20 Aralık 2016 Salı

Tutunmaya çalışanların hafta sonu kişisel gündemleri

Arca geçen haftanın ortalarından itibaren bir sirk gösterisine gitmek isteyip duruyordu. Okuldan davetiye dağıtmışlar, illa gidelimmiş.

Küçükken ailecek gittiğimiz sirkte sahnedeki kaplanın biri suratıma işemişti. Akabinde burnumun üzerinde çıkan çilleri de o sidiğe yormuşlardı. Ben böyle hatırlıyorum ama tabii geniş hayalgücümün bir saçmalaması olabilir. (Bilginin doğruluğunu anneme teyit ettiremeyeceğim, he deyin geçin) Çillerimin sidikle ilgisi yoktu bence, o yaz güneşin altında çok kalmıştım bütün yüzüm soyulmuştu ve çiller şahsıma sevimli bir hava veriyordu. Uzun lafın kısası, benim sirklere mesafem hayvan hakları savunucularının ateşli muhalefetinden evveline dayanıyor.

Yine sallamaya çalıştım, alternatif etkinlikler sundum ama hayır. Sirk de aslında öyle çok gösterişli bir şey değil, illüzyonist var, cimnastikçi bir kız var, lastik gibi, yılanlı bir gösteri, palyaço filan… Neyse gittik.


Yoldaki ışıklı tabelada “Kayseri” yazıyor, yanında karanfil. Geçen hafta aynı yoldan geçerken karanfil aynıydı, farklı olarak İstanbul yazıyordu. Haftaya? Allah bilir. Gerçi ben hafta sonuna doğru bir olaya hazırlamıştım kendimi, bam dün Rusya büyükelçisi haberi geldi. Allah rahmet eylesin. Sınırlar da aşıldı tabii, Berlin. Oradaki arkadaşlara mesaj attım sabah, şanslıydık bu defa diyorlar, anlıyorum çok iyi anlıyorum. Her sabah oğlumu kocamı doyasıya öpüp çıkıyorum evden, malum metro, kalabalık otobüs durakları… Şanslı olmayabiliriz…

Hafta sonu yoğun kişisel gündemimiz, hafta içi iş yoğunluğu ile normale dönmeye çabalarken yürek acıtan yeni bir habere de kendimizi refleks olarak hazırlıyor gibiyiz. Normalleştirmek istemiyorum ama hayatı devam ettirmezsek yaşayan ölülerden ne farkımız kalacak?

Ben şimdilik mümkün mertebe Arca’ya bu haberleri vermiyorum, aklımca onu uzak tutuyorum. Ama ne oldu? O gösteride ölen asker ve vatandaşlarımız için saygı duruşunda bulunduk ve ülkenin bölünmezliği ile ilgili sunucunun ezberlenmiş cümlelerini dinledik. Arca da öğrendi tabii. Ülke bölük pörçük ama işte biz avunuverelim, bölünmez… Gösteriden ben hiç keyif almadım. Palyaço filan zinhar sevmem zaten. Bir tek cimnastikçi kızı beğendim, o kadar. İşte ona da fazla para vermiyorlarsa demek, kızcağız gösteri aralarında plastik oyuncak sattı. Hayat kimse için kolay değil.

Kayseri haberinden sonra bizim 20. Yıl mezunlar toplantısı ertelenecek mi diye baktım, yok, dediler ki bu yemek zaten eğlence vs değil, zaten yıl da bitiyor, yapalım. Bu arada normalde her dönemin 20. Yıl yemeği bizim okulun Haziran ayındaki Talaş Böreği gecesinde yapılır ama bu yıl yine bir bombalama olayı sebebi ile Talaş böreği gecesi yapılmadı dolayısıyla toplaşma yılın son ayına sıkıştırıldı.

Açık konuşayım, yan çizecektim ama Zeynep’le gidip eski arkadaşlarımızı görme fikri cazip geldi. Bizim fen lisesi ekibi dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda, onlar toparlanamadı tabii ki. Ama anadolu lisesi - ki eğer fen lisesine geçmeseydik, ortaokulu anadolu bölümünde okuduğumuz için, buradan mezun olacaktık - , katılımcıları bizim orta okul arkadaşımızdı, onları görmek iyi geldi. Gecenin sonunda iyi ki gitmişiz bile dedim.

Sosyal medyadan takipleştiğimiz arkadaşlarımın, “okuduğun kitapları, kitap kulübünü takip ediyoruz” demeleri, “bloga daha fazla yaz” diye gaz vermeleri çok hoşuma gitti. Ve bir dedikodu, erkekler bitmiş, kızlar hala gencecik ve çok güzellerdi. Dedikodu sayılmaz, erkeklerin yüzüne de söyledik.

Biz eski arkadaşlarımızla hasret giderirken kocalar ve oğullarımız bizim evde keyif yapmaktaydılar. Eve geldik, kahve yaptık, Zeynep’le andaçı açtık, kocalara akşamı anlattık. Kaybettiğimiz arkadaşlarımızın fotoğraflarına bir daha bakıp iç çektik. Togan’ı biliyordum, samimi olmadığım başka bir arkadaşımın intihar ettiğini de duymuştum. Birkaç hafta önce ise, Zeynep’in sınıf arkadaşı Melis intihar etmişti, zamansız gidişine çok üzülmüştük. Fakat ben o akşam öğrendim ki birkaç sene evvel ortaokuldayken çok sevdiğim bir arkadaşım, av sırasında arkadaşı tarafından vurularak ölmüş. Çok zor kendime geldim. Asil, yatılı ekibinden, çok harbi bir çocuktu. Kuşadasının tanınan ailelerinden. Sonra okuldan ayrıldı galiba, epey koptuk ama hiç unutmuyorum, üniversite sınavının açıklandığı günlerde Asil’i Göztepe’de gördüm. Ayaküstü muhabbet ederken “Ya Asil İstanbul’a gideceğim ama yurtta kalacağım sanırım, hiç kız arkadaşım yok, birlikte gideceğim arkadaşlarım hep erkek, ev tutamayız maalesef” diye dert yandığımda, “Erkekler iyidir, sahip çıkarlar sana, dert etme” demişti. Asil’le ilgili gülümseyerek hatırladığım bu anıyı o akşam bizimkilere de anlattım, hatta Pazar günü yemeğe gittiğimizde anneme de, annesini tanırdı, o da üzüldü. Her gidene üzülüyor insan, yeni evliymiş üstelik, eşine de yazık, ani ve zamansız bir ölüm.

Kişisel gündemimizde bile ölüm vardı nitekim.

Ölüm yaşam kadar gerçek ve yaşam kadar doğal ama zamansız olunca, hain saldırılarla masumları alıp götürünce, insanın isyan edesi geliyor. Tutunmaya çalışıyoruz işte…  


Hiç yorum yok: