3 Aralık 2013 Salı

Nietzsche ağladığında : AMOR FATİ

“Bir kitap okudum hayatım değişti” klişesiyle bir girizgâh yapmak pek yerinde bir tercih olmayacak. Zira “Nietzsche ağladığında” daha çok kendimle ilgili sorgulamalarımın saygı duyulacak bir dehayla kurgulanmış bir eserin satır aralarında vücut bulmuş haliydi.

Okuyup bitireli çok oldu. Bazı sayfalarda birden fazla işaretlenmiş, tekrar okunması gereken satırlar var. Sonra bıraktım. Düşünmeyeyim dedim. Hatta en az Niçe (bundan sonra böyle okunduğu gibi yazılacak!) kadar okunması gereken başka bir kitaba başladım. Ve ne oldu bil bakalım? Ben onu bıraktım ama o beni bırakmadı. 


En iyisi yazmak ve kurtulmak, en azından kitap kulübü toplantısına kadar. 

Niçe ile onun ümitsizliğini tedavi edeceği ümidini taşıyan bir teşhis dehası, Dr. Breuer. 19. Yüzyıl sonları, psikanalizin henüz ana rahmine bile düşmediği yıllar. Freud tıfıl bir doktor parçası düşün yani:P Niçe hiçbir yere ait değil, özgür, başıboş. Üniversiteden uzaklaşmasının, pek az bir gelirle hemen hiçbir şeye sahip olmadan yaşama özgürlüğü için bir nimet olduğuna inanıyor. Bunun için hastalıklarına müteşekkir. “Beni öldürmeyen güçlendirir” Hastalığı için böyle diyor, deli mi ne! 

Doktor ise aitler dünyasının bir ferdi. Zengin bir karısı, çocukları, herkesin gıpta edeceği bir yaşamı var. Kendini sahip olduklarıyla kısıtlanmış hissetmekteyken karşısına çıkıyor Niçe. Böylece kimin kimin doktoru olduğunun karıştığı bir sürece giriyoruz. Aforizmaların havada uçuştuğu sorgulama seansları… 

Sokrates’in dediği gibi “Soruşturulmayan, üzerinde düşünülmeyen bir hayat yaşamaya değmez.” Romanı okuyup da kendini sorgulamaman, düşünmemen hatta uykularının filan kaçmaması imkansız. 

Bak birkaç Niçe aforizması aktarayım: 

“Ruhunda sükunete kavuşmak ve mutlu olmak isteyenler inanmalı ve iman etmelidir, ama hakikatın peşindeki insanlar iç huzurundan vazgeçip yaşamlarını bu sorgulamaya adamak zorundadır.” (syf:222) 

“Kimler daha rahat, kimler sonsuza dek mutludur? Yalnızca sığ zihinli olanlar, yani sıradan insanlar ve çocuklar!” (syf: 223) 

“Hiçbir şey her şey demektir! Güçlenmek istiyorsan, önce köklerini hiçliğin derinlerine gömmeli ve en yalnız yalnızlığınla yüz yüze gelmeyi öğrenmelisin.” (syf:329) 

Birey hakikati aramalı, kendi hakikatini ama! Sorgulamalı ancak hakikatinin ne kadarına dayanabileceğini seçmeli. Bak bu noktada ben dibin dibine inebilme potansiyeline sahibim, sorgulamaktan yana hiç sorunum yok:)
Hatta Niçe’yi okurken donup kaldım: “Güven içinde yaşamaktır tehlikeli olan. Tehlikeli ve ölümcül olan.” (Syf:274) Hassss… yazmışım bir vakitler... Durgun suda sırt üstü… 

Bir tane daha … “iyilik, ödev, sadakat, bu küçük erdemler aslında hapseden duvarlar. Kısmen özgür olunmaz.” (Syf:309)

“Çocuklarınızı yetiştirebilmeniz için önce kendinizi yetiştirmeniz gerekir. Aksi halde hayvani ihtiyaçlarınız ya da yalnızlığınız ya da içinizdeki boşlukları doldurmak için çocuk sahibi oluyorsunuz demektir.” Görevimiz kendimizin bir kopyası değil, daha yüce bir şey yaratmak bir yaratıcı yaratmak olmalı. (Syf:309) 

Bu kadar alıntı yapmazdım ben, kitabı anlatırken bende hissettirdiklerini anlatırdım. Ezberi bozdum zira hissettiklerimi yazmış zaten, alıntılamaktan başka yol kalmıyor. 

Dr. Breuer’in kendini sorgulaması sırasında anlattıklarını okurken yüksek sesle “evet! Evet! Evet!” demiş olmamın olasılığı çok yüksek. 

“Eski hedefler işe yaramıyor ve yenilerini bulacak halde değilim. Hayatımın nasıl aktığını düşündükçe kendimi ihanete uğramış ya da oyuna gelmiş gibi hissediyorum. Sanki göklerdeki birileri bir oyun oynuyor sanki bütün hayatım boyunca yanlış melodi ile dans edip durmuşum.” (Syf:231) 

Bitmedi… “Hedef kültürün içindedir. Havanın içindedir. Siz onu solursunuz. Beraber büyüdüğüm tüm delikanlılar aynı hedefi soludular… Hiçbirimiz oturup kendimize hedef belirlemeye çalışmadık. Onlar zaten önümdeydi. Zamanımın, ailemin, arkadaşlarımın doğal sonuçlarıydı.” (Syf:232) 

İyi de arkadaş o halde ne halt edeceğiz derken buluyorsun kendini. 

İşte Niçe ve doktorun yani aslında bambaşka dünyaların iki insanının ulaştığı ortak sonuç: “‘amor fati’ / ‘yazgını seç, yazgını sev’ ile bitiyor. Yani ‘önce zorunlu olanı istemek, sonra da istenileni sevmek’; ‘böyle olduyu böyle istedim’e dönüştürmek.” (syf:345) Yani… “Yazgımızdan kaçamasak da onun karşısına dikilebilmeliyiz, alınyazımızı kendi irademizle yaşamalıyız. Yazgımızı sevmeliyiz.” (syf: 335) 

Yazar, olayı bu şekilde bağladı ya, bir oh çektim yeminle! Harbiden abicim sorgula sorgula, bi bok da olduğu yok, o zaman AMOR FATİ yavrım! 


Nietzsche’nin aforizmalarından biraz daha devam edelim de hala “okusam mı” diye düşünen kalmasın: “Ölümün son iyiliği, bir daha ölmemektir.” (syf:91) 
“Eğer sizi kimse dinlemiyorsa, bağırmak en doğal şeydir.” (sayf:242) 
“Semptomlar yalnızca, ta derinlerdeki korkunun patlamakta olduğunu haber veren ulaklardan ibarettir.” (syf:285) 
“En çok çiy damlası, en sessiz gecede düşer.” (syf:311) 
“Toprak ne kadar zengin olursa, orada bir şey yetiştirememen de o kadar affedilmez olur.” (syf: 335) 
“Düşmanını doğru seç.” (syf: 339) 
“Biriyle tam bir ilişki kurabilmen için önce kendinle ilişki kurabilmelisin.” (syf: 342) 
“Kaybetmek için sahip olmak gerekir.” (syf:360)

Büyük adamsın Niçe! İnanmıyordun ama yine de mekanın cennet olsun.

2 yorum:

Dilsad dedi ki...

“Eğer sizi kimse dinlemiyorsa, bağırmak en doğal şeydir.” Demek ki bağırmasam garip olumuş :) Yıllardır okumaya hevesliyim, biliyorum tokatlıyacak beni de, belki bu sarsıntıya gücüm yok...

yagizlahayat dedi ki...

Çok severim. Açıp bir daha okumalı...