10 Ekim 2014 Cuma

Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi

Kitap kulübü toplantılarından birindeyiz… Henüz Virginia Woolf tartışmaya başlamamışız, trafik malum, herkes aynı saatte gelemiyor. Pidelerimizi götürürken birbirimize verdiğimiz ödünç kitaplardan konuşuyoruz. Tartışmayı gerekli görmediğimiz ama okunsa iyi olur dediğimiz kitapları aramızda döndürüyoruz. Deliduman, Dublörün Dilemması gibi… Tam da benim Sırça Fanus’u isteyen olur belki diye yanımda götürdüğüm gündü, hatta sohbet Virginia üzerine Sylvia bir de üstüne Kafka okumamın sorgulatıcı etkilerine kadar geldi. Evet bu ara sorgulamanın boku çıktı biliyorum…

“Oh yo”, dedim, “önlemimi aldım. Bunların üzerine kafayı dağıtacak bir kitap okuyorum, hem öyle dağıtıyor ki parçalarını toparlayacakken bir daha dağıtıyor.” Kitabın adı öyle uzun ki telaffuz edeceğime çıkardım koydum masaya. Selda hemen “o nefis bir kitap ve karnavalesk türünün ülkemizde ilk örneği” dedi. Ayfer Tunç’u önceden okumuşluğumuz vardı, elbette ki başka yazarlarla devam edecektik okumalarımıza ama Selda’nın verdiği bilgiler herkeste merak uyandırdı. Ama özellikle bende… Boş durmadım – Allah boş duranı sevmez – araştırdım.

Karnavalesk, Bakhtin isimli bir yazar düşünürün edebiyata kazandırdığı bir türmüş. Bilal’e anlatır gibi anlatmayacağım, burayı okuyanlara hakaret olur ancak, anladığımı okuduğum eser üzerinden aktarırsam benim gibi edebiyat okumamış ama edebiyata gönül vermişler, daha kolay anlar kanımca…

Ayfer Tunç, geleneksel romanlardaki gibi tek bir kişiyi ele alarak öykü anlatmak yerine bir mekanı merkeze alarak yüzlerce karakterin gelmişini, geçmişini, birbirleriyle hiçbir bağlantısı olamayacağını düşündüğümüz kişilerin bir şekilde kurulan ilişkisini yüz yıldan uzun bir süre zarfında okuyucuya aktarıyor. Romanın içinde trajedi ile komedi iç içe geçiyor, mizah gerçekle tokatlıyor ve buruk bir tat kalıyor okuyucunun gülümsemesinde. Yüzlerce karakterin öykülerini okurken bir anda sempati duyduğun karakter bir süre sonra nefret etmene sebep olacak haltlar yiyor.

 Yiyecekler her yerde! Her yer bir şölen bir ziyafet. Kahvaltı sofrası yöresel lezzetlerin tasvirleriyle uzun uzun anlatılıyor, bir mekana tam girecekken sumuhallebisinin tarifiyle duraklıyorsunuz. Pişirilen kekler, “kek” olarak anlatılmıyor, altın sarısı cevizlerinin parlamasına kadar tasvir ediliyor. Roman baştan sona bir festival havasında geçiyor ve türün olmazsa olmazı bir felaketle ustaca nihayete erdiriliyor. Bittiğinde zihninde panoramik bir Türkiye tarihi kalıyor.

Benim için kitapla geçirdiğim bir hafta unutulmaz bir deneyim oldu. Sık sık “Nasıl yazdın be kadın” derken buldum kendimi. Ve Ayfer Tunç’un yazarken çok ama çok eğlenmiş olduğunu düşündüm, zira ben böyle bir kitap yazsam yazma sürecinden çok keyif alırdım, okuyanlardan bile çok…

Dünya edebiyatında Bakhtin’den başka örnekleri var mıdır bilmiyorum, - zira Selda’ya  Yüzyıllık yalnızlık sayılabilir mi bu türden demiştim ama değilmiş, daha çok karakter barındırmalıymış. Zaten okudukça ben de aynı sonuca vardım - ama bizim ülkemizde bu roman ilk ve tek sanırım. Keşke örnekleri çoğalsa… 

Diyorum ki, Gezi Parkı direnişi muhteşem bir arka fon olurdu ve parktaki komün hayatına, direnişe katılmış olan kişiler müthiş bir karakter yelpazesi, geçmişlerinden de birbirine geçmiş harika öyküler çıkabilirdi. Birileri yazsa da okusak…


10 yorum:

Gulcin dedi ki...

Emrah Serbes ilk gezi romanini yazmis dediler? Belki de yanlis duydum :)

okuyanguzel dedi ki...

Mesela sen yazsan diyorum.Biz de keyifle okusak. Eminin nefis bir kitap olurdu.

Gulcin dedi ki...

bu arada bugun bloga naptin bilmiyorum ama pek tatli geldi gozume sanirimmcerceveler eklenmis. eline saglik :)

Hüma Kuşu dedi ki...

sen yaz da okuyalım yahuu... fonu ve konuyu kurmuşsun zaten :)) yazarsın da yani ben okurum şahsen...

yeliz dedi ki...

yok gülçincim, geziden kesitler var ama bence tam bir gezi romanı değil, deliduman.
http://gununcorbasi.blogspot.de/2014/07/deliduman.html#more

ama güzel anlatmış gezi kısmını. bloga bişey yapmadım aslında o senin güzel görüşün:) belki cuma olduğundandır:)

yeliz dedi ki...

cesaret edemezdim, taslakta sürünürdü. Çok usta bir kalemin - Ayfer Tunç gibi - yazması lazım, özellikle türü karnavalesk olacaksa:)

Pure Life dedi ki...

Bu benim okuduğum ilk Ayfer Tunç kitabıydı ve kitabı okurken aldığım haz hala aklımdadır. Böyle bir türün varlığını bilmediğim için okurken çok şaşırmıştım. Şimdi sizin sayenizde böyle de bir tür olduğunu öğrenmiş oldum. En kısa zamanda Bakthin'i de bulup okumak farz oldu.

yeliz dedi ki...

yok o çok ciddi bir proje olur mine, keşke yazabilseydim ama ben o havayı solumadım bile, sadece uzaktan destekleyebildim, o sebepten cesaret edemem ama Ahuya dediğim gibi usta bir kalem müthiş bir iş çıkarabilir, türe de çok iyi giden bir konu olur:)

yeliz dedi ki...

evet ya ben de ilk defa öğrendim, oldukça ilginç bir tür geleneksel kişiye odaklı romandan çok farklı. Ben de çok sevdim:)

Öykücü dedi ki...

Karnavalesk ne güzel bir kelime!