26. ay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26. ay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Nisan 2011 Pazartesi

İnkar, itiraz, inat ve diğerleri

Günün çorbası ailesi “Arca’nın iki yaş halleri top 10 listesi”ni iftiharla sunar.

#10 : İnadım inat dötüm iki kanat
diye veciz bir söz vardır. Geçende bu sözü Arca’nın en inat anında söyleyiverdim. Hay bin kunduz! Anında söylemeye başladı. Annenin krizle başa çıkma yöntemine alkış alalım!

#9: Listemizin 9 numarasında Arca’nın beğendiği bir anekdotu yüzlerce defa söyletmesi var. Misal, İlker anne panda ile yavru pandayı konuşturmuş, kavuşmuşlar öpüşmüşler. Bunu yüzlerce defa yaptırmış. Başka konuya zinhar döndürmüyor. Taktı mı takıyor. Bu hikaye dönüp dolaşıp bende patladı tabii!

#8 : Çıplak gezme.
Eskiden yemeğini kendi yesin, üst baş batsın çıksın hiiç umrumda olmazdı. Allah biliyor ya şimdi üç gün ay kıyafetle gezdirebilirim, koksun umrumda değil. Gece uyuduktan sonra altını değiştirir oldum. En güzel çocuk = uyuyan çocuk! Öyle böyle değil, kızlarla Kordon’da takılmaya gittiğimizde İlker’le bizi almaya geleceklerdi, çıplak kalmakta ısrar ettiği için taksiyle eve dönmek zorunda kaldım!

#7: “Gezmeye gitmeyelim, eve dönelim, eve girmeyelim”
Bak bu çok ilginç. Evden çıkman gerekir; “Gitmeyelim evde kalalım” bir şekilde çıkarsın gittiğin yerde başlar “eve dönelim”, iyi hadi eve dönersin “eve girmeyelim, gezelim”
Yorumsuz!

#6: İtiraz!
Sık sık aşağıdakine benzer diyaloglar dönüyor evde. Kitap okuyoruz…
“…. Dülger balığı da pisibalığına anlatmış…”
“ANLATMAMIŞ”
“Anlatmış annecim.”
“ANLATMAMIŞ”
.
.
“Peki Arca anlatmamış”
Sürekli bir olumsuzluk halleri

#5: Bir de inkar var.
“Arca bugün yemeğini pek güzel yemiş”
“YEMEMİŞ!”
“Yemişsin annecim”
“YEMEDİM!”
Ümit abla devreye girer, “Arca yedin ya oğluşum”
“YEMEDİMMMMM”
“Peki Arca yemedin!”

#4: Anne gel…
bu çok şahane… başka bir şeyle ilgileniyordur, sıvışırsın, sen de başka bir şeylere yönelirsin hop ensede biter, “anne gel!” ee hadi oynayalım, yok oturacaksın onun yanında o özgürce oynayacak, sen bakacaksın.

İşin kötüsü başka birşeyle ilgilenmeye yemek yemek tuvalet ihtiyacını gidermek de dahil!

#3 : Nedensiz yere ağlama krizleri.
Aslında nedeni var kendince ama bir anda ağlayınca çözemiyorsun nedensiz geliyor. Mesela geçen akşam yemek yiyoruz. Tavukları ve patatesleri küçük parçalar halinde önündeki tabağa koyuyorum, o da yiyor. Bir patates parçası çok büyük olmuş, onun tabağında iken bölme gafletinde bulundum. Başladı ağlamaya ama nasıl ağlamak. Önce anlamadık, meğer bölmeee büyük kalsııınn diyormuş. İyi de birleştiremiyoruz da, böldük bi kere… Neyse “ağla açılırsın” ile sakinledi bir şekilde, hala içini çeke çeke büyük kalsın diyordu.

#2 : Uyumama sendromu…
Karı koca fikir ayrılığına dönüşen bu madde ayrı bir post konusudur. Sadece gözleri kapanmasına rağmen uyumaya direnen ve sonunda ayakta uyuyan bir bebem var!

#1 : Açık ara zirveye oturan hadise. Kendim yapacağım sendromu. Bunu açıklamaya gerek yok, yemeği kendi yapacak, kendi yiyecek, müziği kendi açacak, kitabı kendi alacak, kendi koyacak.

Gece uyanır, anneyi huzuruna çağırır, su verirsin, basar yaygarayı bokuyla kavgalı. Neden sonra anlarsın meğer suyunu ben vermeyecekmişim o kendisi alacakmış.

Hiç abartmıyorum, bir sabah biz kahvaltı ederken Arca’nın sesi geldi.. “olmuyo olmuyo!!” Baktık, bütün kitaplar yerde, tek bir tane kitabı en üst rafa koymaya çalışıyor. Tabii ki yardım söz konusu bile olamaz. Anlatıyorum, uğraşıyor, yine olmuyor. Neyse.. aldım tostumu, çayımı, oturdum odasında, bu uğraşıyor ben seyrediyorum. Çözemiyor kudurdu. İçimden çatlıyorum gülmekten, ama yüzüm şekilden şekle giriyor, çaktırmıyorum, bi daha dene annecim başarırsın annecim… gaz veriyorum. Neyse ki benim kadar gaddar olmayan babası taburesini hatırlattı. Allahım alkış kıyamet! Sanırsın bizim oğlan milli sporcu oldu, madalya aldı!

Ne diyelim hoşgeldin iki yaş :)

6 Nisan 2011 Çarşamba

Dumur diyalog #8 : bak şu konuşana

Öğle yemeğinden sonra belli ki dişi kaşınıyor, rahatsız.
Ümit abla: Arca dişin mi kaşınıyor?
Arca: evet
Ümit abla: Az önce yediğin kerevizin sapı kaçmış olabilir
Arca: MUHAKKAK!

-------------------------------------------------------------

Arca bir şarkı tutturur, illa ki “anne söyle”
Y: Ama ben şarkıyı tam anlamadım. Biraz mırıldanır mısın?
A: Mırıl mırıl mırıl mırıl

--------------------------------------------------------------

Öksürüyor, burnu akıyor. Normal şartlarda ıhlamur verir geçersin, biz iyice paranoyaya bağladık ya hemen doktora gittik. Tabii doktorda Arca iyice arızaya bağladı. Ablalar Arca’ya hediyeler, bisküviler, balonlar verdi. Bu defa da fazla sevinçten “aydede ve yıldızlar” şarkısını söylemeye başladı. Arabaya binerken Arca naralar atıyor. Ben de kendi kendime söyleniyorum, hani cevabını beklemediğiniz sorulardan : “Ne verdi doktor annecim doktor sana? İyice kafayı buldun: )”
A: Balon verdi, bebe bisküvisi verdi, madalya verdi…

--------------------------------------------------------------

Kuaföre gittim. Uyandığında beni göremeyince yıkmış ortalığı, eve geldim:
A: kuaföre gitme, saçlarını kestirme!
Y: Peki o zaman kim yapacak saçlarımı?
A: kendin yap!
Y: hmm ama o zaman güzel olamam ki!
A: Güzel olma çirkin ol!
Bir taraftan da fönlü saçlarımı okşuyor.

--------------------------------------------------------------

A: Arca makarnası bu (kolay yenebilen deniz kabuğu şeklindeki makarnadan)
Y: evet senin makarnandan yiyeceğiz bugün
A: büyüklerin makarnasından istiyorum
Y: sen büyüklerin makarnasından (spagetti) yiyemiyorsun ama zor oluyor
A: anne yedir!

--------------------------------------------------------------

ilker: Küçük adam naber?
Arca: Küçük adam değilim.
İlker: ya nesin?
Arca: Çocukum ben!

--------------------------------------------------------------

Kesinlikle uyumak istemiyor. Aslında istiyor. Yani o da bilmiyor. O oyuncaklarıyla oynarken mutfağı toplamaya sıvışıyorum, hop yanımda bitiyor. Gözler fer fecir ama “uyuyalım” diyor. Emin misin? Daha erken diyorum, tutup odaya götürüyor. Belli ki kitap okuyacağız, sohbet edeceğiz, beni kendine istiyor. Kitaplara bakıyoruz, birden başlıyor şakımaya.

A : Nilda’nın oyuncaklarıyla oynadım. Nilda beni öptü. Sarıldı, üstüme çıktı. Yere düştüm. Kafamı çarptım.
Y : Nilda seni özlemiş. Seni çok seviyor. Sen de Nilda’yı seviyor musun?
A : Acıyor, burası.
Y : Nilda hediyesini beğendi mi?
A : Çok beğendiM.
Y : Nilda’nın oyuncakları güzel mi?
A : Evet
Y : Hangi oyuncaklardan var Nilda’da?
A : Arabalar var. Nilda’yı seviyom.

5 Nisan 2011 Salı

pisi pisikopatım

Bizim oğlan antibiyotik bağımlısı olmuş. Bir hafta antibiyotik alımı durunca hemen hasta oldu. Sümük, öksürük. Sümüklerini büyük keyifle ağzıma yüzüme sürdüğü için ben de nasibimi aldım.

Normal şartlar altında ateş de olmadığından ıhlamur ile geçiştireceğimiz bu hastalık hali, akciğerdeki kistin enfekte olma ihitmali söz konusu olunca, iki tıksırmadan sonra doktorun kapısını çaldırdı bize.

"Enfeks.."

cümlesini tamamlamadan , aman antibiyotik yaz doktor gözünü seveyim dedik. Yazmadı. Viralmiş, soğuk algınlığıymış, semptomatik tedavi ile atlatılacakmış, mış mış mış.

Biz de antibiyotik bağımlısı olmuşuz.

İlaçlar bir güzel uyku yaptı Arca'ya, tabii bana da. Hafta sonunun büyük kısmını uyuklayarak geçirdik.

Bugün yine doktora gideceğiz, biz psikopatız, doktoru da kendimize benzettik. Korkarım bizi artık hastası olarak kabul etmeyecek. Yok canım Hipokrata yemin ettiler bunlar hasta ayıramazlar bakacaklar bebeme.

Vakit bol olunca kitaba yumuldum. Sevgili Lale önermişti, önce "Sahilde Kafka" demişti. Hastanede epey sürünmüştü elimde, Arca'nın emri kesindi : "kitap okuma!" Hatta gecenin bir vakti ilaca gelen hemşire kitabı görmüş "Çok severim Kafka'yı, çok iyi yazardır" demiş. İlknur açıklamaya kasmamış, o Kafka bu Kafka, ammaaan boşver salla.

İşte o Kafka ... Sahilde Kafka. Bildiğimiz Kafka değil, Murakami'nin kitabı.

Olur mu herkeste öyle? Bende çok olur. İlk görüşte aşk değil. Önden bir sardırma turları atarım kitapla, flört dönemi. Hemen sarmazsa endişelenmem, hafiften zorlarım sınırları, çözülüverir hemen, kucağıma düşer, sonra bir beden oluveririz. İşte herşey böyle başlar... Sonra yemek yerken yaparken, tuvalette, seyahatte, iki arada bir derede, illa ki uyumadan önce ve hatta Arca limon sıkmazsa o oynarken yamacında... elimden düşmez.

Bitmeye yakın üzülürüm, tam o dönemde heyecanımı paylaşsın diye İlker'e de anlatırım, özet geçerim. Hiç kitap okumayan İlker'in kitaplar hakkında geniş bir bilgi yelpazesi vardır. Çok da şaşırmıyorum aslında, bir anlatan var niye okusun?

Bitirmeyi hep özel bir zamana ertelerim. Ortam hazırlamaya pek kasmasam da hangi kitabı bitirirken nasıl bir hal içerisinde olduğumu, kitabı bitirdikten çok zaman sonra hatırlarım.

Kitap demişken Nehir Ada'ya neden kitap aldığını çok güzel anlatmış ve "elim sende" demiş. Onun yazdıklarının üzerine ne yazılır bilemedim.

Sadece aklıma geldi.

Biraz manyak olduğumu itiraf ediyorum;

Alışverişe deyip üç tur atıp kitapla eve dönerim
Biri bana kitap armağan edince deliye dönerim
Giyimden arttırım kitap bütçesi yaratırım
Kamuya açık yerlerde kitap okuyan birini gördüm mü mutlaka ne okuduğuna bakarım,
Duyargalarımı her daim "Kitap" anahtar kelimesine açık tutarım
Kitap kokusuyla yaşayabilirim
Bir eve gidince kitaplığı varsa uzun süre orada vakit geçirebilirim
Eğer okuyacak kitabım kalmamışsa –ki bu çok nadir olur - kendimi çok ama çok kötü hissedebilirim

Belki de kendim gibi bir manyak olmasını istediğim için Arca'ya kitap alıyorum.

Belki;
Yorgun bir günün ardından koşup oynamaktan bıkmışken biraz dinlenmek, saçlarının kokusunu çeke çeke uyutmak için alıyorumdur.
Belki,
Hayal dünyasının sınırlarını zorlamasına yol göstermek için alıyorumdur.
Belki;
Her yeni kitapta gözlerinin ışıltısını gördüğüm için, belki ne hediye istersin diye sorduğumuzda “kitap!” cevabı aldığımız için, belki hemen hiçbir kitabı sevmezlik yapmadığı için, belki o uzun uzun kitaplara bakarken biz İlkerle iki çift laf edebildiğimiz için …

Bilmiyorum…
Belki?

Belki de sevdiğim bir şeyi onun da sevmesinden duyduğum samimi duygularla kitap alıyorum Arca’ya. Bir ortak paydaya sahip olduğumuz için mutlu oluyorumdur bencilce.

Kim bilir?

1 Nisan 2011 Cuma

"Oğlunuz nasıl oldu?"

Her gün yaptığım onlarca telefon konuşmasının hal hatırdan sonra ilk sorusu bu. Yaklaşık iki haftadır evdeyiz ama sorular henüz bitmedi.

Anlatıyorum, normal hayatını sürdürüyor, 18 Nisan'daki tetkik sonuçlarına göre yol haritası çizilecek, ... cek ...cek

Bu aralar burnunun aktığını anlatıyorum, kimsenin umru değil! Halbuki benim totom üç buçuk atıyor enfeksiyon, akciğer, kist üçlemesi aklıma geldikçe.

Bunu saymazsak, Arca gerçekten normal bir hayat sürüyor.

Geçen baktım, kamyonlarına ömür testi yapıyordu.

Şöyle ki eline kamyonu alırsın 10.000 defa yere çarparsın, ne kadar süre dayanabiliyorsa ömrü o kadardır. Oyuncak fabrikalarında ömür testi için ödenek ayrımasalar da Arca’ya gönderseler, Arca itina ile darbe uygulaması yapar.

Gurme geyiğine dönmek istemiyorum ama iyi ve ağzına göre yemek yedi mi çok yiyen ve acayip keyiflenen bir insan yavrusu! Hafta sonu Gül'ün doğum gününü kutlamak için yemeğe çıktık. Ya zaten yemek yemek için hep bi bahane!

Neyse Recep Usta var Kordon’da bizim ilk gidişimiz. Artık mama sandalyesini Poyraz'a veriyoruz, Arca büyüdü ve bizim gibi oturuyor. Tabii ona da menü verildi. Resimlerden pirzolayı seçti, parmağını üzerine koyup “et yicem, bunu yicem” dedi.

Ye yavrum, boşan da semerini ye.
Nitekim yedi. Bir porsiyon (insan porsiyonu) eti ekmeksiz götürdü. (Ya biz buna 7 aylıkken İskender yedirmiştik, niye şaşırıyorsam?) Ama her yemek olayında hatırlanacak bir iz bırakıyor sıpa!

Ayranı bakır bir kasede getiriyorlar ve küçük bir kepçe ile içiyorsun. İçti, “bunu beğendim, bu güzelmiş” dedi. Restoranın bahçesinde yarım saatlik koşturmacanın ardından bir yarım saat de Kordon turu… Üstüne evde kudurmaca. Yok iflah olmadı, korktuğumuz başımıza geldi, bütün bütün yuttuğu etler tüm geceyi ayakta geçirtti bize. Sürekli içi yandı su içti. Gecenin bir vakti kaka alarmı, yok meğer bir lazımlık işeyesi varmış. İki defa da bez değişti. Bu yeni restoran deneyimi yemeklerinden çok yaşattıklarıyla unutulmazlar arasında ilk sıralara yerleşti.

Sabah İlker’le birbirimize söz veriyorduk, Arca’ya akşam akşam et yedirmek yok. Yedirsek de çok yedirmek yok.

İlla ki parmağı ile gösterdiği yeri okuyacağız. Böyle gereksiz bir talebi var son günlerde. Parmak o yazıyı gösteriyor. “Burayı oku!” Sonra sayfa çevriliyor yine parmak “burayı oku!”. Buraya kadar sorun yok. Lakin Sihirli Mısır Tanesi kitabını okurken yine aynı şeyi yapınca içimden pislik yapmak geldi, İngilizce kısımlarını İngilizce okudum. Önceden hiç İngilizce okumamıştım. Arca acayip güldü, hem de kahkahalarla! Ne len telaffuzumu mu beğenmedin düdük! Korelilerle İngilizce pratiği yaparsan Kore aksanına dönüyor. Hayır ben niye alınıyorsam, sanki dünkü bebe İngiliz aksanını biliyor da: )) Tabii bu işin geyiği ama İngilizce okumama acayip komiğine gitti, şimdi sadece ;
"İnkilisçe oku, anne!"

Sevimli halleri dışında iki yaşın hakkını verircesine heyecan yaşattığı da oluyor:

Ümit Abla: Akıllı çocuksun sen Arca!
Arca: Akıllı çocuk değilim, aptal çocukum!

Ümit abla: Hadi ellerini yıkayalım, temiz çocuk ol.
Arca: Temiz çocuk değilim, pis çocukum!

En azından karşıt anlamları biliyor diye iyi tarafından bakmaya çalışıyoruz olaya.

Ama bezini kendi değiştirmek istemesine gösterdiği tepkiyi müteakip uyumaya direnerek gecemizi rezil eden cüce için çok pis planlarım var:

"Elbet sağlığına tamamen kavuşacaksın cüce! İşte o zaman çok pis disipline başlayacağız. Maymun edeceğim seni. Otur otur! kalk kalk! Yat uyu dediğimde saat dokuzu bir dakika geçmeyecek. Evet intikam soğuk yenen bir yemektir cüce! Elbet sağlığına kavuşacaksın ve ben seni mum edeceğim, MUM (hıhahaha - Erol Taş - kötü adam gülüşü smiley'si)"

Ben gözlerimi kısmış bu sadist planları yapadurayım İlker şaşkın ördeğe döndü.

"Babanın telefonunu almak istiyorum, elimde gezmek istiyorum" talebine red cevabı alınca yaklaşık onbeş dakika ağladı.

Ben artık alışmışım, "ağla annecim açılırsın, ben olsam ben de ağlarım" diyorum.

İlker "bu iki yaş şeysi değil mi? Geçecek değil mi? Bana geçeceğini söyle!" diye omuzlarımdan tutup beni sarsıyor (yok Türk filmi efekti koydum, sarmıyor tabii ki) İlker'i ömrü hayatımda hiç bu kadar tedirgin görmemiştim. Onun hayata tutunabilmesi için en kısa zamanda iki yaşı atlatmış, babasına tapan bir oğlan çocuğuyla tanışması lazım, yoksa İlker'i kaybedeceğiz.