1 Nisan 2011 Cuma

"Oğlunuz nasıl oldu?"

Her gün yaptığım onlarca telefon konuşmasının hal hatırdan sonra ilk sorusu bu. Yaklaşık iki haftadır evdeyiz ama sorular henüz bitmedi.

Anlatıyorum, normal hayatını sürdürüyor, 18 Nisan'daki tetkik sonuçlarına göre yol haritası çizilecek, ... cek ...cek

Bu aralar burnunun aktığını anlatıyorum, kimsenin umru değil! Halbuki benim totom üç buçuk atıyor enfeksiyon, akciğer, kist üçlemesi aklıma geldikçe.

Bunu saymazsak, Arca gerçekten normal bir hayat sürüyor.

Geçen baktım, kamyonlarına ömür testi yapıyordu.

Şöyle ki eline kamyonu alırsın 10.000 defa yere çarparsın, ne kadar süre dayanabiliyorsa ömrü o kadardır. Oyuncak fabrikalarında ömür testi için ödenek ayrımasalar da Arca’ya gönderseler, Arca itina ile darbe uygulaması yapar.

Gurme geyiğine dönmek istemiyorum ama iyi ve ağzına göre yemek yedi mi çok yiyen ve acayip keyiflenen bir insan yavrusu! Hafta sonu Gül'ün doğum gününü kutlamak için yemeğe çıktık. Ya zaten yemek yemek için hep bi bahane!

Neyse Recep Usta var Kordon’da bizim ilk gidişimiz. Artık mama sandalyesini Poyraz'a veriyoruz, Arca büyüdü ve bizim gibi oturuyor. Tabii ona da menü verildi. Resimlerden pirzolayı seçti, parmağını üzerine koyup “et yicem, bunu yicem” dedi.

Ye yavrum, boşan da semerini ye.
Nitekim yedi. Bir porsiyon (insan porsiyonu) eti ekmeksiz götürdü. (Ya biz buna 7 aylıkken İskender yedirmiştik, niye şaşırıyorsam?) Ama her yemek olayında hatırlanacak bir iz bırakıyor sıpa!

Ayranı bakır bir kasede getiriyorlar ve küçük bir kepçe ile içiyorsun. İçti, “bunu beğendim, bu güzelmiş” dedi. Restoranın bahçesinde yarım saatlik koşturmacanın ardından bir yarım saat de Kordon turu… Üstüne evde kudurmaca. Yok iflah olmadı, korktuğumuz başımıza geldi, bütün bütün yuttuğu etler tüm geceyi ayakta geçirtti bize. Sürekli içi yandı su içti. Gecenin bir vakti kaka alarmı, yok meğer bir lazımlık işeyesi varmış. İki defa da bez değişti. Bu yeni restoran deneyimi yemeklerinden çok yaşattıklarıyla unutulmazlar arasında ilk sıralara yerleşti.

Sabah İlker’le birbirimize söz veriyorduk, Arca’ya akşam akşam et yedirmek yok. Yedirsek de çok yedirmek yok.

İlla ki parmağı ile gösterdiği yeri okuyacağız. Böyle gereksiz bir talebi var son günlerde. Parmak o yazıyı gösteriyor. “Burayı oku!” Sonra sayfa çevriliyor yine parmak “burayı oku!”. Buraya kadar sorun yok. Lakin Sihirli Mısır Tanesi kitabını okurken yine aynı şeyi yapınca içimden pislik yapmak geldi, İngilizce kısımlarını İngilizce okudum. Önceden hiç İngilizce okumamıştım. Arca acayip güldü, hem de kahkahalarla! Ne len telaffuzumu mu beğenmedin düdük! Korelilerle İngilizce pratiği yaparsan Kore aksanına dönüyor. Hayır ben niye alınıyorsam, sanki dünkü bebe İngiliz aksanını biliyor da: )) Tabii bu işin geyiği ama İngilizce okumama acayip komiğine gitti, şimdi sadece ;
"İnkilisçe oku, anne!"

Sevimli halleri dışında iki yaşın hakkını verircesine heyecan yaşattığı da oluyor:

Ümit Abla: Akıllı çocuksun sen Arca!
Arca: Akıllı çocuk değilim, aptal çocukum!

Ümit abla: Hadi ellerini yıkayalım, temiz çocuk ol.
Arca: Temiz çocuk değilim, pis çocukum!

En azından karşıt anlamları biliyor diye iyi tarafından bakmaya çalışıyoruz olaya.

Ama bezini kendi değiştirmek istemesine gösterdiği tepkiyi müteakip uyumaya direnerek gecemizi rezil eden cüce için çok pis planlarım var:

"Elbet sağlığına tamamen kavuşacaksın cüce! İşte o zaman çok pis disipline başlayacağız. Maymun edeceğim seni. Otur otur! kalk kalk! Yat uyu dediğimde saat dokuzu bir dakika geçmeyecek. Evet intikam soğuk yenen bir yemektir cüce! Elbet sağlığına kavuşacaksın ve ben seni mum edeceğim, MUM (hıhahaha - Erol Taş - kötü adam gülüşü smiley'si)"

Ben gözlerimi kısmış bu sadist planları yapadurayım İlker şaşkın ördeğe döndü.

"Babanın telefonunu almak istiyorum, elimde gezmek istiyorum" talebine red cevabı alınca yaklaşık onbeş dakika ağladı.

Ben artık alışmışım, "ağla annecim açılırsın, ben olsam ben de ağlarım" diyorum.

İlker "bu iki yaş şeysi değil mi? Geçecek değil mi? Bana geçeceğini söyle!" diye omuzlarımdan tutup beni sarsıyor (yok Türk filmi efekti koydum, sarmıyor tabii ki) İlker'i ömrü hayatımda hiç bu kadar tedirgin görmemiştim. Onun hayata tutunabilmesi için en kısa zamanda iki yaşı atlatmış, babasına tapan bir oğlan çocuğuyla tanışması lazım, yoksa İlker'i kaybedeceğiz.

7 yorum:

hypo dedi ki...

çok güldüm:)
siz iyi olunda hep.
gerisi zırva.

laleninbahcesi dedi ki...

Yeliz bu yazıları okurken keyfim yerine geliyor inan. Arca artık Cancan gibi benim için.
not. ben filmi beğendim.Eh aşksız seks de bir yere kadar abi sözü doğrulanıyor:))

ZEYNEP dedi ki...

:))) Bu iki yaş dellenmelerinde en azından zıt kavramları biliyor diye sevinmek hiç aklıma gelmemişti walla, sinirlenmek yerine sevinemk güzel çözüm, bizim evdeki babaya da anlatacağım :)

K.T dedi ki...

Arca gel istanbula kebap, iskender yemeye gidelim. Kuzey Tan la götürüsünüz.

Adsız dedi ki...

aaa durun bizsiz iskender yemeye mi gidilirmis :P

yelizcim, baglantim yoktu bi kac gundur ancak gordum postlari, haliyle, en ufak bir sumukte bile panik olman normal, ama atlatir o merak etme.

opuyorum sizi.

Deli Anne dedi ki...

İhtiyacı var demek ki yavrumun ete, kemiğe :) Maşallah de ayrıca Yelizim, yemeyen çocuk da çok marazi oluyor.. aileyi de marazi ediyorlar niteekim

demek inkilisce hoşuna gitmiş he:)

Fatma dedi ki...

Maşallah Arca'ya. Bizim Deniz akşam yemeklerinde arıza çıkartıyor genelde, artık sinirlenmemek için ona kadar sayıp derin bir nefes alıyorum sonra iki katı yemek yiyip kalkıyorum sofradan. maşallah Arca iyice söktü konuşmayı, bıcır bıcır:)