30 Kasım 2011 Çarşamba

DIY'dık DIY'madık demeyin! Peynir ekmek yemeyin!


Bu gözler D.I.Y. (Do it yourself : Türkçe meali "elin armut mu topluyor, bir dünya para vereceğine kendin yap!") da gördü ya blogta artık ölsem de gam yemem!

29 Kasım 2011 Salı

Anarşizm

Dün sabah evden işe gider gibi çıkmıştım, kuaföre bir gün önceden tembihlemiştim, “erken gel!” Gün kısa iş çok! Bir pazartesi sabahı kimse saçını yaptırmadığından bütün kuaför halkı etrafımdaydı. Full faça düzeltme iki saatte bitti. Yeni manikürcü kıza pek yüz vermedim. Çünkü biliyorum, aynen şöyle başlıyor her şey; “tırnaklarınızı kendiniz mi kesiyorsunuz?” Toynak olmuş kızım onlar, manikürcü elinden çıkmışa benziyor mu! Tabii ki kendim kesiyorum. Dört ayda bir uğruyorum kuaföre tırnak bekler mi!


Eğer “hhmm evet” deyip geçiştirirsem, bu defa da sohbeti genişletmenin diğer yöntemi “tırnaklarınız güçsüzleşmiş, vitamin takviyesi yapın” Eğer havamdaysam ve sohbet edersem işte o zaman yeni peeling ürünleri ile saç serumu pazarlanmaya başlıyor. Havamda değilsem, duvardaki televizyonu seyredermiş gibi yapıyorum. Aslında bu yeni kızı çok sevdim, çok kibar ve gıdıklamadan dolayısı ile karnına tekme yemeden günü atlattı.

Çocuk yapın!

Hayatınızın tekdüzeliğinden sıkıldınız mı? Kaşınıyor musunuz?

Geceleri ne kadar sıklıkla kalkabilirim, potansiyelim nedir? Gibi sorulara cevap mı arıyorsunuz?

Dağınık eviniz için artık bahane üretemiyor musunuz?

28 Kasım 2011 Pazartesi

Erer miyim acep?


Balkonda ereceklermiş. Öyle dedi pazardaki güzel yüzlü köylü teyze. Birazını mutlaka böyle ermemişlerinden al, lezzeti hiçbir şeyde yok dedi. 
Çoktan ermiş birkaç tanesini daha dünden indirdim mideye. Ben yazın ortasında böyle lezzetli domates yememiştim. 
Bakalım bizim bol güneşli balkonumuzda erecekler mi? Aynı lezzete erecekler mi?
Onlar balkonda güneşlenedursun ben bugünümü şehrimin muhtelif semtlerinde, umumiyetle yüzümü güneşe karşı çevirerek geçirdim. Erer miyim ben de domatesler gibi? 

26 Kasım 2011 Cumartesi

Günün çorbası iftiharla sunar: Ev işlerinde pratik bilgiler

Tabii ki mail kutusundan arak! ama faydalı görünüyor, hadi bu kıyağımı da unutmayın:P
* Ütü yapmayı sevmiyorsanız daha kısa sürmesini sağlamak çok kolay. Ütü masası kılıfının altına alüminyum folyo serin. Folyo ısıyı geri yansıtır ve ütü yapma süresi kısalır.

25 Kasım 2011 Cuma

Bu aralar...

Bu bloga çok gülüyorum. Aslında çok önemli bilgiler veriyor kendisi, lütfen dikkate alalım. Eğer evlenmemiş olsaydım muhtemelen bu blogu ben yazıyor olurdum. Şimdi işte veletti kocaydı antin kuntin işler peşindeyim ama Müjde gerçekten çok önemli bilgiler veriyor.

Eğer bu satırları okuyorsa, yorum ayarlarını pop up pencere olarak değiştirmesini rica ediyorum, zira puhahahhah şeklinde yorum bırakasım var teknik aksaklıklar izin vermiyor.

Bu aralar...

Bu büyüklükteki bir bardaktan buz gibi bira içesim var, Kordonda gün batımına karşı mümkünse kafa dengi bir şahıs ile. Mümkünse Arca mevzubahis olmasın. İşten güçten hayattan kitaplardan konuşalım.

Al benden de o kadar!

Son bir haftadır ofise asla zamanında gelemedim. Sebep? Tabii ki Arca.

Son haftalarda Arca kendi kendine bir veda ritüeli hazırladı. Şöyle ki, benim iş için evden çıkmama yakın Ümit abla geliyor. Kapıyı Arca açmak istiyor ancak Arca mutlaka benim kucağımda olacak. Sonra Umidine bir hıh yapıyor ve biz birlikte salona gidip oturuyoruz.

Bu ritüel her gün eskizsiz tekrarlanıyor, eksik bir done olduğunda ev yıkılıyor.

İşin kötüsü son bir haftadır alışma süreci için yeni bakıcımız Nadire abla da geliyor. Aynı ritüel ona da yapılıyor. Tek fark anne son bir haftadır katiyen işe salınmıyor.

Diller döküyoruz, anlatıyoruz, ikna etmeye çalışıyoruz, yok! Gören de Nadire çocuğa zulmediyor sanır. Halbuki süper anlaşıyorlar. Kanımca Ümit ablanın gidecek olması gerginliği tırmandırıyor. Bir de sabah evde üç kadın küçük beyin peşindeyiz (harem kurdu şerefsiz!) ya iyice şımarıyor.

(Ah ulen hastalıktı Ümit ablaydı derken hassas ruh haline ilişmiyorum, öyle bir tersime gelecek ki feleğini şaşacak ya neyse…)

24 Kasım 2011 Perşembe

Köy Enstitüleri masalı

Bir varmış bir yokmuş…


Yoklukların savaşların içinden bağımsız bir millet çıkmış.

Yazık ki savaş yeni başlıyormuş. Ülkenin büyük çoğunluğu köylerde yaşıyormuş ama bütün ülkenin sadece çok küçük bir kesimi okuma yazma biliyormuş. Eğitimli şehirli gençler de köylere gitmek istemiyormuş.

Demişler ki bu köylerde yaşayan zeki çocuklar var, biz bunları eğitelim onlar da kendi köylerindeki çocukları eğitsinler, böylece ülke kalkınsın. İşte bu kadar basit. Bir nevi saadet zinciri. Ülkenin kendi gerçeklerine ve ihtiyaçlarına ve pek tabii imkanlarına dayalı bir sistem.
Demişler ki, öyle kitaplara gömülmesin bu gençler. Köylerinden geldikleri gibi girsinler işin içine, ekmek pişirsinler, duvar örsünler, tamir yapsınlar, ekip biçsinler, bunları modern yöntemlerle yapmayı öğrensinler. Bir taraftan da okuma yazma öğrensinler, klasikleri okusunlar ve mutlaka bir enstrüman çalsınlar.

Dumur Diyalog #30

Hastalık sonrası mızmızlanan Arca sonunda İlker'i bile çıldırtır.
İ: Ümit abla, Arca kahvaltısını tamamen bitirmeden çizgi film yok bugün!

23 Kasım 2011 Çarşamba

Hain Evlat Arca ile babasının işbirliği #2

Bunlar benim sanat kariyerimi piç ediyorlar. Çok değil birkaç ay önce Arca müsikimizin güzide eserlerini seslendirmemi heyecanla karşılardı. Şimdi şarkı söylerken susturuyor, dans ederken durduruyor.

Ve bu suçun faili meçhul değil! Tabii ki İlker! Kulağına fısıldarken yakaladım geçen gün. “Söyle annene şarkı söylemesin babacım, bu ne be!” diyordu. Tamam sesim kötü, “yeteneksizim Türkiye!” ve bunu anlamak için tek kuple şarkı mırıldanmam yeterli lakin dans konusunda son derece iddialıyım arkadaş!

22 Kasım 2011 Salı

Kaçmak

Allah biliyor ya, hafta sonu dışarı çıkmayı çok istedim. Cuma ateş 40 dereceyken bile İlker’e “yarın hava güzel olacak, biraz oksijen alsın Arca, yürüyüşe çıkarayım” demiştim. Cumartesi balkona bile çıkamadık tabii ki.

Dumur Diyalog #29

Okuldan her gün 50 kuruş göndermemizi, kumbaraya atacaklarını, yılbaşında biriktirdikleri harçlıklarla oyuncak alacaklarını bildirdiler.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Günün sebzesi : Brokoli denen sebze

Önce evden haberler: Arca'nın ateşi bugün çıkmamış. Kıçımı kaşıyıp dilimi ısırıyorum daha da çıkmasın diye dua ediyorum.

Geçen hafta pazarda taze soğan alıyorum, - o soğan da neydi be kardeşim, Çeşme soğanı, demetle değil, kiloyla satılıyor, incecik kütür kütür, her yemeğin yanında götür : )- yandaki tezgahta brokoli gördüm. Hiç hazzetmem o saçma sebzeden. Sahi bizim çocukluğumuzda yoktu, bir vitamin deposu pompalamasıyla hayatlarımıza girdi. Concon bir sebze!


İki dal istedim, pazarda az miktar almaya utanıyorum aslında. “şöyle az bi şey ablacım, iki dal ver yeter” diye eğilip bükülüyorum. “Bebek için mi abla?”  bozuntuya vermiyorum, “Ha evet ya bebek için, tazelerinden ver ablacım n’olur” Evet bebek, 33 yaşında 78 kilo civarında bir bebek var bizim evde. Günde bir öğün sebze yemeli ancak kış sebzelerinden evir çevir yiyebildiği bir halt yok. Barbunyanın et sınıfında tüketilmesi gerektiğini öğrendiğimizde resmen yıkıldık! Buzluk sebze değeri taşımayan tek öğünlük barbunya paketleriyle dolu!

Bir nevi dejavu

Cuma öğleden sonra düşmeyen bir ateşin telefonuyla fırladım ofisten.

Ne zamandır araba kullanırken ağlamamıştım. Fonda "kul kurar kader güler" çalıyordu. Evet bu aralar paralel evrende bir gün geçirmeye niyetlenmiştim değil mi? Evet şu anda ateşi 40'a yaklaşmış miniğin bana yapışacağı evde kırksekiz saat geçirmeye gidiyordum.

18 Kasım 2011 Cuma

Etraf masadakilere kulak misafiri olmak istiyorum

Hani bir lokantada yemek yerken etraftaki masalarda oturan insanların konuşmalarını dinlersin ya...


Tamam biliyorum, bunu herkes yapmaz. Bizim gibi azıcık kaçık tipler yapar. Daha doğrusu İlker yapar(dı), beni de mutlaka olaya dahil ederdi. (Ben son derece usturuplu, terbiyeli bir hanımefendiyim, kocam olacak muhterem beni kötü emellerine alet ediyor!)

Olay şöyle gelişir:

Hayatı tatmak…

Mevlana demiş ki; “sadece bazı insanlar hayatı gerçekten tadar.”

Ve insanların tamamı ölümü!

“Her canlı bir gün ölümü tadacaktır!”

Hoşgeldin antibiyotik

"Çocuğa antibiyotik vermeyelim aman ha!" laflarını bizim telaffuz etmemiz zaten ironik oluyor, üç hafta boyunca antibiyotikle yaşamış bir çocuk var elimizde, bizim numunemiz bu, yapacak bir şey yok.

Yapılan bir dolu tahlil sonucu herhangi bir çocuğun kapabileceği bir enfeksiyon çıktı. Neyse ki...

17 Kasım 2011 Perşembe

Her bunalmış ananın hayali : Paralel Evren

Arca nekahet döneminin üçüncü haftasında, katiyen evden çıkmamasına (hastalıktan çıkamamasına) ve okula gitmemesine rağmen yine boğaz enfeksiyonu olarak üstün başarı madalyasını almaya hak kazandı. Kendisi, daha bir hastalık bitmeden yenisini başlatabilen türünün tek örneği olmasıyla tanınıyor.


Ateş sinsiden 38’i geçince kıllanmıştık zaten.

Anneye yapışmalar, iştahsızlık…

Sabah doktordan önce biz muayenehanesindeydik. Boğaz enfeksiyonu ama yok hastane tecrübe etmiş bu ana baba öyle bir ışıklı alet ile boğaza bakmayla tatmin olmaz, illa ki çocuğunun orası burası delinsin, kanı alınsın ister. Evet, biraz gaddar olabiliriz ama çok çektik valla hiç umrumda değil, iki ağlar bir susar. Her türlü tetkik için kocaman bir tüp kan alındı bu defa. Sonra bir de idrar testi.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bu Pazar kimseye söz vermeyin!

Dün konuştuk, sesi pek fenaydı, tek derdi Pazar’a kadar iyileşmekti. “Bir Kar Canavarı” diye takıldım ona. İyileşecek tabii ki, o tatlı sesine kavuşacak. Minikler de bayıldıkları “Bir Kar Masalı”nın annesinin tatlı sesine kavuşacaklar.

Köşeli jeton

Şimdiki nesil bilmez, bizim zamanımızda jetonlu telefonlar vardı. Sarı telefon kulübeleri, jetonu atarsın düşer konuşursun. Kaç dakika konuşacaksan ona uygun boyutta jetonlar vardı. Ya da jetonun bitmeye yakın bir tane daha atardın. Hey gidi…

15 Kasım 2011 Salı

Dumur Diyalog #28

"Yavru kedi"

Arca peluş kedisiyle oynarken ;
A: aa bi dur ama hareket etme!

Ben dayanamam tabii, araya girerim:)

Bokuyla kavgalı bir yer cücesinin uykuya hasret anası

Bizde öyle derler: “bokuyla kavga etmek” önemli bir deyimdir. Bir nevi “sirke satmak”, bir nevi “ota boka sinirlenmek” … Örnekler çoğaltılabilir.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Doktorun kariyerinde çığır açtıran bir vakayız!

Arca’nın doktoru rahat mizaçlıdır, biz pimpirikleniriz, o bizi rahatlatır. Ama ciddi durumlarda da asla işin peşini bırakmaz. Hastanedeyken, İlker ile İzmir’in tüm radyologlarını, tanı merkezlerini gezdi, doktor arkadaşlarından bir heyet kurdu.

Miller şişesinde bir dilim limon olsam

Arca hafta sonu ergene bağladı. Gözümüzün içine, taa dibine kadar gözlerini dikip her şeye ama istisnasız her şeye itiraz etti, dediğimizin tersini yaptı, inatlaştı.

Her şey cumartesi sabah başladı. Araba koltuğu İlkerde kalmış, taksiyle gittik, Agora'ya, yolda Arca ile “taksicinin neden bizim her zaman gittiğimiz yoldan gitmediği” sorunsalı üzerine uzun ve düzeysiz bir tartışma yaptık.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Pazarcı Elif ananın ettiği

Pazarda tercihim umumiyetle kadınların tezgahları. Daha mı güvenilir? Bilmiyorum, içimden öyle geliyor, sebebi yok. Envai çeşit ot satan Elif ana favorim. Geçen pazarda her zamanki yerinde göremedim içim karardı, meğer arife pazarı olunca iki sıra arkada yer bulmuş kendine. Otun çöpün haddi hesabı yok. Cibesten tut, turp otuna, deniz börülcesine… ne ararsan onda! Birkaç haftadır yumurtasından da alıyorum, çift sarılı, kaysı sarısı, çok lezzetli yumurtası.


Yanaştım tezgaha, yeni kuruyordu daha, elindeki etiketleri okuttu bana. Kırış kırış güneş yanığı yüzü, içinin aydınlığıyla dişsiz ağzıyla gülümsüyor. Okuma bilmiyor.

11 Kasım 2011 Cuma

Kadın şoför güzellemesi

Ellerim 10’u 10 geçe pozisyonunda
Hızım 80-100 km arasında
Sol şeritte 120’ye bastım mı adrenalin tavanda
Zavallı ibrem 130’u görmedi daha

Normal sürücülerin tek hamlede park ettiği iki araba arasına
Benim hamle sayım beşten fazla
Park ettikten sonra inip mutlaka bakarım arabanın sağına soluna
Her kadın şoför gibi bir şoförüm sonuçta

Arca erkenden uyuyunca...

Sudan çıkmış balığa döndük. Çünkü Arca, çok nadiren yaptığı gibi gündüz uyumamış ve akşam 20:30 itibari ile aramızdan ayrılarak uykunun tatlı kollarına bırakmıştı kendini. Bunun birkaç sebebi olabilir.

1. Arca günlerdir hasta muamelesi ile fazlasıyla dinlenmiştir, uyku ihtiyacında değildir.

2. Umidini günlerdir görmemiştir, ona tüm yeni yaramazlıklarını sergilemek ihtiyacındadır.

3. Umidinin “uyu bak akşam annenle oynayamazsın, erkenden uyursun” telkinleri cazip gelmemiştir dolayısı ile günlerdir böh getiren anası ile hasret giderme ihtiyacında değildir.

4. Ve en kötüsü, Arca artık gündüz uykularını kaldırma ihtiyacındadır.

10 Kasım 2011 Perşembe

"Sen dünyaya gelmeden" adında bir kitap

"Kusurlu ve tutkulu..."

Fotoğrafı da öyle bıraktım. Kusurlu. Biraz renkleriyle oynamış olabilirim. Ama kusursuz olması adına hasta yatağımdan kalkıp makinemi almadım, bırak kusurlu olsun dedim telefondan çektim. Yetersiz ışık ve yatak arka fonunda kötü seçilmiş renkler.

Roman yazmaya heveslenenlerinin kararlarını gözden geçirmeleri için bu kitabı okumaları şart. Böyle yazamayacaksan, böyle betimleyemeyeceksen, kapat dükkanı git, blog filan yaz!

"Çok geç diye bir zaman yoktur."

Bugün 10 Kasım.

Bir süredir tam da bugün saat 09:05'te Atatürk için saygı duruşunda bulunurken, aklıma bunu "sap gibi dikilmek" olarak görenlerin sözü geliyor. Gülüyorum. İyi o halde sen de ruhuna Fatiha oku Atatürk'ün, zira o koltukta oturabilmeni ve oturduğun yerden "sap gibi dikilmek" lafını edebilmeni sağladı Atatürk.

Bugün şahsi maillerime bakarken çok güzel bir alıntı okudum. İşte şöyle yazıyor:

9 Kasım 2011 Çarşamba

Tam da "o" evredeyim


Hani evde herkes üst solunum yollarından nasibini almıştır ve sen kendini yokladığında "şimdilik" iyi hisseder gibisindir ve hasbel kader "bu defa beni teğet geçecek galiba" derken dilini ısırırsın ya...

7 Kasım 2011 Pazartesi



Bayramlık traş önceki günden hazırdı.
Anne pazara yollanırken Arca da İlker'le berbere gitmişti.

Bayram sabahı erkenden bayramlıklar da giyilerek hazır ola geçildi.

Maalesef işler istediğimiz gibi gitmedi. Arca boğulur gibi öksürmeye başladı. Büyükanneannenin evinde iyice azdı ve biz apar topar acile gittik. En azından doktorlar ciğerlerini dinlesin dedik.

Bir şey yok dediler, ilaç ve antibiyotik yazıp gönderdiler. Kendi doktoru antibiyotiğe bile hayır dedi.

Ve böylece başladı, doğal iyileştirme süreci....

Ihlamura tarçın katıp kaynatıldı.

Odası iyice havalandırılıp, radyatör kapatılıp içerisi iyice nemlendirildi.

Kaynatılmış sütüne hatmi çiçeği katıldı. (Arca "fatma çiçeği" diyor)

Balına zencefil karıştırılıp macun yapıldı. Ayağının altına Vicks bile sürüldü.

(Bilsem pazardan kara turp alırdım. İçine bal koyup geceden süzdürdün mü öksürüğü kesiveriyormuş)

Herşey ama herşey denendi.
Şimdi ise durum bu...

Sürekli akan burnunu silmek için peçete kesmiyor. Dünden beri 3 rulo WC kağıdı gitti. Evin hemen her köşesinin manzarası bu...

Arca bu hastalık ve bayram boyunca rüşvetle tanıştı. Çikolata ve çizgi film ile bolca kandırıldı.

Çocuğumun rüşvetçilikle ilgili şikayetlerini anlatacak olursam bu postu hatırlayacağım... Kendim ettim kendim buldum diyeceğim.

6 Kasım 2011 Pazar

Arca diyor ki ... #4

Burası iyiden iyiye eski haline dönüyor. Bir ara ne güzel ele geçirmiştim. Zıçtığım moktan yediğim mamalara kadar ve hatta iki yaş dellenmelerime kadar benden bahsediliyordu.

Şimdi ipler elden gitmeye başlamış. Bir “bön bön kombinler” furyası, bir politik laklaklar, bir kendini bilmez yemek tarifleri… Baktım, kendi kitaplarından filmlerinden bahseder olmuş. Hiçbir şey bulamasa kendi anılarını anlatıyor, milletin kafasını şişiriyor, geveze blogger!


5 Kasım 2011 Cumartesi

Bir "Acı Çikolata"nızı yemeye geldik :)

“Ruhlar evi” yeni bitmiş, tadı damağımdan gitmemişti. Özgeyle konuşuyorduk, “sen bir de acı çikolatayı oku, üstüne Elif Şafak bile okumak istemezsin” demişti. İşte insanlar böyle dedi mi aklım kalıyor. Ah ulen okumam lazım o kitabı diyorum. İnternetten sanal sepetime atıyorum. Diğer birkaç kitapta kararsız kalsam da böyle kitapları mutlaka siparişe dönüştürüyorum.

Geçen hafta evlilik yıldönümü hediyesi ne alsam diye soran İlker’e kitap listemi gösterdim. Her zamanki gibi güldü bana. Kitap okumayan insanlar, kitap okuma manyaklarının hislerini anlayamazlar! Suçlamıyorum, ben de futbola aval aval bakıyorum. İşin komik tarafı on küsür senedir o bana futbol ben ona kitap anlatmaktan bıkmadık.

4 Kasım 2011 Cuma

An itibari ile...

Koşar adım uzaklaşmak istiyorum.
Kötü gidişatın getirilerine kafa yormak değil, B, C...Z planlarımı sıraya sokmak istiyorum.
Yeşil çayın dumanı üstünde kokusunu içime çekiyorum, pencereleri açıyorum, odalara sığamıyorum.
Acil işim çıksa da gitsem. Gidemiyorum. Ben böyleyim. Giden değil kalanım. İşler kötüyse kalan olmak kötüdür.
Eski dostlarla konuştum bugün bolca. Bolca güzel insan sesi duydum.

Maviymişim ben. Öyle diyor bilmem ne testi.
Kalite düşkünü
Garantici, 100%cü
Veri odaklı
Analitik

Halbuki tam da şu anda kırmızı olmak isterdim.
Ani karar verebilen
Hızlıca aksiyon alabilen
sonuçları düşünmeden

Şimdi tam da kırmızı olma zamanı aslında, lakin ben sakin bir maviyim.

Eğitici mi eğlendirici mi?

Julia Donaldson çok acayip bir kadın. Ben naçizane kendisinin hayranıyım. Bütün kitapları var Arca’nın kitaplığında, sanırım sadece “Mağara Bebeği”ni almadık henüz. “Kasabanın en şık devi” ile başlayan münasebetimiz, hemen her kitabında çoğalarak artan bir sevgiye, bağlılığa dönüştü.

Arca ile ilgili konularda birinci çoğul şahıs kullanmaktan imtina ederim, lakin o bir birey. İşedik, yedik, uyuduk gibi fiillerle anlatmam Arca’nın durumunu. Lakin J.D. denen kadın ikimizin de hayatına nüfuz ettiği için ikimiz adına konuşmakta sakınca görmüyorum.

Tam piyasada artık J.D. kitabı kalmadı derken Bir dolap kitaptaki şu haber ile günüm aydınlandı.

Yazının içindeki “eğlendirici, eğitici” kavramlarına takıldım. Sahi bizim okuduğumuz her kitap “eğitici” mi? Ya da şöyle sorayım. Çocukların okuduğu her kitap gözüne soka soka “eğitici” olmak zorunda mı?

Kasım prensesi

Kasım..
Kasımpatı..
Atatürk..
Öğretmenler günü..
Ablamın doğum günü..

Derken aklıma geldi, ablamın doğum günü bugün. O yolun yarısını geçeli iki sene oldu, benim yolun yarısına gelmeme iki sene var.
Yolun yarısı tam ortamızda şimdi.

3 Kasım 2011 Perşembe

Arca diyor ki... #3

Tepem attı! Çok kızgınım.

Şikayetim var! Evden bazı şeyler üçer beşer yok oluyor.

Soruyorum, ya Poyraz’a ya Tuna bebek'e ya da Deniz’e.

Yeliz dö bön bön kombinleri

Alışveriş ve moda cıvığı Yeliz dö bön bön blog dünyasına kombinlerini açıklıyor!

2 Kasım 2011 Çarşamba

İlk veli toplantısı

Genel müdür Almanya’dan aradı, sonra “5 dakika sonra tekrar arayacağım” dedi, kapattı. Tuvalete gitmem lazım gidemiyorum, bari post yazayım vakit geçsin.

Ne diyecektim? Dün ilk defa veli toplantısına katıldık. Acayip heyecanlıyız.

Hemen araya kendimden bir anı sıkıştırmalıyım, Arca ve toplantısı ve çişim az beklesin.

"Arca, oğlum, senin annen bir salaktı!" Vol.6.1-6.2-6.3

Artık biriktirip yazar oldum salaklıklarımı, buyrunuz Vol.6.1-6.2-6.3...

Sümüklü çocuğunu parka götürürken iki kat ilave kıyafet alan ama bir mendil almayan, çocuğun akan burnunu park annelerinin şaşkın bakışları arasında polarının koluna sildiren anne BENİM!

1 Kasım 2011 Salı

Günün sebzesi : Kereviz

"Günün çorbası" yıllardır ihanet ettiği konseptine geri mi dönüyor ne!

Kimse bilmez ben blogspot'tan önce blogcu'dan bildiriyordum hem de yemek tarifleri...

Bir café'm vardı orada, mutfak maceralarıma hikayeler katıp anlatıyordum. Eski bloggerlardan kim kaldı puhahha...

Dumur Diyalog #27

A: Bunu kim aldı? (oyuncak arabasını gösteriyor)
Y: Baban aldı.
A: bunu kim aldı? (oyuncak arabasını gösteriyor)