtiğin senin olsun, bize gezip gördüklerini anlat” diye, kendi açımdan gezip gördüğüm şeyleri anlatmaya gerek yok, “her şey dahil” kültürüne kendimi teslim ettim, yediğim içtiğim kısmı daha ilginç:) üstelik yazsam uzun bir liste olur:) – sadece 4 günde aldığım 1,5 kilodan hiç bahsetmeyeceğim.
Ama Arca için her şey ilkti!



İlk defa;
- Uzun araba yolculuğuna çıktı – 3 saat. Genel olarak iyiydi, uyku saatlerine denk geldi. Kalan kısımda da babane desteği alındı.
- Otelde kaldı. Otelin sahibiymiş gibi, girer girmez, “buralar benim” tavrına büründü.



- Bütün gece bizim yatağımızda hem de 3 gece yattı. Hiç uyanmadı. Her ne kadar bol tekme yesek de “Family bed” fikrine sıcak bakmaya başladım. Adam yatakta resmen geziyor. Neden kendi yatağında uyandığı belli oldu, sürekli kolu bacağı çarpıyor olmalı:)


- Çocuk havuzuna girdi. Kolluk ve simit kullanmayı reddettiği için havuzu baştanbaşa yürümeyi, kaptan kaba, havuzda dışarıya, havuzdan kovaya su aktarmayı ve şap şap yapmayı tercih etti. Sadece son gün bi dolu su yutarak yüzmeye çalıştı.



- Discoda dans etti. “Arca bizi discoya götür!!” Önce yanımdan ayrılmak istemedi. Hatta kucaktan inmedi. Sonra kucaktan hafifçe indi, bacaklarımın arasında durdu. Ortamı kesti, bütün çocukları öğrendi. Şarkılar bittikçe “biya” diyerek tekrarlanmasını istedi. Sonra 2 adım attı, durdu, elimi tuttu, “birlikte gidelim” demeye getirdi. Piste çıktıktan sonra kendini müziğin kollarına attı. Bir süre sonra dansa eşlik etmemeyi ve pist etrafında turlamayı tercih etti.



- Uzun zamandır yapmadığı sabah – öğleden sonra uykuları uyudu. Sabahları çok erken kalktığı için kahvaltı sonrası yürüyüşlerinden yorulup yaklaşık 1 saat kestirdi, dolayısı ile öğleden sonra uykusu 1,5 saate düştü. Hava da serin olunca öğle saatlerinde güneş altında olmasında sakınca görmedik.
- Yabancı arkadaşlar edindi.



- Elini kedi tırmaladı. Elindeki peyniri vermesine sabredemeyen yaramaz bir kedi patisini atınca eli çizildi. Saatler sonra bile hala olayı temsili gösterip “miii – mii” (kedi) diye herkese anlatıyordu. Tetanoz tehlikesinden çok benim gibi travma sahibi olmasından korktum.
- Mamamisi (babane) sağolsun, ivitin (evet) yanı sıra hayım (hayır) demeyi de öğrendi. Bir de “dapma” (yapma)
- Babası ile denize taş atmaca oynadı. Önceden idman yapardı ama ilk defa bu kadar uzağa atmayı başardı.



Her sabah uyanınca “emmi, hala, mamami” yoklamasının ardından kuvvetli kahvaltılar, üzerine deniz kıyısında yürüyüş, sonra hafif bir kestirmenin ardından güne hazırladı kendini. Öğleye doğru soluğu çocuk havuzunda aldı, yemek arasından sonra yine havuz, öğleden sonra uyku, akşamüzeri gezinti, akşam yemek ve disco… Yani kısaca her şey dahil bir otele gittiğinizde çocuklar ne yaparsa o!!

Ben? Benim tatil anlayışıma ters bir durumdu. Bi kere HD istemedim, gezelim istedim. Sonra Arca ile başa çıkabilmeliyiz, tırsmaya gerek yok, üçümüz tatil işini hallederiz sorun olmaz dedim. Çok geç çıkıyoruz, serin olacak diye mızmızlandım! Ama böylesi fena mı oldu? HAYIM!!! Bi kere iyi ki HD bir otel ile ilk tatil tecrübesi edinmişiz, Arca gibi bol ve sık (6 öğün) yemek yiyen bi adama yemek aramakla geçirecektik tatilimizi. Diğer taraftan mamami, hala ve Emre başımız sıkıştığında etrafımızdaydı. Rahat nefes alabildik ve biz de tatil yapabildik. Üstelik benim ilk gün otelden çalışmam gerekti, Arcaya baktılar, rahat rahat çalışabildim. (Teknolojiye şkretsem mi küfretsem mi bilemedim, zira bu tatilde kesinlikle çalışmayacağım diye söz vermiştim kendime) Arca uyuduğunda babane onunla odada kalınca her ihtimale karşı yanımızda getirdiğimiz DVD lere gerek kalmadı. Havanın serin olması güneşin iyice tepede olduğu vakitleri de değerlendirmemize yardımcı oldu. Hem çok sıcaklarda Arcayı otelde zapt etmek mümkün olmayacaktı.



Tatilin en eğlenceli kısmı dönüştü. Tatil boyunca mutluluğu paçalarından akan Arcanın eve gelmekten hoşnut olmayacağını düşünüyorduk. Eve girer girmez, yanımıza almadığımız bütün oyuncakları ile oynadı, dans etti, bütün evi gezdi, yatağında kudurdu, onu seyrederken biz yorulduk. Özlemenin nasıl bir şey olduğunu anladı. Özlemek deyince ananeyi müthiş özlemiş, otelde her sarışın yabancı büyükanne kılıklı kadına anane diye saldırdı.

Bugün anladım ki, böyle bir tatile ihtiyacım varmış. Son bir aydır hemen her hafta birkaç gün tatil yapmama rağmen bu küçük “long weekend” tatili meğer bilinçaltımda bir milatmış. Okullar da açıldı, gerçi bu yeni durum bana sadece sabah trafiği sıkışıklığı olarak yansısa da artık sonbahara resmen “merhaba” diyebilirim.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Arca'dan haller, haberler, komikler, seminer

Bugün keyfim yerinde! Yarın ne olurum bilmem!
Kore - Atina derken ... İşler iyi gitti diyelim.

Bir de Montessori Semineri var ki tadından yenmez. Aylar önce gaza gelip el atmıştım. Ancak bütçe çok zorlamıştı. Ücretsiz bulduğum dernek klimasız olunca hadi eylül-ekime erteleyeyim demiştim. Sonrasında tesadüfler Başakı çıkardı karşıma. Çok değerli eğitmenlerle bir seminer hazırlığında idi, hemen dahil oldum, Elfana'yı "pşşt alooo bak burda neler oluyor, bu eğitmenler kim tanıyo musun" şeklinde naçizane uyandırdım, tecrübe ve bilgileri ile o da dahil oldu, kısaca Başakın ön ayak olması ile ufaktan dayanışma içine girdik. Önceki mekan, bütçe çalışmalarımı aktardım, mekan konusu yorucu idi, İlknura danıştım, hatta yoğun iş temposundan vakit bulamadığım zamanlarda bizzat kendisi gidip görüştü, Elfana ve Başak da onu yalnız bırakmadılar ve ortaya güzel bir organizasyon çıktı. Bir taraftan bloglarımızda, bir taraftan İzmirli anneler mail grubu ve Nurturia'daki duyurularla güzel de bir katılımcı grubu oluşturduk. Tabii biz tohumları attık, seminer sonrasını değerlendirmek lazım. "Olmaz yapamayız nasıl olur" dediğimiz bir işi kotaracak gibiyiz, olur mu olur:)
(hala bilmeyen ve katılmak isteyenler için detay bilgi gelsin =>
3 Ağustos Salı, Saat 10:00, Türkan Saylan Sanat Merkezi, Kıbrıs Şehitleri Cd., Alsancak )

Haberleri dinlediniz, şimdi haller...

İnkar edecek değilim Arca çok yoruyor. Herkesin çocuğunun annesini yorduğu kadar. Vantuz modunda sürekli yapışma hallerinde! 12 kilosun sen kardeşim düş yakamdan!! diyemiyorsun tabii kol kası yapıyorsun.

Bir de Arcanın yüzüne bir yaramazlık ifadesi oturdu, bi bebeklik hallerine bakıyorum bir şimdiki muzırlığına, hep bi cinlik peşindeymiş gibi bakıyor. Gitti o uslu çocuk gitti!!! içine şeytan kaçmış bir atom karınca geldi.


Hafta sonu biz kahvaltı ederken bir şeyler çiziyordu. Gayri ihtiyari, “annecim ne çizdin bakim” dedim. “aydede” dedi ve çizdiği şey ters bir “C” harfi! O-ha! İlker gaza geldi, bizim çocuk Picasso ya… “çiz babacım araba çiz, kamyon çiz, otobüs, kedi çiz!” Tabii ki çizemiyor ama işin komik tarafı biz şunu çiz dediğimizde bişeyler karalayıp gösteriyor, adını söylüyor. (bu arada ilk şaşkınlığın ardından Ümit ablanın aydede çizmeyi gösterdiğini anladık tabii ki)

Tabii bizim picasso bunları yaparken annenin beklentisi yükseliyor. Aman allahım ben bebem aynştayn mı olcek yoksam :P Nerdeyse doğduğundan beri top oynayan Arca, evde her boydan en az 10 tane topu olan Arca, kelime dağarcığı gelişmiş, barbie bile diyen Arca topa bi türlü top demeyince anne olaya noktayı koyuyor, "oğlum top diyemiyorsan bari meşin yuvarlak de evladım" !! Gayet saf salakça ağızdan çıkan bu cümle, İlkere "ben bu kadınla niye evlendim" sorusunu belki milyonuncu kez sorduruyor.

Ayağına diken batan süper karga birkaç haftalığına uyku öncesi ritüelimizin bir parçası idi. Birlikte yatağa giriyorduk, Ayı yogiyi karşımıza oturtup kitabı okuyorduk(m). Şimdi günün herhangi bir saati kargayı okuyacağımız zaman hemen yatağı gösteriyor, giriyoruz, okuyoruz. Karga sadece yatakta bakılıyor (okunuyor) ve yatakta başka hiçbir kitap okunmuyor. Böyle bir prensibimiz var, bozmuyoruz.
Her kitabın ayrı bir ayini var. Erken çocuk kitaplığından Diş Hekiminde diş fırçaladıktan sonra, yatmadan önceki kitap bugünlerde. Elinde diş fırçası ile okuyor, temsili fırçalama ve doktora aaa diye ağız açma gösteriliyor. (bu doktora gidişimizde Ege ve Eceyi hatrlatarak açtırdık ağzını). Yaramaz fındık kitabı ile son sahnedeki kavuşma anne ile canlandırılıyor.

Yataktan atlama olasılığı korkutucu olmaya başladı. Henüz atlayamıyor ama ayak sürekli korkuluğun üzerine atılıyor, biraz daha uzun bir çocuk olsa, kafa üstü yerde! Bir çare bulmalı, yatağın korkuluklarından kurtulmalı, korkuluklar korkulu rüyam olmaya başladı.

Laf kazadan açılmışken, Arca sandalyesine oturup masada bişeyler yapıyor. Artık totosunun üzerinde oturmaya pek alışkın değil ya, sandalye ile ileri geri kaykılırken tam kafa üstü arkaya düşeceği sırada, ben panter atlayışımı yaptım, ama refleksler iyi Arcada, masayı tuttu, hoop kendini çekti. Allah koruyor yavruları mı demek lazım bilmiyorum.

Hep kalabalıklar olmalı Arcanın etrafında, insanlarla sarılmalı... Mikroplarımızdan kurtulduk, babane ege sahillerinden döndü, cümbür cemaat yemeğe çıktık. İlknurla babaneyle kudurmaca, kedilere yemek vermece. Dün akşam Zeynep ve Orçunun doğumgününü kutladık, Poyrazın kakaları temizlenirken Arca seyretti ve katıla katıla güldü. Kendi zıçmıyor ya:P Zeynepin sütleri bol (maşallah) benim pompayı vermiştim, alışmak kolay değil tabii, sağma çalışmaları yaptık birlikte, Arca da annesinin döt biti yanımıza geldi ama pompadan nasıl korktu, hadi dışarda oynasın dedik, ona da yok anne diye mızıklıyor. Kedilere bakmaya bile ikna olmadı. Neyse ama biz hallettik pompa işini. Bu arada Poyraz çok tatlı oldu, doğum kilosuna çoktan ulaştı, geçti.

Zeynepte ufaktan lohusa cinleri konuşlanmış... haftada bir gidip yokluyoruz (ki daha sık yapmalıyız, en son Gülle bu kararı aldık) "hadi poyrazı babalara satalım, caddede yürüyelim" ya da "kalkın bize gelin değişiklik olsun" teklifleri her daim yapılıyor. Zor zamanlar biliyorum:) böyle vakitler bir kap yemek, bir hoş sohbet, bir ufak kaçamak lazım. Bebekle o rutinin içine giren annenin bir nefes alması lazım. Haftasonu balığa gitme planları kuran İlker, Orçun ve Tufanı da olaya dahil etti, taze anne ile Gülü de bizimle yazlığa gelmeye ikna etti. Açıkçası zeynep istemez sanmıştım tam tersi fikir bile canlandırdı onu. Umarım bi aksilik çıkmaz ve haftasonunu annemin muhteşem yemekleri ile besiye çekilerek geçirebiliriz.

Son olarak keyifli posta bir nokta koymadan önce... Arca hastalıktan yırttı beri gece 12 civarı bir ağlama nöbeti ve anneye yapışma halleri dışında bütün gece uyuyor, uyutuyor. İtinayla kulak memesine asılıyoruz, dudaklarımızı büküp muck sesi çıkartıyoruz , işaret parmağını kıvırıp en yakın tahtaya vuruyoruz. Hatta kesintisiz uyku sonrası, sabah 06:10 itibari ile kalkmak bile koymuyor, sadece sabah kudurması sonrasında işe yorgun gidiyorum, o kadar . NOKTA .

Maaile Hafta sonu

Öksürük geçmiyor, bendeki boğaz ağrısı hep orda gitmiyor. Bi taraftan Nazlılara gitmek istiyoruz, akşamdan bavulu bile hazırladık. Bi yandan üşüttük herhalde deyip, ateş olmadığından mikroba yormayıp bi taraftan mikrobik bir durum ise Cansuya bulaştırırız diye tırsıyoruz. Neyse dedim olmayacak, doktoru aradım, gel deyince toparlandık gittik.
Doktor önce Arcanın ciğerlerini dinledi, bizim gibi o da burun akıntısı olmadan hırlama ve öksürük olduğu için ciğerden şüphelenmiş. Ama çok şaşırdı çünkü bu aylarda pek karşılaşılmayan boğazda enfeksiyon hem de hepimizde! Karı koca kendimizi de muayene ettirdik bu arada:) Maaile antibiyotiğe başladık. Ve çok bulaşıcıymış. Çeşme iptal, Tunanın doğumgünü kutlaması hayal, hatta yazlığa bile gitmek iyi bir fikir değil çünkü orada da benim ananem var, bünyesi pek sağlam değil. Tek tesellim ciğerleri ile ilgili bir şey olmaması. Doktor iyi ki getirdiniz, bakmadan anlattıklarınızla kesinlikle anlayamazdım dedi. Arcayı gören hasta olduğunu anlamaz. Doktorun karşısındaki koltuğa oturdu, sohbete katıldı. Bu arada araya muayeneyi de sıkıştırdık. Tek köpek dişinin kabarıklığı kalmış, diğerlerinin hepsi tamam. Köpeklerden kurtuluyoruz. Boy 2 cm uzamış (83 cm) ama kilo aynı (bana 3 kilo almış gibi geliyor)
Cumartesi temizlik kabusu çöktü üzerimize… Arca & temizlik aynı cümle içinde kullanıldığında bile bomba etkisi yaratıyor. Gündüz vakti serin tek yer AVM. Mikroplarımızı alıp Agora AVM’ye gittik. (iğrenç bilinçsiz, duyarsız aile:P) Gezdik, gezdik… Arcaya bi dolu oyuncak aldık. Kamyon, otobüs… Hala boya kalemlerinden tırstığım için parçaladığı mıknatıslı tahtanın yenisi, evdekileri ezberlediği için yeni ama daha büyük bir ahşap puzzle. Hatta uyudu da yemek bile yiyebildik. Küçük bi anı. A.ziz Üs.tel, yanında şıkşıkıdım mankenden bozma bir ablayla alışverişe çıkmışlar. AÜ kurulmuş koltuğa “şunu al, bunu alma diye” ablaya görüş beyan ediyor, o bildiğimiz oturuş şeklinde. Abla 135 tane kıyafet değiştirmiş, salına salına bakınıyor. Benim de yazlık bir ceket bakmam lazım, Arca peşimde kabine girip çıkıyoruz, ben ne giydiğimin farkında değilim, atom karıca gibi vızır vızır girip çıkıyorum da Arca pek keyifli. İlker pusetten sorumlu devlet bakanı, tekstilci geçmişiyle “o kumaş buna uymadı, bak şunu al filan” diyor. Tam karar verdik çıkıyoruz, Arca atladı AÜ’nün üzerine “DEDE!!!” mağazada çok kısa bir sessizlik, hemen tuttum, “senin deden diil o, amcayı rahat bırakalım” deyip kaçtım, kasada mağaza müdürü, 2 dakikada dedikoduyu patlattı “haklı çocuk ayol, dede olmuş hallere bak” Eve vardık, tertemiz ve düzenli evi eski haline getirmemiz sadece 15 dakikamızı aldı. Arca benim paçamı bırakarak yaklaşık 1 saat kamyon ve otobüsle oynadı. Allahım büyüyor mu ne!! Akşam Hataya inmem gerekti, Arca ile dükkanlara girip çıktık. Metro çalışması heryer beter aslında gidilmez ya neyse… Bolulu hasan usta bile şubesini geçici olarak kapatmış, öyle bir rezillik. Bi dükkana girdik, Arcadan biraz büyük bi çocuk. Arcanın direksiyonunu pek beğendi,
- Teyze bunu nerden aldınız?
- Bilmem ki babası almış, oyuncakçıdan almıştır herhalde.
- Bana niye almadınız?
- ??
Anne filan mahçup ama nasıl güldük, çok tatlıydı. Neyse çıktık, tam karşı caddeye geçeceğiz, kaldırımdan puseti indirirken ayaklarım dolandı, ben, puset ve arca hep beraber düştük. Puset resmen Arcanın kafasına geçti, etraftan koştular, Arcayı çıkardım, korktu, nasıl ağlıyor. Omzu sıyrılmış, su içirdim, orasını burasını yıkadım, yüzüne su çarptım. Etraftan herkes yetişti, abla taksi çağıralım, abla biz seni eve götürelim, abla çocuğun damağını kaldır… İşportacılar, o tatlı çocuğun annesi, etraf teyzeler hep başımızda, sağ olsunlar. Şoku atlattık, kendimizi karşıya attık. Arca keyiflendi ama kaş şişmeye başladı, meğer kafayı da vurmuş, bakkaldan buz gibi soğuk su aldım, kafaya. Nöbetçi eczane bulduk, lasonil. İlker geldi, o ana kadar sakinken patladım tabii zır zır ağlıyorum. Bu arada benim dizim sıyrılmış 3-4 yerde ezik morluk var. Ama benim sakar bünyem morlukları alışkın olduğundan hissetmedim herhalde. İşte böyle… Salaklığın sonu yok, dikkat et di mi? Yavaş git, telaşe memureliğinin sonu budur! Arca bütün gece pek çok defa ağlayarak uyandı, sanırım gündüz yaşadığı travma ona kabus olarak geri döndü.
Pazar sabah erkenden Arcaya meyva almaya çıktık, biz parkta “mi”leri kovalarken İlker alışverişi yaptı. Kahvaltı da bitti, Arca duşunu aldıktan sonra yatak keyfi yaparken, İlker aramıza katıldı, Arcaya masaj yaparken uyuyakaldı! Hem de 2 saat. Keyif pez…gi derler böylesine bizim buralarda!
Bu hafta sonu Arcanın uyuduğu vakitler yeni takıntımız bir PS oyunu “Heavy Rain”. Bir film gibi, ilk birkaç gün teknolojinin ilerlemesine hayranlığımdan (ben en son Sims II oynamıştım) oyuna adapte olamadım, ama izlemesi bile heyecanlı. Bir seri katili bulmaya çalışıyorsun. Dün gece 2’ye doğru oyunu bitirdik ama bence pek başarılı değildik. Yeniden oynamalı. Oynadığın karakteri sen yönlendiriyorsun, seçimin kadar olasılık var. Arca kalktı, tabii daha öğlen. Cehennem sıcağında İzmirde bir atom karınca hem de altı kuru, karnı tok, enerjisi full bir atom karınca nasıl oyalanır? Mesela eline kaşığı önüne çorbayı koyunca en az yarım saat oyalanıyor, bu arada sen “bravo çok güzel yiyorsun” diye cesaretlendirirken iki satır gazete bile okuyabiliyorsun. Ama garibim kendini pek doyuramamış herhalde bizim tavuklu pilavı da mideye indirdi. Ev toplandı, çamaşırlar yıkandı, asıldı, kamyon, puzzle, kudurmaca oynandı. Ama Arca gezmek ister evlere sığamaz. Nitekim sonunda yaygarayı kopardı. Paketledik Arcayı ve öğlenden kalan tavuklu pilavı, doğru Foruma. Vardığımızda akşam 8 di ve hava sıcaklığı 33,5 C idi. Bütün gün evden çıkmamakla ne kadar iyi yaptığımızı anlattık durduk birbirimize. Çocuk tiyatrosu vardı. Tam Arcaya göre, onlarca abla abi, hemen aralarına karıştı, oyuncu “hadi koşacağız” diyor, herkes yerine koşuyor, Arca da. Hemen ortamın adamı oldu. En sevdiği mağaza Zara! Ben hamileyken Zaraya çok gittim herhalde, hemen benimsedi. Koştu, coştu, kabinlere girdi, rafların tozunu üzerindeki hırkalarla aldı. 3-4 defa çıkardık, yine elimizden kurtulup girdi. Bu arada, anne nerde baba nerde arkasına bakmıyor bile! Yürürken bi abla görüyor hoop yön o tarafa çevriliyor. Başka bi abi görüyor, hop o tarafa. Mothercaredeki bütün oyuncakları parmakladı. Artık yorgunluktan tükendiğinde, altı değişti, pijama giyildi, Kipadan süt aldık, ben bardak getirmiştim yanımda, adam pipetle içti! Bazen yapabileceklerini küçümsediğimi hissediyorum. Dönüş yolunda pek tabii aydedeye baka baka uyudu.
Bu haftasonu kendimi sorgulamama vesile oldu. Bazen ne demek istediğini anlamıyorum, Ümit abla, bütün gün birlikte olsan anlarsın dediğinde (ki kötü niyet yok biliyorum) ufaktan dokundu. Evde Arca ile ne yapılır noktasında hep bir takım stratejiler ürettiğimi fark ettim, ister istemez oluyor artık otomatiğe bağlamışım. “Hafta sonu annesi” gibi hissediyorum bazen kendimi. Aman resim çizsin, aman puzzle oynasın, aman kendi kendine yemek yesin, aman şöyle böyle… En son oyun hamuru tariflerini kenara not ederken, İlker “bence kasma, adam oyuncakları ile güzel güzel oynuyor, oyun hamurunu da başka zaman oynar, çocuğu rahat bırak” dedi. Sadece hafta sonu değil sürekli birlikte olsaydık Arca ile iyice kafayı mı yerdim, yoksa her şey için daha mı rahat olurdum? Düşündüm, sanırım ben gündüz saatleri saldım çayıracı takımından yatma kalkma saatlerinde borusu öten cinsinden olurdum. EASY yöntemi ile 3 saatte bir meme verdiğim bebek değil Arca. O bir birey. Nitekim her saatli davranışımıza kendi iradesi ile cevap verdi. Biz gün içinde kendimizi ona göre düzenledik. Bildiği ve kendini rahat hissettiği tek şey; “evet şimdi bişeyler yiyeceğim, şimdi uyuyacağım” gibi ritüelleri idi, gerisi hep kendi kafasına göre… Uyku saatlerini öğlen yemeğinden sonrasına kaysın istememe rağmen hep öğlen uyudu misal. Ne oldu? Kafamıza taş yağmadı. Yani aman uyuduydu, düzeniydi, çok da gerilmeye gerek yokmuş. Sadece akşam 21:30-22:00 arası – herkesin selameti için – Arca uykuya dalmış olmalı! Bundan ötesi teferruat!

30 Mayıs 2010 Pazar

hem geçen post için hem de bugünden kareler...


Arca'nın salata çalışmaları ve son zamanlardan birkaç kare






Şimdiii Alpi'nin doğumgününden kareler
Çok zor bulduk evi, meğer 2 tane belediye binası varmış!!! Sağolsun Rifbaba bizi buldu da varabildik:))
Güzel bir partiydi.
Arca yeni yürümeye başladığı için ben pek ortama dahil olamadım, 2 adım ötesinden peşindeydim ama güzeldi.


Tülin Su bir içim su... Biz kendisiyle ilk defa tanışıyoruz. Hem kendisine hem annesine bayıldık. Fotoraflarından çok daha şahane bir kız. Ve nasıl içten. Arcayı "oh oh" diye sevdi. Bkz aşağıdaki foto. Bu blog camiasında "Arca Tunanın elinden Tülin Su'yu alıyor mu?" sorularını akla getirecek gibi:)
Yok be Tunacım dünya ahret bacımız olsun:))

Bahçede günü tamamladık. Arca artık yorgunluktan pestil haldeydi, zaten araba koltuğuna oturduğu anda sızdı, eve kadar da uyudu.
Eurovisionu izlerken bir post sıkıştırmak iyi oldu. Sabah yazlığa kaçıyoruz, yatmalı, uyumalı.
Bizim şarkıyı hala dinleyemedim iyi mi?? 2. olduğumuza göre iyidir herhalde:) Almanyayı sevdim.

28 Mayıs 2010 Cuma

yaza yaza yaz geldi

Geldi valla.. Acayip sıcak.
Haftasonu programı yoğun. Yarın Alpiye gidiyoruz. Arca arkasından abi abi diye gidecek kalıbımı basarım! Parkta sürekli abilerin peşinde! Sonra yazlığa gideceğiz. Sezon açılıyor!!

Arcayla günler çok neşeli geçiyor. Böyle kalabilir mi? yani büyümese... veya 15 yıl sonraya zıplasak uzun bir 15 aylık süreçten sonra:) hem terrible 2 horrible 3 fucking 4 atlanmış olur:)

Hadi yazalım unutmayalım, son fotolar eve gidince eklenecek.

Oturup çoraplarını itinayla çıkarıyor, önce ayağını burnuma uzatıyor kokayım diye sonra çorabı burnuma dayıyor. "üff çok pis kokmuş, böööö" deyince başlıyor kıkırdamaya. Sonra babaya gidiyoruz, aynı süreç. ama misafire yapınca pek hoş olmuyor tabii. Gülüyoruz ama gerçekten kötü kokuyor ayakları:P

Umursamaz oyun oynamasına hastayım. Dönüp kıçını birşeylerle meşgul, beni de istemiyor yanında, hadi bari kitap okuyayım diyorum. Bi bakıyor ben kitap okuyorum, geliyor, sanki okuyabiliyormuş gibi elimden alıp sayfalarını çeviriyor, hmm falan diyor. Hadi gel birlikte bakalım diyorum, yine kıçını dönüyor. ben yine okuyorum. Gıcık oluyor, kocaman bir kitap var Tekirim göndermişti, içinde kartlar filan, onu taşıyıp önüme koyuyor. Anlıyorum ki benim kitap olayı bitti, kartları çıkarıp hangi sayfada bulmaya çalışıyoruz. İlgiyi çekti ya pek keyifli. Çok geçmeden pıtı pıtı gidiyor.

Ellemesini istemediğimiz şeyleri biliyor. Kumanda babanın biliyor, eğer sehpada bırakmışsa alıp İlker nerdeyse eline veriyor, baba baba diye diye.

Çok çabuk alışıyor. Misal 3 gündür acılarla 6 civarı uyanıyor, köpekler fena olmuş. Jel filan kar etmiyor, yanına giriyorum tepikliyor. 3 gün sabah 1 saat bizim aramızda yatınca alıştı. Baktım bu sabah yine kucağımda parmağıyla göstere göstere bizim yatağa kadar geldi. Eyvah ki ne eyvah!!

İlker dedi ki "valla iyi yapıyorsun, ben yapamazdım!" Evet yapıyorum. Arcaya yemek yedirirken önüne bir kap yoğurt veya domates salatalık koyuyorum. Dün de akşam yemeğini az yedi, biz yerken önüne karpuz koyduk, - bu arada ilk kez karpuz yiyor - bıçakla kesip çatalla yemeğe çalışıyor, nedense karpuzu yutmak istemedi, suyunu emip posasını attı. Tabii üst baş yer gök leş. İlker bakmaya dayanamıyor, ben yemeğimi yiyorum. Ne yapayım, hazır kendi yemeğe heveslenmişken dur yapma desem belki vazgeçecek. Hem sanki ben çok mu temizim, evi bok götürüyor, çocuğa mı titizlik yapıcam! Hem belki böyle böyle kendi kendine yemeği öğrenir. Öğrensin bee!! Arcanın ömrü hayatında en iyi meziyeti iştahı oldu. Bari kendi kendine yesin de anneyi kurtarsın. Sevmiyorum ben yemek yedirmeyi, ağzını kapattı mı doydu diye kaldırıveriyorum sofradan. Evde biri varsa, illa ki bir lokma daha yesin diye uğraşıyor, yemesin, yiyecekse kendi yesin. (hehe tabii benim velet iştahlı böyle yemezse yemesin demek kolay, nasılsa hala 2 kilo fazlası var stokta, iştahsız olsaydı belki ben de yesin diye dil dökerdim, bilmiyorum, başına gelmedikçe bilinmez.)

Çöpe birşey atmak çok önemli ve de işe yaradığını görmek. Birşeyle uğraşırken ver eline bir çöp, hadi bunu çöpe at dedin miydi, nasıl keyifli, elinde çok önemli bir hazine varmış gibi itinayla ama pıtı pıtı telaşla mutfağa gidiyor ve o minik ayakla çöpün pedalına basıp atıyor, yine heyecanla yeni göreve hazır olarak yanımıza geliyor. Bunu yüzlerce defa yapabilir.

Sonra makineye çamaşır atmak, çamaşır asmak, toplamak, sehpaların tozunu almak.. tüm bu işlere bayılıyor. Salata yapıyor (!) Böyle böyle evin tüm işlerini Arcaya öğretip önümüzdeki 20 sene ayağımı uazatıp rahat etmeyi planlıyorum:) (The idle parent)

Nasıl öğrendi bilmiyorum ama çok işime yarayan bir özellik peyda oldu son zamanlar. Yerde saç teli, çöp, minik bişey.. artık ne bulursa, o küçük parmakları maşa gibi kullanıp getirip veriyor. Aman bu huydan vazgeçmesin diye bir teşekkür, bir minnet, çok önemli bir iş yaptığını düşünüp göğsü kabarıyor.

Bu aralar uyku düzeni bir garipleşti. Birkaç gün üst üste sabah uyuyup öğleden sonra uykusu atlayıp bir de üzerine akşama kadar çok yorulunca, gündüz uykularını teke düşürmeye mi çalışıyor olduk. Madem tek uyku uyuyacak o halde öğlen yemekten sonra uyusun, dedik. Hem havalar ısındı, öğle vakti çıkılmaz. Sabahtan Ümit ablayla parka giderler, meyvasını parkta yer, öğlen dönüp yemeğini yedikten sonra uyur, hem de akşama çok yorgun olmaz. Olur mu olur.. Birkaç gündür deniyoruz, akşam uykularında öyle çok erkene kayma yok ama gündüz tek sefer 2 saat kadar uyuyor. Bakalım zaman ne gösterecek?

Uyku deyince geçende sadeceanne sormuştu,
"kendi kendine uyuma şeysi ne alemde?"
bi ara "ne sen sor ne ben söyleyeyim" kıvamındaydım:P
Bilen bilir ben uyku konusunda takık kadınım. (Ex "uymayan çocuk yoktur, uyutamayan anne vardır " mafyası lideri - hülyaya selam) şimdi sayfa sayfa kitap okuyoruz ya, pek de bilmişsiz ya:) - biçok yerde uyku arkadaşı güven nesnesi önemli diye taktım, arcaya uyku arkadaşı yapıcam. ama olmadı, bu dönem beni uyku arkadaşı yapmaya devam etti. elimi tutmalar, yanında uzanmalar... hatalı ebeveynlikten bir demet sundum uzun bi dönem.
Şimdi şöyle bir durup baktığımda; yatır kaldır maceralarımız, emzikten kurtuluşumuz derken galiba bu uyku konusunu hafiften hallediyoruz. Yatma vakti ritüellerinden sonra odaya girip kapıyı kapatıyoruz. Anne şahane (!) sesiyle masal, ninni artık allah ne verdiyse döktürüyor, derken Arca yatağı gösteriyor. Yatıyor, ayaklarını çarşafa sürüyor, yok olmadı bi o yana bi bu yana kendini atıyor. Kendini çok aktive eder gibi oluyorsa, karnına sırtına elimi koyuyorum. Yattıktan sonra artık çok ses etmiyorum ama orda olduığumu görüyor. Yataktan uzaklaşınca kafayı uzatıp bakıyor, burdayım deyince hop kafayı gömüyor, debelendikten sonra bakıyorum sakinlemiş. Debelenirken yataktan aldın mı basıyor yaygarayı, yatağı gösteriyor. Uyuyacam kardeşim ne rahatsız ediyorsun, tavrı. Misal dün akşam uyudu sandım, ışığı hafiften açtım, gösler açık ama sakin ve tek noktaya odaklanmış olarak yatıyordu. 1-2 dakika sonra uyumuştu. Artık elimi tutmaya kasmıyor. Ama işin kötüsü hala bir uyku arkadaşı yok. Ben taktım çocuğa uyku arkadaşı yapıcam ya olmaz işte. Nitekim Arca kafa yapısına uyan bir arkadaş bulamadı, kendi takılıyor. Kısacası galiba Arca artık yaşı itibariyle bu uyku meselesini halletti.Halletti diyorum çünkü ben anne olaraktan ne kadar çaba gösterdysem de benim yöntemlerime cevap vermedi, kendi kendine bir yolunu buldu. Yani canım sadeceannecim, galiba bu çocuklara karşı sadece kararlı olmak lazım, onlar bi şekilde kendine uyanı alıyorlar.

Yeni kelimeler ekleniyor, anane, dede, elma, bebek, emmi(emre), iknuk(ilknur), kiğpi(kirpi), bababa(papağan), ellüü (elly) ve sorulara harika cevaplar geliyor: Kaç yaşındasın "biiiyyy"!!

3 Mayıs 2010 Pazartesi

otuzu 2 geçe

1 Mayıs... ben kentkartımı doldurturken "öğrenci mi tam mı" diye sorulduğunda sevine durayım yaş olmuş, otuzu 2 geçe... Yıllar geçiyor...
Cumartesi hangi akla hizmetse Alsancaktaydık, tabii meydanlar taşmış. Çok durmadan kaçtık. Arca ilk defa Kemeraltını altını üstüne getirdi. O kalabalığa bayıldı. Hatta yürüdü. Bizim İlkerle otelde konaklama planımız, başbaşa yemeğe son olarak da evde pizza partisine dönüştü. Süper oldu!!
Arca ve Cansu dahil 13 kişiydik. Pizzalar yendi, pasta kesildi, İtalyadan getirdiğim 2 euroluk köpek öldürenler tüketildi ve şaşırtıcı şekilde sevildi. Bir 32. yaşgünü bu kadar güzel kutlanabilirdi.

Pazar gününü yazlıkta geçirmeye karar verdik. Bizimkiler epey değişiklik yapmışlar, sezona hazırlar. Yeni oyuncak kuyu, havuz ve tulumba üçlüsü. Bizim çocukluğumuzun Akhisar bağında buz gibi su çeken bir tulumba vardı. Dedem 50 kere çekmeden içilmez der, her bardak suyunu 50 kere tulumba çekerek getirirdik. Arca suya tulumbaya çıldırdı. 3 defa üst değişti, kuru kıyafet kalmayınca rotamızı başka yönlere çevirdik. Denizin kenarından ayrılmak istemedi, kedilerin peşinden koşturdu, kitaplardan tanıdığı sümüklü böceği inceleme fırsatı buldu, çiçek suladı, karıncaları yakalamaya çalıştı, defalarca merdivenden inip çıktı.

Hayatının en hareketli gününü yaşadı:) Eve dönüş yoluna çıkmadan önce pijamalarını giydi, yolda horlamaya başladı, şimdi de günün heyecanlarını rüyasında görüyor olacak zırt pırt uyanıyor, gece uzun olacak...