10 Aralık 2014 Çarşamba

Çavdar tarlasında çocuklar

Birkaç yıl önce bir roman yazmaya başlamıştım. -Güleni çok pis tepelerim- Aklımda yazıyordum. Arabayla otobanda giderken yüksek sesle hikayeyi kendime anlatıyor, gözümde canlandırıyordum. (trafik canavarını uzakta aramayın) Bir kısmını da bilgisayara aktardım, allah için tembellik etmedim. Yazmaya bir süre ara verip araya da birçok başka mesele girince, roman ikinci plana atıldı ve sonunda yazdıklarım, bilgisayardakiler yani silindi. Evet, salağım ben sildim. Şimdi gülmek serbest! Tepelemeyeceğim, söz!Romanın konusu şu, bir kız var, ergen. Dünyadaki en pis yalancı, bu işi çok iyi kıvırıyor çünkü aslında etrafındaki yetişkinlerin riyakarlıklarını görebilme yeteneği gibi bir lanete sahip. Ama o bu laneti fırsata çevirmiş, yetişkin takımının cümlesini parmağında oynatıyor. Fettan filan değil ha, hatta okulun en iyi öğrencisi, herkesin en sevdiği arkadaşı filan… Ama ikiyüzlünün önde gideni.

Bu kızın tuttuğu bir günlük var, romanın bir bölümü gerçek hayatta bir bölümü günlükte geçiyor. Yani bir bölümü yalan, bir bölümü tamamen gerçek. Kızın başına türlü türlü belalar açılıyor ama hep bir şekilde yırtıyor. Ara sıra depresif ara sıra komik ama ergen işte… Çok eğlenceli bir romandı, daha doğrusu roman olacaktı. Yani tabii tamamlanabilseydi.

Nereden aklına geldi dersen, geçen gün "Çavdar Tarlasında çocuklar"ı bitirdim. Ve şunu düşündüm, ben daha bu romanı okumadan kafamda benzer bir karakter (tamam benim kızı herkes seviyordu, Holden’i değil ama çıkış noktası aynı :P) yarattıysam, Salinger okuduklarına yüzde yüz emin olduğum (bu hayatta bir ben kalmışım okumamış) Emrah Serbes, Alper Canıgüz, Murat Menteş ve hatta Hakan Günday takımının farkındalığı yüksek yeniyetme karakterler yaratmış olmaları çok olağan. Ve sanırım bu tarz anti-kahramanların alıcısı da çok. Biz büyüdük ve dünyayı kirletirken kendimiz de kirlendik, bunu ergenlerin gözünden okumak hepimize iyi geliyor bence.

Bazı kitapları okumakta geç kaldığımı düşünmeyi uzun zaman önce bıraktım. Benim gibi fen lisesinde okumuşsanız, ödevleriniz bir edebiyat eserini okumak değil de türev integral hesaplarıyla matematik teoremlerini ispatlamaktan oluşuyorsa (ki bunun kadar tatmin edici başka bir şey bilmiyorum ben, bana matematik verin!), üniversitede ise ancak arkadaşlarınızın önerileriyle birkaç yazarla tanışmışsanız, zaten her kitabı geç okumuş oluyorsunuz.

Çavdar Tarlasında Çocuklar da bende geç kalmışlık hissi uyandırdı. Hatta yirmi sene kadar geç… Okuduğum o kısa süre içinde Duru’ya (12 yaş) ne zaman versem de okusa diye epey düşündüm. Arca’nın okuyacağı günü dört gözle bekliyorum.

Salinger’ın herkesler tarafından bilinen romanı, bir ergenin sancılarını anlatıyor, daha doğrusu ergen kendi kendine bir bilinç akışı içinde aklına eseni anlatıyor, biz de onun sancılarına tanık oluyoruz. Sade, akıcı ve küfürbaz bir üslup. Küfürbaz evet, belki çeviride yuvarlatılmış lanet, sahtekar gibi temiz argolar okuyorsun ama küfür dağarcığın ortalamanın üzerindeyse ki benimki çok şükür öyle, o kelimelerin orijinalinde ne olduklarını az çok tahmin edebiliyorsun. Zaten küfürsüz argosuz da yazılmazdı o kitap. Hadi ama ergen olmadık mı hepimiz? Ergenlerin kendi aralarındaki konuşmaları hiç mi duymadık? Bu kadar küfür bu kadar berbat kelime.. Onların dünyası böyle, ilgi mi çekiyorlar yoksa böyle konuştuklarında kendilerini büyümüş mü hissediyorlar, orasını bilemem ama gözlemlediğim kadarıyla ergen milleti altmış sene önce neyse şimdi de o.

Sabahları aktarma otobüsüm bir lise servisi kadar gençle dolu oluyor da oradan biliyorum. Anlamadığım şu ki, bu çocuklar niye on beş yirmi dakika otobüs bekliyorlar ve sadece üç duraklık mesafeyi niye yürümüyorlar? Ciddi ciddi bir gün soracağım. Ortaokul ve liseyi Göztepe’den Küçükyalı’ya yürüyerek bitirdim. Üniversitede Bebek’ten Taksim’e yürürdük. Yürürdük arkadaş, genç insan yürür. Kokonalar gibi iki saat otobüs bekleyip üç durak öteye sıkış tepiş bir otobüsün içinde yetişkinlerden azar işiterek gitmez, gitmemeli! Güzergah da son derece keyifli, yokuş yok, kaldırımlar geniş, niye?

Neyse ne! Ben bu ergenlere kılım sadece, adamım Holden bile onlara sempatimi artıramadı.

Holden demişken… Sen yapayalnız, başına buyruk bir ergenin seninle sohbetini dinliyor sanıyorsun kendini ama inanılmaz güzel ve net tespitler, toplumsal eleştiriler serpiştirilmiş aralara.

Holden yetişkinlere gıcık, çocuklara ise bayılıyor. Çocukların henüz yitirmemiş oldukları saflıkları ve temizliklerine hayran ve hiç bozulmasınlar istiyor. Fark ediyor ki; çocukluktan çıkarken masumiyetimizi de yitiriyoruz. İşte o yüzden çavdar tarlasında uçuruma koşan çocukları yakalıyor Holden, çocuklar büyümesin istiyor.

"Her neyse, hep büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta – yetişkin hiç kimse,yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum,uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yanlızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan birisi olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yanlızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum,bu çılgın bir şey."

Çalakalem bölük pörçük daldan dala yazıma burada son verirken küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öper, giderim. Dur gitmeden önce Holden’den bir cümle daha yazayım da öyle gideyim:

"Pek çok insanın hakkında konuştuğum için üzgünüm. Bildiğim tek şey; size anlattığım herkesi biraz özlüyorum. Bizim Stradlaterı ve Ackleyi bile, sözgelimi. Sanırım o lanet Mauricei bile özlüyorum. Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra."

14 yorum:

Dilsad dedi ki...

Geç kalmış bir matematikçi de burada . Evet ya ne zamandır aklımda matematiğin verdiği haz. Yok böyle bir tamamlanma hissi. Aşk gibi oluyor bir süre sonra, acı da çektim evet :P
Bir dönem, okul dışında ergen gördüğümde kafamı çeviriyordum artık, tahammül sınırlarım zorlanmıştı. Buna rağmen bir ergenin dünyasına girmek isteriyim ?
Çok iyi yazmışsınız ama :))

Julide dedi ki...

Ne güzel.

Neden yürümediklerini ben söyliyim. Biz de Göztepe'de okuduk ortaokulu. Karşıyaka'da oturan arkadaşım kızlarla yakın temas edebilmek için servise binmiyordu. Ergenlikten biniyorlar :)

Yasemin dedi ki...

Neeee fen lisesi mi? Sen mii?
Aile hatası derim ben buna..
Neee roman mı yazıyordun? Ay pardon buna şaşırmayacaktım..
Neeee sildin mi romanını? Kızııım deli misin?
Ve son neeeeee neden anlattın? Tekrar ayzardın belki, bir gün...???

yeliz dedi ki...

evet matematikteki o büyü hiçbir şeyde yok. Sabahlara kadar geometri trigonometri çalışırdım, zevk aldığım başka bir ders bilmiyorum. Ha bak bir de tarih. Apayrı iki dal:))

yeliz dedi ki...

hahah hadi ya hmm olabilir. Benim yolum onlarınki kadar kısa olacak bu yaşımda yürürüm vallahi:)

yeliz dedi ki...

yok tamamen çevresel bir hata bence. O vakitler bütün dersleri iyi olanların illa ki fen lisesine gidecek gibi bir algı vardı. Ben de çok sorgulamamışım. Ben pek sorgulayan algıları açık bir tip değildim, fen lisesine gitmenin pek cool bir şey olduğunu düşünüyordum. Salakmışım. bilgisayardakileri sildim evet ama hepsi aklımda, tekrar yazmak sadece sekretarya:) özellikle anlattım, kimse yazamaz artık, ooppsss pardon ya Salinger yazmış bile puhahahah

okuyanguzel dedi ki...

Bence bir roman yazmalısın ve bizde keyifle okumalıyız.

Konu da güzel görünüyor devam et lütfen.

Nil dedi ki...

Matematikçilerin hepsi mi matematiğe aşıktır. Kardeşim, hayatın heryerinde matematik var der.

Bu kitabı çok duydum. bir gün ben de geç kalmış olarak okuyacağım maalesef.

Gokyuzu99 dedi ki...

Biliyorsun, bilinç akışı benim tarzım değil... Tıpkı Toza Sor gibi Çavdar Tarlasında Çocuklar da pek sarmamıştı beni... Ama senden okuyunca ve o gözle okuduklarımı tekrar tartınca sevdim sanki... :)
Bahar

Unknown dedi ki...

Yeni başladığım Tutkulu Perçem'in girişinde Sema Kaygusuz da aynı şeyden bahsetmiş ben de bugünlerde bu konuya takıldım. "Kimilerinin polisiye, gerilim, epik-roman gibi alt türlerde veya bilinçakışı, düşsel gerçekçi gibi yönelimlerde kendisini en ilk diye tanımlaması ne safdillilik, ne de budalalıktır. Tam tersine, hepimizin pay sahibi olduğu süreksizliğin bir yansımasıdır yalnızca.." Yani demem o ki aslında hep tekrar yaşadıklarımız, yazılanlar önemli olan bunları anlatabilme yeteneği "Hakikati sorgulayan yazarın güzel dili daima -şimdi- okunmaya değerdir" Ayyy bunları yazasım varmış yazdıkça yazdım:))) Bu arada roman fikrini sevdim fantastik:)

laleninbahcesi dedi ki...

Zuz'da kaldığım bir gece, uykum kaçtı bir türlü uyamadım. Kitaplıktan bir kitap çektim aldım, Çavdar Tarlasında Çocuklar... Önce bu çalakalem yazılmış kitap bir garibime gitti ama Holden'in telefon kulubesinden evi araması falan beni acaip cezbetti ,böyle tanışmıştım işte ben de Holden ile...O zaman tabi benim kızlar daha küçük aman neyseki ergenlik macerasını hafif atlattık. Gerçi Nazo biraz zorlamıştı ama şimdi gülüyoruz bazı şeylere... Saçını kırmızıya boyaması gibi falan şeylerdi onlar da :)
Sevdiğim kitapları sen de sevince çok seviniyorum :)

Adsız dedi ki...

Biz sizinle acaba ayni zamanda mi Bogazicindeydik (1994-1998) ? Bebekten yurumek falan cok tanidik.
Bi suru izmirli arkadasim vardi yurtta (kuzey). siz de onlardan biri miydiniz acaba? ama galiba siz benden baya kucuksunuz :)

Sulemcafe dedi ki...

Bende bu kitabi gec okuyanlardanim,45 yasindayim.Oglum 13 ,ergenlik döneminde .

elif dedi ki...

Ben bu kitabı hala okumayanlardanım:)
Fen lisesi paragrafına çok içten bir şekilde katılıyorum.. İnsanda ufuk falan kalmıyor ve sen yazınca hatırladım, geometri benim için terapiydi, uzuuunn yıllar önce.. Ey gidi gençlik diyelim ozaman...