30 Aralık 2015 Çarşamba

Dare to disappoint

Geçtiğimiz haftalarda bir gün Ankara'ya gittim. Soğuğu değişik bir memleket orası. Havaalanı dolaylarında kar bile vardı. Bir de her yerde havuz var. İmelih kanımca deniz getirememenin ezikliğini üzerinden atmaya çalışmış, havaalanının içinde bile havuz var. Ben sürekli deniz gören bir memlekette yaşamanın verdiği kibirle havuza burun kıvırırım, ne yüzmeyi severim ne de süs havuzlarını... Manasız gelir bana. Ama işte Ankara'da belki seviliyordur, belki insan denen canlı bir su sesi duymak istiyordur, "fışkiye"den bile gelse...

Tek başıma değildim, dernekten firma temsilcisi arkadaşlar da vardı. Bizi toplantının yapılacağı mekana götürecek aracı beklerken aklıma geçen sene dernekten pilot olmak üzere ayrılan üye geldi, arkadaşına sordum, "şimdi ne yapıyor?" Gerçekten de ABD'ye gidip eğitim almış, şimdi ikinci pilot olarak çalışıyormuş. Yanımdaki hanım meslektaşım "ay ne güzel, insanın hayalini gerçekleştirmesi ne güzel, bir gün inşallah ben de sevdiğim işi yapacağım!"dedi. Merak etmeme rağmen hayalini soracak kadar samimi olmadığım için sadece bizim jenerasyonun böyle bir derdi olduğundan dem vurarak sohbete devam ettim. Heyecanla evet dedi, evet çalışıyoruz, başarılı oluyoruz ama hangimiz seviyoruz? Evet, bizim zamanımızda dersleri iyi olan hemen her genç gibi mühendislik seçtik, layıkıyla mühendislik de yapmıyoruz, ya ne yapıyoruz? 
Tespitimin sağlamasını dün Özge Samancı’nın “Dare to disappoint” isimli çizgi romanı ile yaptım*. Bizim jenerasyon diye bir şey vardı. Biz 70’lerde doğan 80’lerde ilkokula giden, akademik başarı tek hedefleri olan nesildik. Bizden istenen iyi para getirecek bir meslek sahibi olmamız ve kendimizi kurtarmamızdı. Ailelerimiz politikadan çok çekmişti, biz çekmemeliydik, ailelerimiz enflasyona, darbelere göğüs germek zorunda kalmıştı, biz kalmamalıydık. Her nesil kendisinden sonrakinin iyiliğini düşünür, bunda yadırganacak bir durum yok, ellerinden gelenin en iyisini yaptılar ve tabii ki biz büyüklerimize göre daha iyi şartların sahibiydik.

Bizim kimseyi hayal kırıklığına uğratmaya hakkımız yoktu, cüret edemezdik! Bu uğurda ne istediğimiz önemli değildi, feda edilebilirdi. Bu uğurda özel zevklerimiz, hobilerimiz olmaktan öteye geçemezdi, çok yönlü olmaya ihtiyacımız yoktu, bizim ihtiyacımız olan tek şey iyi okullarda okuyup iyi meslek sahibi olmaktı. Matematiğin iyi mi, mühendis ol, sözelin iyi mi, avukat ol, bitti.

Devir değişiyor.
Biz tek kanallı televizyondan bugün Apple TV’ye evirildik. Bizim neslin iş hayatına atıldığı yıllarda doğanlar, cep telefonunun olmadığı zamanları bilmiyor ve önümüzdeki yıl iş hayatına adım atacaklar.

Ailelerimizin anlattığı sağ sol çatışmaları, ekmek kuyrukları bize nasıl masal gibi geliyorsa, bizim gençliğimiz de çocuklarımıza öyle gelecek. Bizler nasıl yokluk çekmeyelim diye ailelerimiz tarafından iyi okullarda iyi meslekler edinmek üzere yetiştirildiysek ve kimseyi hayal kırıklığına uğratmayalım diye çırpındıysak, bizim çocuklarımız da bizim yetiştirme tarzımızın eseri olacaklar.

Geçen İlker’e dediğim gibi, tek derdim, çocuğumun geleceği konusunda derinlemesine müdahil olmamayı başarabilmek, bir adım geri durmayı, neleri sevdiğini bulmasında yol gösterici olamıyorsam, yolunda durmamayı becerebilmek… Kendi olmasına imkan verebilmek… Ona bir hayat biçmemek...

Bakalım 2010’lu yıllarda bizlerin çocukları olmayı, geleceğin Özge Samancı’ları nasıl anlatacak?

Not: Kitabı okumadım, edindiğim fikirlerin kaynağı => http://www.5harfliler.com/ozge-samancinin-cizgi-romani-turkiyede-buyumek/



7 yorum:

ahu dedi ki...

Yeliz, 80'lerde doğan ve 90 larda okula başlayanlarda da durum aynı:( . Senin bu ve buna benzer yazılarını okuduğumda umutsuzluğa düşüyorum. Mutlu olmadığımı biliyorum ama daha da fenası beni neyin mutlu edeceğini bilememem :(
Çocuğum için seninle aynı dilek ve temennileri paylaşıyorum.

Julide dedi ki...

1976 :)

Ankara'ya laflar hazırladım ama susuyorum. O iğrenç devasa çiçek buketlerini de gördün mü? Pursaklar'dan Kızılay'a kadar taşıdılar. Havuza çok kere durdum baktım, seyrettim ama bunun bir eziklik olduğunu fark etmemiştim ve evet yazın herkes havuzda.
Ben de sevmem havuzu, böyle bakmamıştım.
Yaklaşımını destekliyorum, yavrulasam ben de aynısını yapardım.
Gelecek sene daha iyi olsun.
Sevgilerimle,
J

Fatma dedi ki...

Bir mühendis olarak yazının altına imzamı atarım :)

Adsız dedi ki...

Yeliz kitap şahane! Ve bu konudaki duygularını çok iyi bildiğim ve aynen paylaştığım için kitabı görür girmez bunu Yeliz'e (ve başka arkadaşlarıma) hediye etmem gerek diye düşündüm. Türkiye'de çok kısıtlı basıldığını biliyorum, bulamazsan ben sana buradan getireceğim söz :) Burcu

www.macerakitabim.com dedi ki...

Çok enterasan şeyler oluyor. Sabahleyin hemen telefonumdan yorum yazmaya kalktım ama beceremedim. Yorum dondu kaldı nedense :) Kahvaltıda nereden aklıma geldiyse bloga mazide kalkmış hayallerimi yazayım dedim. Sonra bir de baktım sen de blogunda tam da bunu yazmışsın. Özge Samancı'nın kitabı benim de çok ilgimi çekti. Türkçeye çevrilirse alayım diye düşünüyordum. Çevrilmiş mi acaba? Belki verdiğin linkte sorumun cevabı da vardır ama daha bakmadım. Neyse seni fazla oyalamadan bir yerlere sevdiğim şeyleri, gıcık olduğum şeyleri bir de geçmişte kalmış hayallerimi yazmak üzere köşeme çekiliyorum.
Öpüyorum seni çok.

www.macerakitabim.com dedi ki...

Çok enterasan şeyler oluyor. Sabahleyin hemen telefonumdan yorum yazmaya kalktım ama beceremedim. Yorum dondu kaldı nedense :) Kahvaltıda nereden aklıma geldiyse bloga mazide kalkmış hayallerimi yazayım dedim. Sonra bir de baktım sen de blogunda tam da bunu yazmışsın. Özge Samancı'nın kitabı benim de çok ilgimi çekti. Türkçeye çevrilirse alayım diye düşünüyordum. Çevrilmiş mi acaba? Belki verdiğin linkte sorumun cevabı da vardır ama daha bakmadım. Neyse seni fazla oyalamadan bir yerlere sevdiğim şeyleri, gıcık olduğum şeyleri bir de geçmişte kalmış hayallerimi yazmak üzere köşeme çekiliyorum.
Öpüyorum seni çok.

Benden Bizden dedi ki...

Mutlu yıllar diliyorum, biraz alakasız ama ;)